İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında konuşuyor.
AKP ve MHP'nin başlattığı sözde çözüm özde ihanet sürecine dair konuşan Dervişoğlu, "Bunlar teröristsiz yol yürüyemiyorlar, yanlarına ya FETÖ'yü ya PKK'yı ya da başka başka silahlı örgütleri alıyorlar" dedi.
Zor zamanlardan geçiyoruz. Bütün bir 2024 yılını acı tecrübelerle geçirdik. İktidar vatandaşa karşı hiçbir vaadini yerine getirmediği gibi ne yasal ne anayasal ne insani ne de vicdani hiçbir vazifesini de umursamadı. 85 milyondan esirgenen umut hakkının 22 Ekim’de terörist başına verilmesiyle hep birlikte tecrübe ettik. Bugün yaşadıklarımız ne yenidir ne de bir paradigmadır, 22 yıl önce Uluslararası lobiler tarafından Erdoğan’a teslim edilen daimi görevin vadesi gelmiş aşamasıdır. Asıl görevin adı, 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Büyük Ortadoğu Projesine hazırlamaktır.' Bunun için Türk Milletinin hem milli hem de bireysel kodlarını değiştirmektir. Bu yolda Cumhuriyet kurumlarını çökertmek, hukuki ve ekonomik yapıyı da buna uygun hale getirmektir. Ortaklar değişse de hedef hep aynıdır. Bu zehrin farklı tiplerini, geçmişte farklı zamanlarda zerk ettiler. Şimdi içine biraz yeni paradigma, biraz misak-ı milli, yettiği kadar Kürt sorunu, çözüm ve terörle mücadele laflarını koymaktadırlar. Bu projenin nihayete ermesi açısından, Erdoğan ve bağlı bulunduğu müstevliler tarafından her zaman, en önemli kaldıraçlardan biri olarak, adına ısrarla 'Kürt sorunu' dedikleri mevzu kullanıldı. Bir kural hiç değişmedi; hiç kimse Kürde, bir vatandaş ve fert olarak nasılsın, derdin nedir diye sormadı. Çünkü onlar için, herhangi bir vatandaşın sorunu ne kadar önemliyse, Kürdün sorunları da ancak o kadar önemliydi. Çünkü bu ülkede yaşayan herkes ancak bir aparat olarak kullanılabilirse, iktidarın takdirine mazhar olabilirdi. Kimse onlara, 'Karnın tok mu? Sırtın pek mi, işin gücün var mı?' diye sormadı. 'Çocuğun okula gidebiliyor mu? Sağlık hizmeti alabiliyor musun?' diye bakan olmadı. 'Gelecekten ne istiyorsun; ne bekliyorsun?' diye dinleyen de olmadı. Elbette sormazlardı dinlemezlerdi hatta görmezlerdi. Çünkü zaten kimseye sormuyorlar, kimseyi dinlemiyorlar, kimseyi görmüyorlar. Kimsenin hayat derdini çözmüyorlardı. Hayat derdini çözmedikleri, çözemedikleri ve asla da çözmeyecekleri için kimlik sorunlarını ve kimlik çözümlerini her gruba havuç diye gösteriyorlardı. Her grubun havucu ayrı, sopası ayrıydı. Sopayı tutan ellerse hep aynıydı. Şimdilerde birbirine uzanan, birbirini sahneye davet eden eller de işte o ellerdir. Gerçek sorunlarla ilgilenmezlerdi, çünkü sorunlarında ortaklaşabilen bir milletin, sorunlarını çözmek için de bir arada hareket edebileceği ihtimalini göze alamazlardı. Çünkü bilirlerdi ki, müşterek problemlere karşı oluşturulan ortak çözümler, müşterek bir kültür oluştururdu bundan hep korktular, hep kaçtılar.
Sağcı solcu dediler, Türkler ve Kürtler dediler, Aleviler ve Sünniler dediler, laikler ve dindarlar dediler, milleti de delirttiler. Bu iktidarın Cumhuriyet’imizin millet fikri ve ülküsüyle kavgası hiç bitmedi. Millet ve milliyet fikrinin içini boşaltmak, boşalttıkları yere de kendi gayrımilli projelerini yerleştirmek için uğraşıp durdular. 101 yıl önce bir mucizeyi birlikte gerçekleştirmiş Anadolu’nun sakinleri ve sahiplerii Türk milleti olarak bizler, Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve Kafkaslar’da hangi zorluk yaşanırsa yaşansın, bu istikrarsızlık çöllerinin ortasında bir vaha gibi parlayan Türkiye Cumhuriyeti devletinin eşit ve hür yurttaşları olarak oy verdiğimiz partilerin değil, cebimizdeki nüfus cüzdanımızla edindiğimiz en büyük nimet olan Cumhuriyetin ve bu millete mensubu olmanın, eşit ve laik bir hukuk mantığıyla kurulmuş bir devlete sahip olmanın kıymetini hatırlayamadık.
