Hüseyin Nihal Atsız tarafından yazılan ve ilk baskısı 1972 yılında Ötüken Neşriyat yapılan kitap, son olarak 78. baskıyla okuyucunun karşısına çıkmış olup bu alanda en çok okunan kitaplardan biri olmayı sürdürmektedir. Kitabın, Atsız’ın hayatından izler taşıdığı bilinmektedir. Selim Pusat karakteri ile kendini, Ayşe Pusat karakteri ile eşi Bedriye Hanım’ı, Yek / Key / Osman Fişer karakteriyle Süleymaniye Kütüphanesi’nde beraber çalıştığı Oskar Rescher’i (Osman Reşer), Dr. Cezmi karakteriyle de Tıbbiye’den sınıf arkadaşı Cezmi Türk’ü sembolleştirmiştir. Kitaptaki diğer isimlerin de yine Atsız’ın hayatında var olan isimler olduğu, Tosun’un da Atsız’ın oğulları Yağmur veya Buğra’dan birini veya her ikisini birden temsil ettiğine inanılmaktadır.
Kitap, hikâye örgüsünde kullanılan sembolizm ve yer yer yakın tarihe yapılan vurgular ile de okuyucuyu hem düşünmeye hem de farklı duyguları tartmaya itmektedir. Özellikle Selim Pusat’ın duygusal / ahlaki yönü sebebiyle oldukça tartışmaya sebep olmuş, Selim Pusat’ın durumu hakkında çok farklı düşünceler ortaya çıkmıştır. Bunda Selim’in herkesin gözünden farklı bir şekilde görülmesi ve ruhunun dalgalı olması etkilidir. Kitap daha ziyade duygu geçişleri ve kişilerin birbirileri ile olan duygusal bağları üzerinden yorumlanmaya açıktır. Bu inceleme denemesinde ise amaç kesin bir yargıya varmak değil, karakterleri, düşünceleri ve olayları inceleyerek, okuyucunun kendi bakış açısı ile diğer görüşleri karşılaştırabilmesine imkân sağlamaktır.
Hikâyenin ana karakteri olan Selim Pusat, bir askerdir. Askerliğe karşı olan yüksek derecedeki ilgisi ve onu benimseyişi, onu bazı beşeri zevklerden vazgeçmeye dahi itmiştir. Bir gün derste “Kralcı” olduğunu ifade etmesi ve ardından yaşadığı bir tartışma neticesinde, arkadaşı Yüzbaşı Şeref ile suçlu bulunmuş; ilk önce vatana ihanetten yargılanmış fakat bu karar Yargıtay’dan dönmüştür. İkinci yargılamanın ardından iki yıla mahkûm edilmişler, vatana ihanet suçlamasından ise beraat etmişlerdir. Yattıkları süre ise iki yıldan fazladır ve hapisten artık asker olarak değil, hiçbir vazifesi olmayan insanlar olarak çıkarlar. Şeref ile birkaç kez görüşürler ama hayatta kimsesi olmayan Şeref, bir gün Selim’e “Tiyatro bitti. Beklemeye lüzum görmüyorum” şeklinde bir not yazar ve intihar eder. Selim, hem askerlikten çıkarılması hem de Şeref’in intiharı ile artık o eski Selim olmaktan tamamen uzaklaşmıştır. İçine kapanık, insanlara güvenmeyen, onları hakir gören, alkol alımını düzenli ve bazen de aşırı hale getirmiş bir insana döner. Olaylar, Selim’in bu ruh hali çerçevesinde gelişecektir.
