Bu çalışma, Milliyetçi Kongre Derneği öncülüğünde hazırlanmıştır.
Türkler, Türkiye’yi terk ediyorlar. İktidarın vatandaş kavramına ve bunun getirdiği medeniyete düşmanlığı, Türkiye’nin yetişmiş insanlarını düzenli olarak kaybetmesine neden oluyor. Üstelik bu gidişat yalnızca gidenlerin sayısı üzerinden okunacak bir veri değil. MetroPoll firmasının 2022 anketinde seçmenin %53’ü yurt dışında yaşamak ya da okumak istediğini belirtti. MAK ve Yeditepe işbirliği ile 2020’de yapılan bir araştırmada, 18-29 yaş arası nüfusun %76’sı yurt dışında yaşamak istediğini söyledi.
Yaş düştükçe, yurt dışında yaşama isteğinin arttığı aşikar. Üstelik son seçim sonuçlarına göre bu gidişatın nasıl şekillendiğini araştıran bir inceleme yok. Fakat eldeki verilerden hareketle, AKP iktidarının devamının gidiş kararı alma süreçlerini hızlandırdığını ve gidenlerin geri dönmeme kararını pekiştirdiğini söylemek mümkün. Bu, AKP iktidarı eliyle demografinin değiştirilmesi demek: Eğitimli “beyaz” Türkler yurt dışına kovalanırken, kültürsüz ve eğitimsiz Suriyeliler, Afganlar, Pakistanlılar, Nijeryalılar, Somalililer ülkeye dolduruluyor. Ekonomik olarak bu, Türkiye’nin modern ve Batılı bir ülke olmak iddiasından vazgeçmesi demek. Nitelikli iş kollarında yüksek katma değerli, birim fiyatı yüksek ihracat yerine, basit kol gücüne dayalı düşük nitelikli üretim ve bunun ihracatıyla para kazanmak – mevcut nüfus ve eğitim politikası iktidarın nihai hedefinin bu olduğunu gösteriyor.
TamgaTürk’ün 2021 yılında yaptığı “Vatan Gurbetlenince: Yeni Türk Kolonisini Anlamak” dosyası oldukça yoğun bir ilgi görmüştü. Seçim sonrasında aynı temada yeni bir dosya yaparak, Yeni Türk Kolonisi’ndeki yeni gelişmeleri, eğilimleri anlamaya çalıştık.
Yeni Türk Kolonisi
Araştırmaya katılan Türklerin yaş ortalaması 30 civarında; 25-30 yaş arası en kalabalık kitle. 23-48 yaş arasında 35 kişiyle yazılı, 9 kişiyle çevrimiçi yüz yüze olarak gerçekleştirilen mülakatlarda, katılımcıların mesleği sorulduğunda mühendis, doktor, yazılımcı gibi teknik bilgi ve beceri gerektiren meslekler ağırlıklı olarak göze çarpıyor. En fazla göç edilen ülke Almanya, onu Hollanda ve ABD takip ediyor.
Katılımcıların %58’i 4 yıldan kısa süredir yurt dışında yaşıyor, kalanı daha uzun süredir yurt dışında. Bu önceki çalışmayla kıyaslandığında denebilir ki, 2021 dosyasında yurt dışına göçenlerin göç etme kararını özellikle 2015’teki yoğun terör eylemleri zamanında aldığını görmüştük. Bu yeni grup katılımcıların ekserisi, 2018 genel seçimlerinden sonra böyle bir karar almış gibi görünüyor.
Göç Kararını Almak: “Vetenden Doymuşam Meni Kınama…”
Çalışmanın hemen göze çarpan ilk sonuçlarından birisi, en yaygın göç nedeni olarak ‘Bireysel Özgürlükler’in gösterilmesi. Katılımcıların yalnızca %17’si ekonomik faktörleri göç etmeleri için birincil neden olarak göstermiş. Bu, kamuoyundaki yaygın kanının aksine, yeni nesil göçmenlerin yalnızca ekonomik endişeler nedeniyle bu kararı almadıklarını gösteriyor.
