Avukat Servet Bakırtaş'ın Katledilmesinin Ardından: Avukatların İtibarsızlaştırılması 20 Yıllık İktidarın Sonucu

TAKİP ET

Avukat Servet Bakırtaş, dün ofisinde katledildi.

Hemen her gün bir kadın cinayetinin yaşandığı, terörle mücadelede şehitlerin kanıksandığı, sığınmacılar tarafından adeta işgal edilen, sokaklarında güvenle yürünemez hale gelen Türkiye, dün işlerini yaparken öldürülen Doktor Ekrem Karakaya ve Servet Bakırtaş cinayetleriyle sarsıldı.

Avukat Servet Bakırtaş, dün Bakırköy'deki ofisinde katledildi. Bakırtaş'ın ardından Büyükçekmece'de de 71 yaşındaki Öznur Tufan aynı kişi tarafından öldürüldü. 

Tazminat Davasını Geri Çekmeyen 71 Yaşındaki Kadını ve Avukatını Öldürdü


Cinayetleri işleyen Abdullah Türkoğlu, Öznur Tufan'ın yeğenini yaralamış; bu yüzden hapis yatmıştı. Türkoğlu'na Öznur Tufan tarafından bir de tazminat cezası açılmıştı. Türkoğlu bir süre iki ismi tazminat davasını geri çekmeleri için tehdit etti. 

Meslektaşları Katledilen Avukatlardan 2 Günlük Boykot Çağrısı


Davanın geri çekilmemesi üzerine Abdullah Türkoğlu önce Bakırköy'deki ofisinde Avukat Servet Bakırtaş'ı daha sonra da 71 yaşındaki Öznur Tufan'ı öldürdü. Katil kısa sürede yakalandı. 

Bu cinayet üzerine bazı barolar CMK servisini kapatma, duruşmalara katılmama kararı alarak boykota gitti.

Hakim ve savcılarla beraber yargının sac ayaklarından birisi olan avukatlar sık sık şiddet, hakaret, tehdit gibi durumlarla karşılaşıyorlar. TamgaTürk, avukatlara Servet Bakırtaş cinayeti özelinde yaşadıkları sorunları ve değerlendirmelerini sordu. 


"Avukatlar Kendilerini Silah Taşımak, Ensede Aynayla Gezmek Zorunda Hissediyorlar"


Avukatlara ilk sorumuz yaşanan olaya ilişkin düşünceleriydi. Sorumuza yanıt veren Servet Bakırtaş'ın komşusu olan avukat, bu cinayetlerin 20 yıllık AKP iktidarı boyunca avukatların itibarlarının değersizleştirilmesi nedeniyle olduğunu söyleyerek şu ifadeleri kullandı: 

"Avukatlar 20 yıllık AKP iktidarıyla değersizleştirildi. Neredeyse her mahalleye bir hukuk fakültesi kurulması, mezun sayısının artmasına ancak niteliğin azalmasına yol açtı. Hukuk mezunları hiçbir şey olamazsa avukat oldukları için avukatlığın kalitesi düştü. Bu kasten yapıldı. Baroların da STK olarak yasalarca kendilerine hak verilmiş konularda söyledikleri sözlerin iktidar tarafından değersizleştirilmesiyle bu tür olayları yaşıyoruz. Yargının diğer sac ayaklarına göre avukat kimliğinin değeri düşürüldü. Avukatlar kendilerini silah taşımak, ensede aynayla gezmek zorunda hissediyorlar. Böyle giderse avukatlar bazı nitelikli ceza dosyalarını almaktan imtina eder hale gelecekler. "

Avukat Emir Abbas Gürbüz, vatandaşların hukuk bilincinden yoksun olduğu için avukata yönelik bu tür hareketleri kendinde hak gördüğünü söyleyerek şu ifadeleri kullandı: 

Bu çok üzücü bir olay, bu tip olayların doktorlara şiddet olayları gibi avukatların da başına gelmesi çok muhtemel. Zira vatandaşta hukuk bilinci yok. Vatandaşın eğitim düzeyi iyi bile olsa hukuk nosyonundan geri kaldığı için bazı şeyleri idrak edemiyor.