Şimdi bunu kaybetmenin eşiğinde onu el birliğiyle uçurumdan atmaya çalışan gayrımilli bir iç cephe koalisyonunu durdurmaya çalışıyoruz. Bunu başarmaya Mecburuz. Çünkü bu vatan için gazi olanlara, şehit olanlara borçluyuz.
22 yıldır görev edindikleri 'Büyük Ortadoğu Projesi' kapsamında giriştikleri şey bir ilk değildir. Ama anlaşılıyor ki nihai mahiyettedir. Her dönem mutlaka yanlarına kattıkları bir terör örgütü ve uzantısıyla denediler. Şimdi de yanlarına aldıkları yeni müstakbel terör örgütleriyle deniyorlar. Yanlarına ortak diye aldıkları zaten teröristti ya da bir süre sonra ortaklarını terörist ilan ettiler. Her zaman söylüyorum ya bunlar teröristsiz yol yürüyemiyorlar. İlk denemelerinde yine aynı bugün olduğu gibi, Bölücübaşından açıklamalar ve mektuplar bekliyorlardı. Ağustos 2009’da 'yol haritası açıklattılar', Terör örgütü silah bırakacaktı, bunun için ilk tiyatro gösterisi de Ekim 2009’da Habur rezaleti olarak yaşandı. Şimdilerde anlıyoruz ki, bugünün özenle seçilmiş İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da oranın, yani Şırnak’ın valisiydi.
O rezaleti yaşayacak aşamaya bir anda varılmadı. Ergenekon ve benzeri kumpas davalarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri zaafa uğratıldığı ve tasfiye edilmek istendiği için varıldı. Yıkım projesinin mimarı iktidar ve onun taşeronu FETÖ’nün çabalarıyla varıldı. Bizlere demokratikleşmeden dem vuruyorlardı. Güya, demokratikleşecektik, AB üyesi olacaktık. Bu yüzden de Cumhuriyet parantezi kapatılmalıydı. Onlara göre, Sevr bir paranoyaydı, milliyetçilikler ayaklar altına alınmalıydı, devlete ve topluma silah sıkanlar da artık barış havarisiydi. Ulus devlet lüzumsuz, üniter yapı çağdışıydı. Küresel dünyada bu tür şeylere gerek yok diyorlardı. Bunun için de 'açılım' yapılması gerekiyordu. Sözde demokrasi açılımı. 2010 yılında, 'yetmez ama evetçiler' devreye sokuldu. 'Yoksa siz 12 Eylülcüleri mi' savunuyorsunuz dediler? Oysa gördüğümüz işkencelerin izleri hala vücutlarımızdaydı. Bugünkü ile aynı ağızlar ve zihinler söyledi bunları. Büyük zoka ise, 12 Eylül darbecilerinin yargılanması idi. Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısını da işte o zokayla değiştirebildiler. Bütün yargı mekanizması FETÖ'ye teslim edildi. Yargıdan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri de AK Parti ve FETÖ ortaklığının eline geçmiş oldu. O arada, Allah’ın bir hikmeti olarak Suriye iç savaşı başlamış, yine aynı iktidar o iç savaşın açık tarafı olduğunu ilan ederek Türkiye’yi bu uğursuz sürecin bir parçası haline getirmiş sınır kapılarını ise fütursuzca sonuna kadar açmıştı. Nüfus yapısını değiştirerek onu ebediyen yıkma planını devreye soktu.
Bugün yeni paradigma dedikleri de yeni değildir. 1923 paradigmasını hedefe koyan bu güçler 2013’de de aşklarının depreştiğini ve mücadelelerin ortaklaştığını ilan etmişlerdi. İşte meşhur çözüm süreci o zaman en yüksek perdeden ilan edildi. İmralı’ya heyetler aynı bugün olduğu gibi gidip geldi, hatırlayın. Sonra yine bölücübaşı mektupları okundu meydanlarda. Af dendi, topluma geri dönüş dendi, barış dendi yine. Sonrası, 6-8 Ekim olaylarıdır. Gel gelelim, seçim takvimi yakınlaşırken Erdoğan gelen verilere baktı ve 'zehrin' kıvamını yine tutturamadıklarını anladı. Erdoğan elini yıkayıp sıyrılmanın yolunu aradı, 2015’te çözüm sürecini yeniden rafa kaldırdı.