Katılımcıların verdiği cevaplarda da bu gerçek tekrar tekrar görülebiliyor. Katılımcıların büyük kısmı, kanunların düzgün işlediği, devletin varlığını hissettirdiği ve haklarının korunacağına inandıkları bir ülkede yaşama özlemlerinden bahsediyor. A.S. örneğin, Türkiye’de ‘Kuralları esnetmenin akıllık zannedildiği, rüşvetin, vergi kaçırmanın, mafyalık yapmanın marifet sayıldığı’ ortamdan şikayet ediyor, ve bunda yalnız değil. S.T. de benzer şekilde, ‘Kazıklamak, hak yemek, vergi kaçırmak gibi şeyler burada büyük ayıp.’ diyor, Türkiye’yle yaşadığı ülkeyi karşılaştırınca. N.K. da yine, ‘devletin burada yaşayanları kandırmayacağını bilme’nin onu mutlu ettiğini söylüyor. Tüm bunların daha az stresli bir yaşama olanak sağlaması da yine çokça bahsedilen bir tema. M.A.K. ise, Türkiye’de insana hiç değer verilmediğini görmek için biraz dışarıdan bakmak gerektiğini söylüyor.
Yine benzer şekilde, saygı görme ihtiyacı da tekrar tekrar karşımıza çıkan temalardan. Yabancı bir ülkede yaşamanın avantajları sorulduğunda, katılımcıların çoğu diğer faktörlerden önce sosyal ahlakın ve karşılıklı saygının onları rahatlattığından ve bunun günlük hayatın stresini de önemli ölçüde düşürdüğünden bahsetmiş. F.A., mesela, yurtdışında yaşamaya başladıktan sonra Türkiye’de insanların birbirine saygı duymadığını daha net gördüğünü belirtmiş. Bu saygı görme ihtiyacı, kanunların düzgün işlediği bir ülkeye duyulan özlemle de iç içe geçiyor, zira katılımcılar her ne kadar göçmen de olsalar, yaşadıkları devletin onların haklarını savunacaklarına duyduğu inanç, Türkiye’ye duydukları inançtan daha yüksek. O.P., öte yandan, insanların gülümsemesinin, yolda karşılaşılan rastgele insanın tehditkar olmamasının yaşadığı ülkede kalmak için en önemli gerekçelerden biri olduğunu söylüyor.
Kısacası, göç kararını almada en önemli faktör, devlete ve topluma karşı duyulan güven duygusunun yitirilmesi gibi gözüküyor. İçinde yaşadıkları toplumdan ve devletten hak ettikleri saygıyı ve adaleti göremeyen nesil, bunları bulabileceğine inandığı yerlere göçüyor. Yani öncelik rejime dair kaygılar, sonra bireysel huzur ve saygınlık geliyor. Ekonomik faktörler ise, bu şahsi meselelerin ardından geliyor. Üstelik ekonomik faktörler, basit bir fakir olmak - zengin olmak ikiliğinde ele alınmıyor. Katılımcılar, ekonomik gerekçelerini "emeklerinin karşılığını almak" üzerinden tarif ediyorlar. Yani burada beş parasız oldukları için göçmüş değiller, fakat hak etmeyenlerin, emek harcamayanların kendilerinden daha fazla kazandığını görmüş ve bu yüzden öfkelenmişler.
Gurbette Yaşamak: “Gurbet Kelepçedir Yurdu Sevene…”
Yurt dışına göçen Türklerin çok azı ırkçılığa ya da benzer muameleye maruz kaldığını belirtiyor. Maruz kalanlarsa, ilginç bir şekilde çoğu zaman hak veriyor: Bir ülkenin göç etmeyi zorlaştırması lazım diyorlar. Yüz yüze mülakat yapılanlardan ikisi, yurt dışına göçme kararında Türkiye’deki kaçak göçmenlerin yarattığı sıkıntıların da etkili olduğunu söyleyerek, ülkelerin nitelikli insanlar haricinde kitlesel göçlere karşı zorlaştırıcı tedbirler almasını desteklediklerini doğrudan söylediler.
