Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünü okuyan, ardından Pamukkale Üniversitesi Aile Danışmanlığı bölümünü bitiren Yağmur Karakurt, cinsiyet eşitsizliği ve bireylere atfedilen cinsiyet rolleri hakkındaki sorularımı yanıtladı. Çift ve Aile Danışmanlığı yapan Karakurt, şu anda toplumsal cinsiyet ve cinsellik kalitesi ile ilgili çalışma yürütürken aynı zamanda uluslararası bir okulda psikolojik danışman olarak çalışıyor.
Aldığı eğitimi kültürel birikimiyle harmanlayarak cinsiyet rolü tabularını yıkmayı amaçlayan Karakurt, toplumsal cinsiyet rollerinin kişiler üzerinde kurduğu baskı ve kişilerin bu baskı sonucundaki davranışlarının gelişimini anlattı.
1) Cinsiyetçi ifadelere maruz kalarak büyüyen çocukların geç çocukluk dönemi davranışlarında ne gibi değişiklikler görülebilir?
- Doğduğumuz andan itibaren toplumsal cinsiyet rolleri kulağımıza fısıldanıyor. Kültürden kültüre değişen bu roller bize ezberletiliyor. Bizim ülkemizde bu roller ‘kadın kırılgandır, evinde oturmalıdır, yuva kurmalıdır, çocuk bakmalıdır’ şeklinde. Bu yüzden kız çocukları ancak ‘hanım hanımcık’ olursa kabul göreceklerini düşünüyorlar. Aynı şekilde erkeklere de ‘güçlü ve girişken’ olma rolleri atfediliyor. Bu düşüncelere maruz kalan çocuklar gelişme sürecinde kendilerinden beklenen davranışları sergilemeye çalışıyorlar. Mesela bir kız çocuğu etek yerine pantolon giymek istediğinde ‘kız dediğin etek giyer’ denilebiliyor. Ya da bir oğlan çocuğu henüz kendini tanıma döneminde, merak edip oje sürmek istediğinde veya mastürbasyon yaptığında çevresi endişeye kapılıp çocuğu kısıtlıyor. Geçmişte bir okulda çalıştığım için gözlemleme fırsatım oldu, çocukluk döneminde bu tarz olayları sıklıkla yaşıyoruz.
Tabii olayın sosyal boyutu var bir de. Çocuklar bu cinsiyetçi ifadeleri ailelerinden öğreniyorlar. ‘Erkek gibi veya kız gibi’ davranırsam kabul görürüm diyen çocuk, okula geldiğinde ailesinden öğrendiği gibi hareket ediyor ve davranışları ailesini taklit eder nitelikte oluyor.
2) Özgüveni yüksek bir çocuk cinsiyetçi ifadelere maruz kaldığında özgüveni zedelenir mi? Bu durum çocukta nasıl bir etki yaratır?
- Psikolojide özgüveni etkileyen çok fazla faktör var ama bu durumu kız çocukları açısından düşünürsek cinsiyetçi ifadeler kız çocuklarının potansiyelini ciddi anlamda kısıtlıyor. Kadını evle sınırlandıran ifadelerin kız çocukları üzerinde tabi ki etkisi oluyor. Özgüveni yüksek bir kız çocuğu yapamayacağı meslekler veya oynayamayacağı oyunlar sıralandığında kendi potansiyelinden uzaklaşıyor. Bunu erkek çocuğu için düşünürsek özgüven çoğu zaman girişkenlikle eşleştiriliyor ama girişkenlik dışında kendine güvenme ve yeri geldiğinde kendini ifade etme gibi özellikleri de var bence. Sessiz kalan bir çocuk hakkını savunmaya gelince kendini çok güzel açıklayabilir, bence bu da özgüveni gösterir ancak toplumda genelde sessiz olan erkek ‘biraz girişken ol, biraz saldırgan ol’ denilerek yönlendiriliyor ve bu da özgüveni zedeliyor.
3) Gençlik döneminde seksist ifadelerle karşılan bir birey geleceğini nasıl yönlendirir?
- Bu konunun üzerine tez yazıyorum şu anda, cinsiyet rollerine maruz kalan biri flört ilişkilerinde oldukça sorun yaşıyor. ‘Erkek hesabı öder, kadının cinsel hayatı varsa hoş görülmez ve kolay kadındır’ gibi ifadelerle kadın da erkek de kalıba sokulmaya çalışılıyor. Bu kadar belirgin bir baskı varken bu kalıplardan etkilenmemek imkânsız. Bireylerin iradesinden öte bir konu bu. İrade dışı kalıba sokulan bireylerin birbirleriyle ilişkileri de sağlıksız oluyor. Bu konunun eş ilişkilerindeki olumsuz etkileri araştırmalarla kanıtlandı aslında. Toplumsal cinsiyet rollerinde geleneksel tutumu kabullenen çiftlerin cinsellik doyumunun azaldığı araştırmalarla ortaya koyuldu.