Yargının kötü bir durumda olması, yanlış verilen kararların faturası avukata kesiliyor. Avukat çoğu zaman kötü adam oluyor. Vatandaş para verdiği halde yeterli hizmet alamadığını düşünüyor veya avukatın sadece  kendisine hizmet ettiğini, sadece kendisi için çalıştığını düşünüyor. Çoğu zaman tatmin edici olmayan ücretlere bile vatandaş cebinden para çıktığı için avukata bu muameleyi yapmayı kendine hak görüyor. Vatandaş şunu anlamıyor; bir dava kaybedildiyse bu avukattan kaynaklanmıyor. Vatandaş avukatı eksik bilgilendirdiği, yeterli delil olmadığı halde davada ısrarcı olduğu veya haksız olduğu halde bunu kabullenemediği durumlarda sonuçtan kendini değil avukatı sorumlu tutuyor. Bu durum vatandaşın kendini aklamak için avukatı suçlamasıyla sonuçlanıyor.

Bu tür durumlarda avukatlar hakarete, tehdide, saldırıya maruz kalabiliyor. Onuru zedelenecek şekilde avukatlığı sorgulanıyor. Avukatlar işini en iyi şekilde yapsa bile bunun temel sebebi bana göre vatandaşlarda hukuk bilincinin eksik olması. Bu sebepten avukatlar saldırıya uğrayabiliyor. 

Avukat Işıner Hamşioğlu ise yaşanan olayın savunma hakkına yönelik saldırıların, avukatların nefret objesine dönüştülmesinin bir sonucu olduğunu belirtti. Hamşioğlu, "Yaşanan olaylar her ne kadar münferit gibi görünse de savunma hakkına yönelik saldırıların bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Savunmamın esas unsuru olan avukatların mesleklerini icra ederken uğradığı hak ihlalleri kolluk, adli personel ve hakim savcılar ile adalet bürokrasisinin tümünde söz konusu. Yargının ayrılmaz bir parçası olan avukatların her fırsatta hedef gösterilmesi, itibarsızlaştırılmaya çalışılması bir sistematik bir süreç. Korumasız kalan avukatın konumlandırıldığı yer itibarı ile nefret objesine dönüştürülmek istendiği bir ortamda her türlü fiili saldırıya açık hale gelmesinin acı sonucunu yaşadık." ifadelerini kullandı.

Avukat Büşra Öpöz, "Yaşanan olay öncelikle dehşet verici nitelikte. Bir avukatın, üstlenmiş olduğu bir dava nedeniyle kendi bürosunda katledilmiş olması bütün avukatları derinden üzdü. Bunun yanında ne kadar güvensiz bir ortamda görevimizi ifa etmeye çalıştığımızı hatırlattı. Avukatlık bir kamu görevi olarak nitelendirilmekte ancak toplum bunun bilincinde değil maalesef. Hakim ve savcılarla aynı statüde olmamıza rağmen bizlere saygı duymuyorlar ve bizleri davanın tarafı olarak görüyorlar. Bir noktada davanın asıl taraflarına duydukları öfkeyi bizlere yöneltiyorlar. Oysa borçlarınızdan, aldığınız cezalardan, işlediğiniz suçlardan ya da eşinizin boşanma kararından bizler mesul değiliz. Bu sağlıksız düşünceler nedeniyle üzücü bir şekilde avukatlar şiddete maruz kalmaya devam ediyor." ifadeleriyle avukatların yaşadığı zorluklara ve davanın taraflarının tavırlarına dikkat çekti. 

Avukat Mustafa Batuhan Bozkurt, mesleği başında katledilen diğer avukatlara ve avukatlık mesleğine yöneltilen "çantalı dolandırıcı", "profesyonel yalancı" gibi ifadelere dikkat çekerek şunları söyledi:

"Faal olarak avukatlık yapmakta olan biri olarak, elbette son derece üzücü ve endişe verici hadiseler bunlar. Meslek tarihimize geçmiş avukat/savcı/hakim cinayetleri vardır. Bunların daha çok siyasi gerekçelerle işlendiği, ya da yüksek rant beklentisi içindeki bazı kesimlere engel olan hukukçuların ortadan kaldırılması şeklinde olduğunu görmekteyiz. Ne var ki son dönemde yaşanan hadiseler, profil olarak bunlardan ayrılıyor. Sözgelimi geçtiğimiz yıllarda Av. Ersin ARSLAN bir haciz işlemi sırasında borçlu tarafından öldürüldü. Yine Av. Hüseyin Yama ve bu son hadisede Av. Servet Bakırtaş, basit hukuki uyuşmazlıklar sebebiyle öldürüldü. 