Yurt dışında gördükleri muamelede en önemli faktörlerden birisi, gittikleri ülkede daha önceden göçen Türklerin yaşayıp yaşamaması. Kolaylık olsun diye mevcut göç eden kitleyi “Beyaz Türkler”, 60’lı yıllardan itibaren misafir işçi olarak göçen Türkleri ise “Mavi Türkler” olarak kodladık. Beyaz Türkler, Mavi Türklerin yarattığı imajdan, uyum göstermemelerinden, gettoda yaşamalarından rahatsızlar. Onların yarattığı imaj nedeniyle ırkçılık yaşamasalar bile önyargılarla uğraşmak zorunda kaldıklarını belirtiyorlar. ABD’ye göçenlerinse bu sorunu yok, ancak başka bir problem karşılarına çıkıyor: FETÖ’cü ağı. Bu ağdan özellikle uzak durmaya çalıştıklarını belirtiyorlar. Yine global bir problem, Recep Tayyip Erdoğan. Erdoğan’ın menfur tavırlarının bulundukları ülkede soğuk yahut düşmanca muamele görmelerine neden olduğunu belirtiyorlar.
Özellikle kadın katılımcılar “görünümleri ve hayat tarzları modern olduğu için” ırkçılığa uğramadıklarını, kolayca benimsendiklerini söylüyorlar. Hemen bütün katılımcılarda kendileri gibi son dönemde göçen “Beyaz Türkler”le bir dayanışma var, Mavi Türkleri ise çoğu zaman olumsuz, bazen de Ö.U.’nun ifadesiyle “ailenin idare edilmesi gereken yaşlı bireyi” gibi görüyorlar. Mavi Türkler onlar için Türkiye’den göçmelerine neden olan her şeyi temsil ediyor gibi.
Yüz yüze görüşülen katılımcıların hemen hepsi yurt dışına göçtüklerinde Türkiye’deki kariyer rütbelerine nazaran bir düşüş yaşamışlar. Aralarında ilk etapta Türkiye’de kazandığından daha az kazanan bile var. Fakat bunu normal ve “huzurla yaşamak için” yapmak zorunda kaldıkları bir fedakarlık olarak görüyorlar. Türkiye’de ise yaptıkları fedakarlık karşılığında bir şey elde edebileceklerine dair inançları kalmamış. B.D., zihnindeki “Eski Türkiye’yi” anlatırken buna işaret ediyor: “Arkasında güçlü aile olmayan ve orta sınıf olmak isteyen birilerinin artık bir yere gelmesi imkansız - eskiden üniversiteye giden iyi bir hayat kurabiliyordu.”
Ve Şu Öksüz Türklüğümüz
Yeni nesil göçmenlerin yaşadıkları sorunların en başında, beklendiği üzere sosyal çevre eksikliği geliyor. Dil öğrenme konusunda yaşanan zorlukların yanı sıra, anadilinde rahatça kurulabilen sosyal iletişimin sonradan öğrenilen dillerde rahatça kurulamaması, bu sosyal izolasyonda önemli bir faktör gibi gözüküyor. A.Ö. bunu, ‘kendi dilinizden kendi kültürünüzden ve burada asimile olmamış birileriyle konuşup dertleşmek istiyorsunuz’ diye ifade ediyor.
Yüz yüze görüşülen katılımcıların hemen hepsi, yurt dışında yaşamaya başladıktan sonra Türk dizileri ve müziklerine ilgilerinin arttığını belirtti. Birçoğu Türkiye’de iken Türk dizilerini izlemez ve müziklerini genellikle dinlemezken, bu içeriğe özlemleri artmış.
Türkiye’den memnun olmamalarını siyasete, ekonomiye bağlayanlar kadar kültüre bağlayanlar da var. E.O.Ş. ve O.P. en net bir şekilde bunu dile getirenlerden. Bütün diğer parametrelerin kötüye gidişini, Türk kültüründeki birtakım marazlara bağlıyorlar. Fakat buna rağmen Türk kültürüne ve özellikle diline özlemlerini dile getiriyorlar. Biraz cüretkar ve spekülatif bir şekilde yorumlayacak olursak, dönüşen ve Batılılaşan Türklerin kültürünü ve dilini özlüyor, fakat evde zor tutulan yüzde ellinin kültüründen nefret ediyorlar.