Ayşe Pusat’ın Gözünden Selim Pusat
Ayşe Hanım, dindar bir insandır. Kocası ise dindar olmamakla birlikte eskiden kendi dini duygularına saygı göstermektedir ama artık buna aldırış etmemektedir. Artık kocasının inandığı tek hakikat ölümdür. Eskiden de vazife veya fikir uğrunda ölmekte eşsiz bir güzellik ve büyüklük bulmaktadır, fakat artık ölümü özler gibi bir hali vardır. Kocasını daima aşırı bulan Ayşe Hanım’ın evlenirken bu aşırılık hoşuna gitmiş olsa da zamanla bunun durulmasını beklemiş, fakat umudu boşa çıkmıştır. Onda gizli kaynaklardan gelen bir ateş bulunduğunu ve bunun onu daima aşırılığa, tehlikeye, kendini harcamaya sürüklediğini düşünmektedir. Eskiden pek çok meselede saf ve bilgisiz olan, çabuk aldatılan kocasının şimdi müthiş bir münkir olduğunu ve artık onu aldatmaya imkân olmadığı fikrini taşımaktadır. Onu hayata bağlamak için yaptığı uğraşların boşa çıktığına inanmakla birlikte kocasının “henüz karar verememiş olduğunu”, içinde korkunç bir mücadele cereyan ettiğini hissetmekte ve bunun neticesinden ürkmektedir. (Ayşe Pusat’ın bu tespiti belki de Selim Pusat hakkındaki en isabetli tespitlerden biri olabilir.)
Ona göre “Denilebilirdi ki Selim’in kalbinde sevgiden eser kalmamış, onun yerini kin ve tiksinti doldurmuştu.” Yine de ona dair ümitlerini tamamen kaybetmemekte ve onun yaralı bir insan olduğunu düşünmektedir. Kendisini bir hastabakıcı olarak gören Ayşe Hanım, hastanın derdini anlamamaktan ve hastanın da herhangi bir şikâyette bulunmamasından muzdariptir. Bu sebeple de denemelerinde başarılı olamadığını hissetmektedir. Ona karşı hislerindeki en derin düşünüşü ise, onun yeniden hayata dönmesi, kalbinde yeniden ateşin yanması için “onun bir başkasını sevmesine bile razı olması” ifadesinde görülür. Bu, bir kadının hayatta belki de isteyebileceği son şey olmasına rağmen, Ayşe Hanım’ın Selim Pusat’a karşı olan sevgi, şefkat, acıma, sahiplenme gibi karışık duygularının tezahürüdür adeta bu düşünce. Ayşe Hanım, romanın ilerleyen bölümlerinde özellikle kocasının Güntülü’ye karşı olan ilgisini fark etse de kocası ile bağını tamamen koparmamış, onun için endişelenmeye devam etmiştir. Denilebilir ki Ayşe Pusat için Selim Pusat, “çıkmadık candaki umut” olarak hep var olmaktadır.
Güntülü’nün Gözünden Selim Pusat
Onun fırtınalı bir hayat yaşadığını düşünmekte ama zayıf iradeli bir adam olmadığına inanmaktadır. Üstelik hayatında Ayşe Pusat gibi bir kadın olması sebebiyle, hayatındaki buhranı atlattıktan sonra huzur içinde yaşayan, bahtiyar bir kimse olması gerektiğini düşünmektedir. Fakat ona dikkatli baktığı zaman onu olgun bir subaya değil, toy bir şaire benzetmektedir. Elbette bunlar, onun Güntülü olarak düşünceleridir. Geçmişten gelen halini ise Selim Pusat ile Çamlı Koru’da yürürken ortaya koyacaktır. Burada Selim Pusat’ı Mete Han’ın ordusunda bir subay olarak nitelemesi ve kendisini de “ok atılmayanlardan biri” olarak belirtmesi, aslında onu şimdi Güntülü olarak görünen halinden çok daha fazla tanıdığına işaret etmektedir. Güntülü aslında geçmişten gelmektedir ve Selim’in o “pars bakışları” ile etki altına alabileceğinin ve Selim’in ona karşı zaafının farkındadır.