Maalesef Türkiye’de avukatlık mesleğinin son derece olumsuz bir görünümü var. Avukatlar hakkında halk arasında “çantalı dolandırıcı”, “profesyonel yalancı” gibi pejoratif tanımlamalar söz konusu. Bunların çoğu hukukun işleyişini anlamamaktan kaynaklanan çıkarımlar. Sözgelimi zamanaşımı nedeni ile tahsil edilemeyen bir alacak davasında müvekkil, “avukatı ‘bağlamışlar’, davamızla ilgilenmedi” ya da “hakimleri satın almışlar” gibi abes çıkarımlarda bulunuyor. Hiçbir eleştiri gelmese “bir dilekçe yazdı ne yaptı ki” denerek hukuki danışmanlığın ehemmiyeti yadsınıyor. Bu noktada avukatın hukuki bir danışman ya da dava vekili olmasının ötesinde beklentiler devreye giriyor. Vatandaş hem avukattan kendi adına kanunun etrafından dolanmasını bekliyor, hem de onu dolandırıcı olmakla itham ediyor. Yani meslek etiğine uyarsanız “beceriksiz”, uymazsanız “sahtekâr” olarak yaftalamıyorsunuz. Sonuç olarak bu saldırıların zaten yıllardır süren avukat nefretinin bir parçası olduğu kanaatindeyim. Nitekim dikkat ederseniz doktor cinayetleri kadar tepki çekmiyor bu hadiseler. Belki içten içe oh olsun diyen de vardır. Hoş tabii antrparantez Türkiye’de bilinçli olarak yükseltildiğine inandığım “okumuş insana karşı nefret” duyguları bağlamında da ele alınabilir bu hadiseler. 

Bu psikolojik arkaplanın üzerine son dönemde yaşanan ekonomik kriz, hukuki uyuşmazlık sayısını artırdı. 2021 Yılında 23 Milyon icra dosyası açılmış örneğin. Bu bağlamda borçlularla karşı karşıya gelen avukat uyuşmazlığın bir tarafı gibi görülüyor. Asiller arasında cereyan eden uyuşmazlığın faturası avukatlara kesiliyor. Yine son dönemde sık sık kira uyuşmazlıkları ile karşılaşıyoruz. Uyuşmazlığın bir tarafında enflasyon karşısında anlamsız hale gelen kira bedeli ile karşı karşıya kalan ya da doğrudan kirasını ödemeyen bir kiracı ile baş başa kalan bir ev sahibi, beri yandan fahiş kiraları ödemekte güçlük çeken bir kiracı var. Bu uyuşmazlıkta avukatın arabulucu rol üstlenmesi pek mümkün değil, dava süreçleri ise adli sistemin hantallığı nedeni ile aylar hatta yıllar alabilecek bir süreç. Bu durumun kabahatlisi de avukatlar gibi görülüyor.  Oysa meslektaşlar olarak bu gecikmelerden en çok mağdur olan da bizleriz. "


"Avukatlar Herkesin İşini Almak Zorunda Değil"


Avukatların bu duruma karşı ne yapabileceklerini sorduğumuzda ise Bakırtaş'ın komşusu olan avukat şu ifadeleri kullandı:

Avukatların münferit olarak yapabilecekleri bir de meslek birlikleri üzerinden yapabilecekleri var. Biz Metin Feyzioğlu’na muhaliftik; siyasi iktidarda son dönemde iş yapmaya başlamıştı avukatların haklarını korumaktan ziyade. Kendi siyasi ajandasını gündeme getirmeye başlamıştı. Muhalif avukatlar Erinç Beyi seçtiler. Erinç Beyin yönetiminde de Feyzioğlu’nun yönetiminden farklı bir durum olmadı. Avukatlar oy vererek TBB’deki isimleri değiştirdiler. Avukatların oyları ile yapabilecekleri buydu ancak bundan sonuç elde edildiğini söylemek zor. Günler avukatların aleyhine işliyor. 

Birlik çerçevesinde bir şey yapılamıyor hissiyatı oluştuktan sonra, avukatlar bireysel anlamda sivil itaatsizlik, boykot, eylem, gerekirse miting, basın açıklamaları yoluyla TBB’nin ve baroların yapamadıklarını münferit anlamda yapmaya başlayacaklar.