Ayrıca cinsiyet icrası kavramına da değinmek gerek diye düşünüyorum. Dışarıda toplumsal cinsiyet rollerine aykırı davranan bir kadın evin içine girince eşitlenmek için geleneksel rolleri sürdürüyor. Dışarıda çalışan bir kadının eşiyle eş değer seviyede olması gerekirken kadın geleneksel rolünden de kopmamak için evde birçok iş yapıyor. Bu da tabi bireylerin tükenmesine sebep oluyor. Toplumun beklentisini karşılayacağım diyen kadın sadece ‘anne’, erkek ise sadece ‘hizmet bekleyen bir kişi’ oluyor. Günümüzde bu algı her ne kadar değişmiş olsa da hala seksist ifadelerin kullanıldığını görebiliyoruz. Kelimelere dökülmese bile düşüncelerde yer alan seksist ifadeler gözlemlerle ortaya konulmaya devam ediyor diyebilirim.
4) İş hayatında cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan bir birey işinde başarılı olabilir mi? Bu ayrımcılığın birey üzerindeki etkisi nasıl olur?
- Bu soruya araştırmalar üzerinden cevap vereyim. Türkiye’de ‘eşit ücret, eşit emek’ gündemde. Kadın ve erkeğin aynı işte çalıştığı, aynı emeği verdiği ama farklı ücretler aldığı aşikâr. Türkiye bu eşitsizlikte Dünya listelerinin üst sıralarında yer alıyor. İş hayatında cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan bir bireyin tatminlik seviyesi düşer, iş tatmininin düşmesi de işe yarama duygusunu, bir şey yaratma duygusunu tetikler. İş hayatındaki ayrımcılık iyilik halini etkiler, özgüveni etkiler. Bireyi başarısızlığa sürükler.
5) Kadın veya erkek olduğu için baskı gören bir kişide ne tür değişiklikler meydana gelebilir?
- Baskı gören birey sosyal onay almaya çok aç hale gelebilir. Yani kadın dediğin böyle olur/erkek dediğin böyle olur… İyi de nasıl olur? Bu bireyler sürekli arkaya, topluma bakma ihtiyacı duyar. Toplumdan onay olma ihtiyacı karşılanmazsa ‘yanlış mı yaptım, biri bir şey der mi?’ gibi kaygılarla kültüre bağımlı hale gelir. Bu psikolojik sağlığın riske atıldığı bir durum.
Kadın cinayetlerinin ve tecavüz haberlerinin gündemde olmasını bir piramit gibi düşünelim. Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nin yarattığı bir piramit bu. Piramitin en altında seksist ifadeler, bir üstünde fiziksel ve cinsel şiddet var ve bu piramit cinayete kadar ilerliyor. Bu piramitin en altında yer alan, aileden ve toplumdan gelen seksist ifadeler bazen insan haklarının önüne geçebiliyor. Piramitin ilerlemesi sebebiyle bazen bireylerin yaşam hakkı bile ellerinden alınıyor.
6) Cinsiyeti yüzünden aşağılanan bir bireyin kendisiyle barışık olması sizce mümkün mü?
- Türkiye iç içe ailelerden oluşan bir toplum. İç içe kavramını ağaç ve mantara benzetebiliriz. Ağacın dibindeki mantarları düşünelim, mantarlar çocuk ağaç da ebeveynler veya büyük aile olsun. Böyle bir kültürde mantarın cinsiyet sebebiyle aşağılanması yalnızlığa sebep olur. Aileden ret yiyen kişi aidiyet hissedemez, kabul görme ihtiyacını karşılayamaz. Bu sebeple de kendisiyle barışık olma ihtimali düşüktür. Ancak bu ihtimal düşük olsa da birçok faktöre göre değişebileceğinden herkes için aynı değil. Türkiye iç içe yapısından bireyleşmeye doğru gittiği için bu durum yıllar içinde değişebilir. Örneğin şu an LGBTQ ve kadın hareketleri sosyal mecraların gündeminde. Artık herkes birbirine destek oluyor, bu durumda içinde bulunduğu toplumdan ret alan biri sosyal destek mekanizmalarından yararlanabilirse ayrımcılığa maruz kalmanın getirmiş olduğu psikolojik etkilerden bir nebze olsun sıyrılabilir.
7) Gelişim döneminde maruz kaldığımız eril ifadeleri zihnimizden atmak mümkün mü? Rahatsız olduğumuz halde farkında olmadan kalıplaşmış eril ifadeleri kullanıyor olmamızın sebebi nedir?
- Bir bilim insanı Whorf’un dildeki eril ifadelerle ilgili çalışması var. Whorf diyor ki; ‘‘Kişi nasıl konuşursa öyle düşünür, nasıl düşünürse öyle davranır’’ Yani aslında kullandığımız dil bizim hislerimizi, düşüncelerimizi, dolayısıyla da davranışlarımızı etkiliyor. O sebeple eril ifadeleri yeniden düzenlememiz gerekiyor.