Leyla Mutlak’ın Gözünden Selim Pusat
Leyla Mutlak ile Selim Pusat arasındaki ilişkide bir hiyerarşi göze çarpmaktadır. Bu kendisini farklı karşılaşmalarda, farklı şekillerde gösterir. Çamlı Koru’da Selim’in koluna girdiğinde ve Selim aksini istediğinde bunu yapmaması ve kesin bir “Hayır!” demesi, Çamlı Koru’dan Leyla’nın evine geldiklerinde Selim’in eve girmek istememesi üzerine Leyla’nın “Size emrediyorum. Şimdi geleceksiniz” çıkışı ile Selim’in esas duruşa geçmesi ve Selim’in derdini bastıracak çarenin “ışığı bastıracak daha parlak bir ışık” diyerek onu ima etmesi üzerine “Müsaade ediyorum. Beni sevebilirsiniz” çıkışı bunun bazı örnekleridir. Bu elbette Selim’in onun “tahtın varisi” olduğunu bilmesinin ve bu prenses asaleti ve güzelliğine duyduğu saygının da bir yansımasıdır. Leyla da bunu mutlaka hissetmektedir. Leyla, askerliğine mal olan olaylar konusunda Selim’e iftira atıldığını düşünmekte ve ona “yakınlık ve saygı” duymaktadır. Üstelik ona güvenmektedir. Öyle ki bu güvenini “İnsanların çoğu belki güvenilmeye layık değildir. Fakat siz… Selim Pusat… Size güvenilir. Çünkü siz başka hiçbir şey olmasanız bile krallık taraftarısınız!” diyerek de ifade eder. Aralarındaki bu “hiyerarşik” ilişkiyi bozan belki de tek kısım, Leyla’nın Güntülü’nün resmine uzun uzun baktıktan sonra “İşte, şimdi kıskandım.” dediği kısımdır.
Yek’in Gözünden Selim Pusat
Yek, Selim Pusat’ı en çok zorlayan / sorgulayan karakterdir. Onu belki de Selim’in kendi duyguları ile mücadelesindeki bir yansıma veya kendine ifade edemediği duygularını onun yüzüne söyleyen yanı olarak da görebiliriz. Çünkü girdiği farklı karakterler ile bunu sair defalar yapmıştır. Yek, Selim Pusat’ın artık insanların gözünde doğru bir adam olduğunu, böyle tanındığını, bir gün yalan söylese dahi kimsenin buna inanmayacağını belirtir. Selim’in aşk ve yaş konusundaki umursamaz fikirlerine ise onun da bir gün kendisinden yirmi beş yaş küçük bir kıza âşık olabileceğini ve hatta olacağını ifade ederek karşılık verir. Bütün roman boyunca Selim’e hem bilgiler verir hem de onu sorgular. Bir nevi, kendine ifade etmediği duyguları ifade etmesini, içindeki sırları açığa dökmesini sağlamaya çalışır. Nitekim romanın sonunda da onu “yasak aşk” suçlamasıyla “Büyük Mahkeme’ye” götüren kişi de o olacaktır. Yani hem sırrını ifşa ettirmiş, hem de onu bu sebeple yargılamaya götürmüştür. Bu ikisini birlikte düşünürsek Yek’in Selim Pusat’ın kendini arayan ve kendini suçlayan yanını birlikte temsil ettiğini de düşünebiliriz. En azından böyle bir düşünceye sevk edici unsurlar mevcuttur.
Yek karakterini elbette bir bölümde Key (Doktor Selim Key) olarak görmekteyiz. Ayşe Hanım’ın kocasının ateşinin yüksek olduğunu anlaması üzerine eve getirdiği Doktor, Selim Pusat ile zoraki sayılabilecek bir sohbet başlatır ve tıpkı Yek gibi onu bazı duygularını ifade etmesi için adeta “kışkırtır”. Selim, bu yabancının Yek olduğuna emindir ve bir yabancının ona aşktan muzdarip olduğunu söylemesinden rahatsız olur ve burada “Şunu da unutmayın ki ben evli bir adamım” sözüyle bu “yasak aşk” imasını reddeder. Oysa Doktor için Selim’in Güntülü’ye duyduğu aşk bir gerçektir ve o gelmeden önce Güntülü’nün resmine bakmış olduğunu bir “delil” olarak önüne koyar. Selim, buna karşılık verememiştir.