2016 yılına gelindi, yani bugünkü ucube sistemin miladı, ortaklar arası devleti parselleme savaşının farklı bir aşaması olan 15 Temmuz kalkışması yaşandı. Milletin devletini sokaklardan topladığı o gecenin bedelini de millete yüklediler. Bu sefer de darbeci misin FETÖ'cü mü diyerek Olağanüstü Hal Yasasını günlük bir rutin haline getirdiler. Türkiye Büyük Millet Meclisini bypass ettiler. Türk Milletinin iradesini bir faninin söz ve hırslarına prangaladılar. Bugün olağanüstü hal şartlarının, bize normal diye yutturulduğu bu mafya düzeni o günlerin somutlaşmış ve resmileşmiş halidir. Güpegündüz cinayetler işlenip, katiller izini kaybettirebildi. Mafyalar, suç örgütleri, devletteki hiyerarşinin bir parçası haline gelirken mal, can, ırz ve namus güvenliği kalmadı. Devlet acz içine düşürülürken korku imparatorluğu yaratıldı. Anayasa mahkemesini kapatmakla tehdit edebilir bir şuursuzluğa ulaştılar. Canlarının istediği şirketlere, dükkanlara nasıl çöküyorlarsa, belediyelere de aynı şekilde çökmeyi bir alışkanlık haline getirdiler. Türkiye’nin başına kendilerini kayyım olarak tayin ettiler, ses çıkaranı hapse attılar, onaylamayanı yok ettiler. İşte son 10 yılın kısa özeti budur.
Bugün gözünün içine baka baka 50 bin kardeşinin katilini senin meclisine davet edebilmelerinin sebebi bu ahvaldir. Şimdi sana bu son nihai zehri verecekler. Bu uyku halini, bir ölüm haline çevirecekler. 'Filistin’de masumlar ölüyor' diye yaygara kopartanlarla 45 bin Gazzeli masumu katleden İsrail’in katliam makinesine odun atanlar nasıl aynıysa, sen Halep kalesine ve Şam-ı şerife bakarken büyük laflar ve büyük komplolarla oyalanırken senden Türklüğünü alacak olanlar işte aynı ellerdir. Açıkça anlaşıldığı üzere geçtiğimiz yıllar hazırlanan ve aylar öncesinde tekrar zerk edilmeye başlanan bu zehir bizim açımızdan her manasıyla bir kalkışmadır. Ele geçirdikleri devleti sevk ve idare eden iktidar ve ortakları Türk milletine karşı bir kalkışma içerisindedirler.
15 Temmuz neyse, 22 Ekim 2024 tarihinde başlatılan “Kirli eller süreci” de bizim için aynıdır.
Çünkü hem devlet, hem de toplum aynı anda büyük bir girdabın, adeta bir karadeliğin içerisinde atılmıştır. Yaklaşık 3 aydır devam eden bu kalkışma, aslında kafalarında huniyle gezen bir avuç adama, “Aman hünkarım, kafanızdaki olsa olsa taçtır, tuğdur” demekle görevli dalkavuklar eliyle, devlet aklı diye yutturulan bir delirmişlik halidir. Ancak gülüp geçemeyeceğimiz, aman deyip bırakamayacağımız bir deliliktir bu.
Bugün, iktidar, avanesi ve ortakları, bebek katiliyle aynı noktaya gelmiş durumdadır.
Görüldüğü ve işitildiği üzere, Beştepe, Balgat ve İmralı aynı hedef ve gayeyle birleşmiş, bir araya gelmiştir. Soru artık onların niyetleri ve hedeflerine dair değildir. Soru, aklında, kalbinde ve ruhunda Atatürk’e şükran, sevgi ve minnet besleyenlerin, Cumhuriyetin vatandaşı ve Türk milletinin bir mensubu olmaktan onur ve gurur duyanların, ne yapacakları, neye karar verecekleri ve hangi adımı atacakları meselesidir.
Devleti parsel parsel satmak dışında, vatan toprağını ihale ihale yağmalamak dışında
Başladıkları hiçbir işi bitiremeyen, her şeyi eline yüzüne bulaştıran, sıkışınca elini yıkayıp giden, ünden bugüne kendini yalanlayan, bu kifayetsiz muhterislerin beceriksizliğine bel bağlayıp susacak mıyız?