Rahatsız olduğumuz ifadelerin yerine koyacak daha işlevsel daha alışıldık bir şey henüz bulamadık. Ben çoğu ifadenin zamanla değiştiğini düşünüyorum. Anlata anlata, kullana kullana ‘bayan’ değil ‘kadın’ demeyi öğrettik ve öğrendik. Bu iki kelimenin arkasındaki anlam çok kişiye ulaştı, çok kişi dilinde bu ifadeyi düzeltti. Bu gibi farklı kelimelerle cinsiyet ayrımcılığından azade terimler bulunabileceğini düşünüyorum. Bilim adamını bilim insanı yapmamız gibi mesela.
Bu ifadeleri kullanmamızın sebebi kalıplaşmış ve alışıldık ifadeler olması. Bence altındaki anlam anlatılır ve yerine yeni bir kelime getirilirse uzun vadede de olsa değişim yaşanabilir.
8) Ebeveynlerin hayalleri ve istekleri doğrultusunda yetiştirilen çocukların zihnine kodlanan ‘‘Kız/erkek dediğin böyle olur’’ cümleleri çocukların hayatına nasıl etki eder?
- Çocuklar çocukluk dönemlerinde bu ifadelerle büyüyorlar, büyüyünce de dinledikleri kişi olmaya çalışıyorlar. Nuran; Nuran olmaya değil, Nuran ‘o kız’ olmaya çalışıyor çünkü öyle bir öğüt aldı ve çok küçüktü. Küçükken bu tarz şeyleri kafamızda analiz edemeyiz, doğruyu yanlışı algılayamayız. Düşünceleri kendi değerlerimize göre tartabilme yeteneğimiz çok zayıf oluyor, dolayısıyla gördüğümüzü ve duyduğumuzu öğrenmeye çalışıyoruz.
Bence bireylere birey olma hakkı verilebilmeli. Birini cinsiyetine göre ayırdığımızda yapabileceklerini biyolojinin kaderi olarak nitelendiriyoruz, buna inanıyoruz ve ‘kaderden öteye gidilmez’ diyoruz. Bence hayat öteye geçemeyeceğimiz bir yer olmamalı.
9) Cinsiyet ayrımcılığının yalnızca kadınlar üzerinden yapıldığı düşüncesi sizce doğru mu?
- Elbette kadınlara daha fazla yapılıyor denilebilir çünkü görünür etkileri var. Kadınlar yaşama, eğitim alabilme, sağlığa ulaşma hakkı gibi en temel insan haklarından bile mahrum kalıyor. Bu ‘erkekler buna maruz kalmıyor’ demek değil, erkek de kendine yüklenen roller sebebiyle kendini bazı şeylere mecbur bırakıyor. Erkekler de güçlü olmak, cinsellikte aktif olmak, evi geçindirmek veya ailesini korumak zorunda kalıyorlar. Bu rolleri başaramayan erkekler toplumda ‘erkek’ olarak görülmüyor. Mesela askere gitmeyen erkek, ‘erkek’ olarak kabul edilmiyor.
Toplum tarafından kabul edilmeyen bu bireylerde depresyon ve intihar gibi olumsuz etkiler görülebiliyor. Aynı zamanda literatürde toplumsal cinsiyet rollerinin bireylerde yarattığı strese bakılırsa her iki cinsiyetinde stres yaşadığını görüyoruz. Bu da kadınların da erkeklerin de baskıya uğradığını gözler önüne seriyor. Ancak kadınların bunlarla beraber haklarının da ellerinden alınması daha dezavantajlı bir durumda olmalarına sebep oluyor.
10) İş mülakatlarında sorulan ‘‘Evli misiniz? Bekar mısınız? Çocuk yapmayı planlıyor musunuz?’’ gibi sorular iş hayatına atılmayı planlayan bir kadını nasıl etkiler?
- Bu soruya her şeyden önce bir ‘kadın’ olarak cevap vereyim, bu sorular kadınları olumsuz etkiliyor. Erkeklere belki evlilik soruluyor ama evli olmaları onlar için olumlu bir özellik oluyor çünkü gömlekleri ütülü, karnı tok işe gelecekler demek oluyor ve düzenli bir hayat sinyali veriyor. Ancak kadın için durum tam tersi çünkü kadının işi işte bitmediğinden ve enerjisinin bir kısmını da evine verdiğinden evli olmak olumsuz bir özellik olarak görülebiliyor.
Geleneksel cinsiyet rollerinin ev içi emeği yalnızca kadına yüklemesi sebebiyle toplumun dayattığı evlilik de evliliğin dayattığı hamilelik de kadınların iş hayatında ayrımcılığa uğramasına sebep olan faktörler haline gelebiliyor.
Nuran Çal