Dr. Binbaşı Cezmi Oğuz’un Gözünden Selim Pusat
Cezmi Oğuz, Selim Pusat’ı Teğmen olduğu dönemden tanımakta ve onun içkiye olan meylini bilmektedir. Onu muayene ettikten sonra da hastalığını daha ziyade buna bağlama eğiliminde olsa da Selim’in hafif müstehzi tepkisi üzerine bunu aşka da bağlar. Fakat Cezmi ile Selim’in bu konudaki görüşleri farklıdır. Cezmi aşkı bir “netice” ve “şehvetin estetik hali” olarak tasvir etmektedir. Üstelik Selim’in evlenmeden önce bazı aşk maceraları yaşadığını da bilmektedir. Selim, Cezmi ile bu konuları daha rahat konuşur. Cezmi’nin söylediklerinden erkeklerin hanımlarını hep aldatacakları sonucunu çıkarmıştır. Cezmi de bunu doğrular ve bunun aslında karşılıklı olduğunu iddia eder. Ve diğerleri gibi o da Selim’e kendisinden yirmi beş yaş küçük bir kızı sevebileceğini belirtir.
Yüzbaşı Şeref’in Gözünden Selim Pusat
Yüzbaşı Şeref, hem bugün hem de geçmiş hayatında Selim Pusat’ın en yakın arkadaşıdır. Bunu Şeref’in özellikle Güntülü ile ilgili ısrarlı sorularından ve romanın son kısmındaki ifadelerinden anlayabiliyoruz. Şeref, Selim ile “Kralcı olmakla” suçlanıp da yargılandıktan ve askerlikten atıldıktan sonra “beklemeye lüzum görmemiş” ve intiharı seçmiştir. Selim, bu manada Şeref gibi olamadığı için kendisine bir miktar kızmakta ve üstünde bir yük hissetmektedir. Şeref’in duvardaki fotoğrafı ise Selim için uzaklardan bakan bir sembol niteliğindedir. Selim’in duyguları ve davranışları değiştikçe, Şeref’in duvarda asılı fotoğraftaki bakışı / duruşu da değişmekte; ona hem bakışı ile hem de duruşu ile Ayşe Hanım’ı üzmeye ve aldatmaya hakkı olmadığını belirtmektedir. Yine Güntülü’nün resmine baktığı bir gün Şeref ile yüzleşirler. Şeref ona geçmişte yaşadıkları ızdırabı, Tanrıkut Mete’nin ordusunda iken sevdiğine ok atmadığını, üstelik bunu “hak etmeyen bir kız” için yaptığını hatırlatır. Ona görünmesinin asıl amacı Selim’in kendine gelmesi, iradesini takınmasıdır. Şeref’e göre Selim’in ilk başlarda kendisini en çok sevdiği şeyden (askerlikten) ayırdıkları için içmeye hakkı vardır çünkü yarını olmayan bir adamdır. Fakat artık doktor yasağına rağmen içiyor oluşu, onun iradesiz olduğunun bir tezahürüdür. “Tosun’u bir subay olarak görmek ümidi” dahi Selim’i yeterince etkilememektedir. Ona göre Selim, Tanrıkut Mete döneminde bir anda işlediği bir fiili, şimdi bilerek, isteyerek ve zamana yayarak işlemektedir. Bütün bu konuşmalar neticesinde Şeref’in, Selim’in artık dönülmez bir yola girdiğine hükmettiği aşikârdır. Bu sebeple o da Selim ile yollarını ayırır.
Bu isimler dışında diğer genç kızların da (Nurkan ve Aydolu) Selim hakkında bazı görüşleri vardır ama bunlar yüzeysel olarak işlenmiş olup, daha ziyade ona duyulan saygının bir neticesi olarak yansıtılmıştır. Onların romandaki yerini, Selim Pusat’ın gözünden biraz daha detaylı inceleyebiliriz.Veysel ÇıtlakYazarın "Ruh Adam Üzerine Bir Tahlil Denemesi" başlıklı yazısı ilk olarak Kav Dergisinin ikinci sayısında yayımlanmıştır.
Köşe Yazıları
Yayınlanma: 02 Mayıs 2020 - 18:16
Ruh Adam Üstüne Bir Tahlil Denemesi - I
Hüseyin Nihal Atsız tarafından yazılan ve ilk baskısı 1972 yılında Ötüken Neşriyat yapılan kitap, son olarak 78
Köşe Yazıları
02 Mayıs 2020 - 18:16