Hayır! Susmayacağız!
Çünkü 22 yıldır deniyorlar ve denemekten asla vazgeçmiyorlar. Hiçbir denemelerinde Cumhuriyeti yıkmaya tam olarak muktedir olamadılar ama her denemelerinde Türk devletinde büyük hasar bıraktılar. Hiçbir denemelerinde Türkiye’yi Türksüzleştiremediler, ama her denemelerinde milli birlik ve bütünlüğümüze çok büyük zarar verdiler. Bugünkü cüretleri dünden daha yüksektir.
Çünkü dün, terör örgütünün elinde Suriye’deki teröristan yoktu, bugün vardır. Dün, terör örgütü elebaşını, AKP’ye rağmen halen bebek katili olarak isimlendiren bir Cumhuriyet devleti vardı, bugünse İmralı bilgesi diye paketleyen bir Cumhur İttifakı devleti vardır. Dün, halen işleyen bir parlamenter sistem ve Türkiye Büyük Millet Meclisi vardı. Bugünse tüm devlet organlarını iğfal ve işgal eden bir saray rejimi vardır. Dün, demokrasi havariliği altında ortakları FETÖ vardı, bugünse, yanlarında teslimiyetçi bir koltuk değneği malum ortakları vardır. Dün 'Demokrasi istemiyor musunuz? Barışa karşı mısınız?' diyorlardı. 'Analar ağlasın mı istiyorsunuz?' diye feveran ediyorlardı. Bugün de aynı aşağılık sözde ikna yöntemlerini daha da iğrençleştirerek 'Siz terörün bitmesine karşı mısınız?'
'Misak-ı Milli’ye taraf değil misiniz?' diyorlar. Diyorlar ki, süreç Meclis’ten yürütülecekmiş Millet Meclisi'nin hangi yetkisiyle hangi süreç yönetilecektir? Bugün Meclis’in M’si mi kalmıştır? Diyorlar ki barış olsun-muş? Bugün barışın B’si yoktur.
Çünkü iktidar, vatandaşlarına savaş açmıştır. Milletimiz, yoksullukla, işsizlikle, hayat şartlarıyla savaştadır. Adaletsizlikle, ahlaksızlıkla savaştadır. Ayakta kalmaya çalışmaktadır. Peki soruyorum, siz, hanginiz kimle barışacaksınız? Neyin savaşını kimler vermiştir de, şimdi barış yapılacaktır? Öldürülen asker, polis, öğretmen, mühendis Kürt, Türk, Alevi, Sünni savaşta mı ölmüşlerdir? Teröre savaş adını koymaya çalışanlar mı, Türkiye’ye barış getirecektir?
Buradan ilan ediyorum kandırmaya ve yerine koymaya çalıştığınız millet değil ahmak olan sizsiniz. Bugün demokrasinin D’si yoktur. Demokrasinin hiçbir kurumunun kalmadığı kimsenin ağzını açamadığı, sivil toplumun köküne kibrit suyu ekilmiş Türkiye’de kimler, neyin müzakeresini, ne amaçla yapacaklardır?
Bugün, hukukun H’si yoktur. Bu halde adını bile koyamadıkları bir süreci, hangi hukuka dayanarak, neyle neticelendireceklerdir? İşte bu sağlamayı yaptığımızda Sonuçlar kendisini ele vermektedir. Çünkü birbirine bağlanan üç şey aynı anda gevelenmektedir: Suriye-PKK-Anayasa. Üçünün de bağlandığı noktayı tahmin etmek zor değildir.
"İmralı canisini sal, ömür boyu başkanlığı al!"
Evet, o yüzden baki olan ve tekrarlanması gerek soru bellidir. Aklında, kalbinde ve ruhunda Atatürk’e şükran, sevgi ve minnet besleyenler, Cumhuriyet’in vatandaşı, Türk milletinin mensubu olmaktan onur ve gurur duyanları ne yapacaklar, ne karar verecekler ve hangi adım atacaklardır?
Türk milletinin bağrına saplayacakları mızrak, hiçbir çuvala sığmayacak kadar büyüktür.