Bir başka ilginç sonuç da, göç ettikten sonra Türk toplumuna ve mevcut toplumsal yaşam koşullarına duyulan öfke, yahut üzüntünün artması. G.Ç. ‘Agresif, sabırsız ve biraz da tahammülsüz, ve fazlasıyla alaycı’ olduğumuzu fark ettiğini söylüyor. Bu öfke yahut üzüntü hissinin artması ise, daha iyisinin olabileceğine şahit olmaktan geliyor gibi görünüyor. Göç edilen ülkenin kültürüne dair keşifler de var. Birçok katılımcı, göç edilen ülkedeki kültürün hayal ettiğinden farklı olduğunu gördüğünü söylüyor. Liberal, özgürlükçü yahut kozmopolit imajın arkasında zaman zaman sert, kuralcı ve üstünlükçü bir yönelimin yattığını söylüyorlar. Bunu bu ülkelerin başarısının sırrı olarak gören ve bu yüzden daha otoriter yahut müdahaleci görüşleri benimsediğini söyleyenler de var.
Katılımcıların yurt dışına göçü, Türk kimliğine verdikleri önemi biraz artırmış. Bunun yanında siyasi görüşlere de etkileri olmuş. Birçoğu daha liberal düşünmeye başladığını söylerken, aynı anda ekliyor: Bir tık daha milliyetçi oldum.
Katılımcıların hemen hepsi, Türkiye’yle hala çok ciddi bir duygusal bağları olduğunu söylese de, aralarında geri dönmeyi düşünmediğini söyleyenler de mevcut. Ancak, yine tekrarlanan bir tema olarak Mayıs 2023 seçimlerinden sonra Türkiye’yle olan bağlarını koruma ve sürdürme hususunda gösterilen bir yılgınlık da görülebiliyor. Siyaseten aktivizmin düştüğü, siyasi görüşler keskinleşse de “bir şey yapma arzusu”nun ortadan kalktığı maalesef gözlemlenen bir husus.
Yine de, katılımcıların yarıdan çoğu bir gün Türkiye’ye dönmek ve Türkiye’de yaşamaya devam etmek isteklerini belirtiyorlar. Ancak bu planlar için hemen herkesin bir takım ön koşulları var. C.H. örneğin, çocukları kendi hayatını kurduktan sonra dönmeyi düşündüğünü söylüyor. Ya da ekonomik bağımsızlığını kazanmak ve kendini güvenceye almak yine yaygın bir ‘geri dönüş şartı’ olarak karşımıza çıkıyor. 2021’le karşılaştırınca, geri dönüş için kurulan cümleler, verilen hedefler çok daha müphem. Dönmek bir özlem olarak içlerinde, fakat bir plan olarak gündemlerinde değil.
Göçenlerin hemen hemen hiçbiri, yurtdışındaki yerleşik Türk topluluğuyla düzenli bir iletişim içerisinde değil. İletişimleri çoğunlukla, çeşitli kapalı arkadaş grupları ile sınırlı kalıyor. Burada yine birkaç kez belirtilen acı bir husus, B.T.’nin cümleleriyle Türk topluluğu ile iletişimin birincil yolunun -özellikle Kıta Avrupası için- bir cemaate üyelik olması. Bu cemaatler üzerinden yürütülen organizasyon şekli, görünen o ki, geniş çaplı ve etkin bir diyaspora kurulmasının önünde dev bir engel. 44 katılımcıdan hiçbiri, anketin yapıldığı tarih itibarıyla herhangi bir Türk derneği ya da organizasyonunda aktif değil.
Kaldı ki, yeni nesil göçmenlerin hemen hiçbirisi kendisini halihazırda Avrupa’da yaşayan işçi kolonisiyle ayni milletten/kültürden görmüyor. Hatta bu koloniden doğan negatif önyargıların kendileri için ciddi zorluk çıkardığını düşünenlerin sayısı, yukarıda değinildği gibi hayli fazla. Katılımcıların çoğu bu kitlenin, Türkiye’de kaçtıkları kuralsızlık ve saygısızlık kültürünü, yaşadıkları ülkede devam ettirmesinden şikayetçi. S.T. bunu, "80'lerde göç eden Gaziantepli bir adam hala 80’lerde yaşayan Gaziantepli nasılsa öyle" diye ifade ediyor. Ancak, S.K. da başka bir konuya dikkat çekiyor: ‘Yaşadığım ülkedeki Türk topluluğu nispeten son yıllarda oluşmaya başladığı için güncel Türk kültürünü daha tutarlı temsil ettiğini düşünüyorum.’