Bu ihanet ortaklığına dahi millilik atfetmekten çekinmeyen cüret, emin olun ki o mızrağı saplarken de cüretinden taviz vermeyecektir. Bu alçaklığı meşrulaştırmak için kendilerini bu hayasızlığa paspas edenler yahut sessiz kalarak, başını öte yana çevirenler,
Yahut kameralara sırıtarak el sıkışma pozları verenler bilsinler ki, keser döner sap döner, gün gelir hesap döner! Evet, tablo acıdır, karanlıktır ve mide bulandırıcıdır, hoyratçadır, haincedir ve alçakçadır.
Devlet, devleti yönetenlerce yıkılmaktadır. Bunların devlet aklı dedikleri şey, Mondros’u mütareke edenlerle, Sevri imza edenlerle aynı akıldır. Onlar da vatanı işgalcilere teslim ederken Devlet aklıyla hareket etmekteydiler.
İşte bizlere düşen görev, O paçavraları da onları imzalayanları da dün nasıl yırtıp attıysak, bugün de aynı ruh ve şuurla harekete geçmektir. Devlet aklı, yine vatanı teslim edecek hale düştüyse bize düşen Türk milletinin aklına dönmektir. Çünkü millet, kendini devlet zannedenlerden büyüktür!
Buradan bir kez daha şahsım ve partim adına ilan ediyorum: elde ettikleri sayısal çoğunlukla, Milli Mücadele'nin karargahı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesini yok sayan, bundan aldığı güçle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni saraya peşkeş çeken, son olarak da üniter bütünlüğümüzü, milli bilincimizi ve millet kimliğimizi etnik ve bölgesel parçalara ayırmak yolunda olan bu iktidar ve ortaklarıyla, onların gönüllü, gönülsüz, bilinçli ya da şaşkın işbirlikçileriyle bir arada olmayacağız!
Adına ne derlerse desinler; açılım, demokrasi veya anayasa bizim için hiç fark etmez. İhanet şebekeleriyle, millet ve cumhuriyet düşmanlarıyla, apalı kapılar ardında hiçbir görüşme ya da müzakere yapmayacağız! Bizim bu büyük milletten saklayacak bir planımız yok.
Her şey bu milletin bilgisi dahilinde ve kamuoyuna açık bir biçimde yaşanacaktır.
Beni bu salonda dinleyen dava arkadaşlarım ve ekran başında izleyen vatandaşlarım da iyi anlasınlar. Bu nesebi gayrı sahih planı, Mondros gibi, Sevr gibi yırtıp atmak için, sokaklarda, meydanlarda, Meclis’te nerede ve nasıl gerekiyorsa her yerde
Mücadele etmek dönemi başlamıştır.
Parolamız bellidir:
Türkiye’yi Türksüzleştirmeyeceğiz!
Türk milletini böldürmeyeceğiz!
Cumhuriyetin niteliklerini değiştirtmeyeceğiz!
Yeri değil belki ama bilinmesini isterim ki; Bundan sonra hak etmeyen bazı insanlara nezaket ve saygı göstermekten geri duracağım. Zira kendisine gösterilen nezaketi suiistimal edenler var. Aldığımız aile terbiyesi ve geçmişimize olan saygımızdan ötürü sergilediğimiz hassasiyeti istismar ederek bunu fırsatçılığa çevirmekten utanmayanlar var.
Buradan kendilerine sesleniyorum: Benim saygım, sana değil oturduğun koltuğadır. Çünkü ben o koltuğun ilk ve gerçek sahibini tanıyorum. Şahsına bu zamana kadar gösterdiğim saygıyı, o koltuğun gerçek sahibine duyduğum vefanın sadakası saymanı da temenni ediyorum. Adana tabiriyle kirişteğe dönmüş, İYİ Parti'ye fırıldak diyor. Biz seni topaç gibi kimlerin çevirdiğini bilmiyor muyuz zannediyorsun.
Bu kadarı sana yeter, fazlası da zaten bana yakışmaz!
Vatandaşlarımıza olduğu kadar, seçmenimize karşı da bir sorumluluğumuz olduğu unutulmamalıdır. Bunun hilafına bir hareket planı olan, başka türlü hesapları olan,
Veya İYİ Parti seçmeni dışında hesap verdiği başka bir makamı olan varsa bilsin ki, aramızda yeri yoktur. Çünkü, milli mücadele zamanı ihanete merhamet yoktur.
Seçildiği oyların ne manaya geldiğini hala bilmeyen varsa, o seçmenlerin verdiği meclis vazifesinin neyi gerektiğini anlamayan, yahut bu mücadeleyi vermek yerine, bundan kaçmayı tercih edenler varsa, size açık olan kapıların nereler olduğu malumdur. O kapılarda, yakasında taşıdığı milletvekili rozetinin ağırlığını, kuyumcu tartısındaki rakamdan ibaret görenlere, aynı tartıyla gramajı yüksek rozetler takmak isteyenler de vardır.
Bize, cesareti ve şerefi 3 gram olanlar lazım değildir, bu parti siyasetçiyim diye poz kesmeye çalışanların fotoğraf stüdyosu değildir! Biz, milletinden ve seçmeninden başka hiç kimseye bir borcu olmayanların, kafasına da bu memleketten başka hiçbir şeyi takmayanların partisiyiz. Bizi kuran ahlak ve vicdan budur. Bize 2018 seçimlerinde bismillah diyerek bugüne kadar verilen oylar da bunun içindir. Kimse kendisini, bu büyük vefanın ve alın terinin üzerinde görme cüretine kapılmasın.
Kimse Türk milletine, onun devleti, gafillerce ele geçirilmişken, onun varlığına karşı topyekün bir kalkışma yapılıyorken, kahve dedikodularıyla sosyal medya şovmenliği yaparak kahramanlığa kalkışmasın. Niyeti iyi olanlar da, amellerini aynı iyilikte ölçsün ve biçsinler! Aksine ihtiyacımız yoktur!
Bilinsin ki, kimler İYİ Parti içinde beyhude sorunlar yaratmak istiyorsa, onlar Türk milletine sorun diye bakıp sorun yaratanlarla bir ve aynıdır. Ve bu mücadelenin otağı olan İYİ Parti’nin onlara ihtiyacı yoktur!
Benim de artık bunları hoşgörüyle karşılamaya tahammülüm yoktur! Ve yine bilinsin ki hürriyeti 3 kişi getirdi. Kurtuluş Savaşı’na 19 kişi başladı.
Bugün burada kimlerle berabersem, yarınlarda da onlarla beraber olacağım. Milletimiz Mahmut Şevket Paşa gibi soruyor, düşünüyor, kahroluyor! “Vatan gidiyor! Millet mahvoluyor! Ne duruyoruz, biz de cesaret, biz de hamiyet yok mu?”
Soruyorum. Cevap verin!
Türk milletini bölmeye çalışıyorlar, böldürecek miyiz? Cumhuriyeti yıkmaya çalışıyorlar, yıktıracak mıyız? Türk yurdundan yurt istiyorlar, verecek miyiz?
O zaman bugünden tezi yok gidenlerle değil, gelenlerle ilgileneceksiniz. Türk milletine olan görevinizi sorumluluğunuzu unutmayacaksınız. İYİ Parti’yi bekleyen tarihsel göreve dört elle sarılacaksınız.
Unutmayın, tarih bizi, milletin kurtuluş yolunu açmaya memur, çağ bizi, milletin evini büyütmeye mecbur, devir bizi, milli mücadeleyi güçlendirmeye mahkum etmiştir.
O halde bu yolu birlikte yürüyeceğiz, bu evi elbirliğiyle büyüteceğiz, bu cepheyi inançla, inatla ve yüksek bir iradeyle genişleteceğiz.
Milletimize olan çağrımı tekrarlıyorum:
Sevdası Türkiye, kaygısı Türk milletinin geleceği olan, Cumhuriyet değerlerine bağlı ve sorumluluk sahibi herkesi bizimle birlikte mücadele etmeye davet ediyorum.
Nefislerimiz ayaklarımızın altında, ideallerimiz başımızın üstündedir.
Bu devran değişecek, bu düzen böyle gitmeyecek, tek adamlık son bulacaktır.
“Nâ-merd olayım bu çarka eğer minnet edersem,
Senin zulmünle kederlenirim mi sanırsın?
Allah’a tevekkül edenin yâveri Hak’dır,
Bu gönül, bu millet, elbet bir gün olur şâd olacaktır.
Editör: Semir Yapıcı
Evet işte görmek ve duymak istediğimiz şeyler bunlar. Gerçek bir Türk nasılsa öyle. Mert, dürüst ve gözü pek. Bu konuşmayı çok beğendim. Türkün yolu budur. Dürüstlük, mertlik, siyasi ahlak ve cesaret. Türkler tarih yazdı ise, bu vasıfları ile yazmıştır. Bu vasıflar olmayınca ortada Türk denilebilecek bir şey kalmıyor. Yozlaşmış ve kirlenmiş bir maymun kalıyor.