Fakat katılımcılar yine de tamamen umutsuz değil. Zira, bu yeni koloninin mensupları ekseriyetle yüksek eğitimli, ve Türkiye’de de halihazırda ortalama-üstü bir hayat yaşıyorken, daha iyisini arayarak göç etmiş bir kitle. Politik okuryazarlığı ve kültürel duyarlılığı da yüksek olan bu kitlenin, Türkiye’yle bağları hala bir hayli kuvvetli. Burada birikmiş bir potansiyel enerjinin, Türkiye’yi ve Türk’leri daha iyisini aramaya iten ateşi yakacak kıvılcımı taşıyor olma ihtimali fazlasıyla mevcut. Zamanla bu bağlar çözülmeden, kitleyi harekete geçirecek bir organizasyona duyulan ihtiyaç kaçınılmaz.
Sonuç
Yurt dışına göçen Türklerin, “burada neden mutsuzdunuz, orada neden mutlusunuz?” sorusuna verdikleri cevapların özeti, “burada kural var.” cümlesi. Kuralsızlıktan, öngörülemezlikten, bunun yarattığı yolsuzluk ve haksız rekabetten bunalmışlar. Fakat aynı zamanda kimliklerini seviyorlar, büyük bir kısmı daha kozmopolit, “dünya vatandaşı” gibi bir tanımlama yerine, daha “Türk” bir öz tanımlamaya geçtiklerini söylüyorlar. Üstelik bunların ciddi bir kısmı Türkiye’de iken milliyetçilik karşıtı imiş.
O.P., yeni Türk kolonisinin bilinçaltını dışa vuruyor: “Beni bekleyen bir Türkiye yok.” Eğitimli, nitelikli, talepkâr ve ahlaklı Türklere hitap etmeyen mevcut rejim, onlara gelin mesajı vermeyi bırak, buradakilere gidin mesajı vermeye devam ediyor. Bu kadar sevdikleri ülkeleri için artık siyaseten bir şey yapılabileceğine inanç hemen hemen kalmamış halde. Fakat yardım yapacağı zaman Türkiye’deki STK’ları seçenler, politik aktivizmi bıraksa da deprem vb. felaketlerde Türkiye’ye kulak kabartanlar, ilerleyen yıllar için umut vaat ediyorlar. Ö.A., katılımcıların ortak görüşünü özetliyor, “şartlar düzelirse dönmek tabii ki isterim.” Fakat bu şartların nasıl düzeleceğini bilmiyorlar ve bunun bir parçası olma talepleri yok olmuş. Kısa ömürlerinde huzurla yaşama hakları olduğuna inanıyorlar ve mücadele süreçlerinin sonuç alamadığını gördükçe aktivizmlerini yitirmişler.
Yeni Koloninin en olumlu tarafı, yurt dışındaki Türk imajına yaptıkları katkı. Mavi Türklerin yaşadığı ülkelerde “başka Türklerin de var olduğu”nu ispatlarken, mevcut Türk nüfusunun az olduğu ülkelerde epey “elit ve nitelikli” bir Türk imajı çiziyorlar. Kendileriyle tanışanların Türk kültürüne, tarihine ilgisinin arttığını belirtiyorlar. Kendiliğinden gelişen bu süreç, FETÖ ve PKK gibi yapılarla mücadelede kamu diplomasisinin araçlarından biri olacaktır. Yurt dışında yaşayan Beyaz Türkler, huzurlu ve kurallı bir ülkede yaşamak arzularını -hala- Türkiye’den nefret etmeden dile getiriyorlar. Soğudukları şey rejim ve bu rejimi mümkün kılan “yerli ve milli Türkler.” Türkiye’yi dönüştürmek isteyecek özgürlükçü, modern ve seküler milliyetçiliğin en önemli ve etkili destekçisi olmaya namzetler. Vatan onlar için bozuk kültürlü Türkler eliyle gurbetlenince, gurbeti vatan kılmışlar. Sayıları git gide artarken, sosyal ihtiyaçları da artıyor. Bu ihtiyaçlara hitap etmek, Milliyetçi Kongre’nin öncelikleri arasında yer almalıdır.
Ehl-i dil ârâm eder her kanda kim rağbetlenir
Kâh olur gurbet vatan Kâhî vatan gurbetlenir."
Milliyetçi Kongre Derneği adına hazırlayanlar;
Ömer Faruk Engin
M. Bahadırhan Dinçaslan
çok önemli bir dosya olmuş bunu bilgisayarıma da kaydediyorum