Gürbüz ise, konunun farklı bir boyutuna dikkat çekti. Avukatların herkesin işini almak zorunda olmadığını belirten Gürbüz, "Avukatların bu durumda yapabilecekleri sınırlı. Öncelikle müvekkillerini iyi aydınlatmalı, süreci yürütmeden önce iyi bilgilendirmeli. Vatandaşın eğitim durumunu ve hukuk bilincinden yoksun olduğunu ön kabulle herkese bu şekilde yaklaşmalı. Vatandaşa boş vaatte bulunmaması gerekiyor. Bunun yanı sıra avukatların kendini koruması da gerekiyor. Avukatların bireysel silahlanması bile bu konuda gündeme gelebilir. Müvekkil seçiminde dikkatli olmalı. Avukatlar herkesin işini almak zorunda değil." ifadelerini kullandı.

Öpöz, konuya ilişkin yeterli tepkinin verilmediğini ifade ederek, "Avukatlar, avukatlara yönelik şiddet söz konusu olduğunda maalesef yeterince tepki koymuyorlar. Çünkü bir noktada şiddet normalleşmiş oluyor. En basitinden hepimiz her gün onlarca tehditle karşı karşıya kalıyoruz, şiddete uğruyoruz. Borçlusundan memuruna, polisine kadar sistem içerisinde çoğu kesim bizleri düşman olarak gördüğü halde bu imajı düzeltebilmek için yeterince adım atmıyoruz. Belki de sıkıntılarımızı yeterince ifade edemiyoruz. Daha güçlü bir sesle yaptığımız mesleğin zorluklarını ifade etmemiz gerektiğini düşünüyorum." şeklinde konuştu. 

Bozkurt, konunun sistemsel olduğunu belirterek, "Şahsen avukatların herhangi bir şey yapabileceğini zannetmiyorum. Burada sistemsel bir sorun var. Son 20 yılda her köşede pıtırak gibi biten hukuk fakültelerini görüyoruz. Özel üniversitelerin en az yatırımla en çok kazandığı bölümler hukuk bölümleri oluyor. Bu bağlamda piyasada bir avukat enflasyonu var. 'İşçi avukatlık' bu 20 yılda ortaya çıkan bir fenomen. Avukatlar asgari ücretle geçinmeye çalışan işçilere dönüştüler. Dolayısıyla iş seçebilmek, hukuki danışmanlığın gerçek ederini tahsil edebilmek gibi ayrıcalıklarını kaybettiler. Dolayısıyla doktorların göstermiş olduğu boykot ve grev gibi reaksiyonları göstermeleri çok zor. Avukatlık mesleğinin itibarını iade edecek hamlelerin yapılması gerekiyor. İddia makamının (savcılığın) yüksek bir kürsüde, hakimle yan yana oturduğu, savunmanın ise onlardan aşağıda durduğu bir düzen sembolik olarak dahi avukatı hukukçu meslektaşları ile eşdeğer görmüyor demektir. Savcı meslektaşının yanında ezilip büzülen avukat meslektaşlarımız var, bu absürt bir durum ancak ne yapabilirler? Sistem avukatı hukuk mesleğinin “başarısız/sorunlu üyesi” olarak konumlandırmış." ifadelerini kullandı.


"Barolara Siyaseti Karıştıran Herkes Bu Sonuçların Sorumlusudur"


Avukatlara, beraberinde büyük tartışmaları da getiren baroların bölünmesinin ve yargının siyasallaşmasının bu olayda etkili olup olmadığını sorduğumuzda mevzubahis durumların bu konuya doğrudan etkisi olmadığını ancak farklı konularda avukatlara sıkıntı yaşattığını belirttiler. 

Bakırtaş'ın komşusu olan avukat, "Baroların bölünmesi ve yargının siyasallaştırılması ile avukatlara olan saygının, avukatlara yönelik bakış açısının değişmesini doğrudan bağdaştıramam. Baroların numaralandırılması, numaralı barolara geçilmesi son birkaç yılın mevzusu iken avukatların itibarsızlaştırılması 20 yılın sonucudur. İlliyet bağı var diyemeyiz. Baroların bölünmesi 80 darbesinde dahi dik durmuş İstanbul Barosu’nun adını hafifletmek için yapıldı. Bu olay 2 numaralı baroya kayıtlı bir avukatın da başına gelebilirdi. Bu olayla baroların bölünmesinin doğrudan bağlantısı yok." ifadelerini kullandı.

Bu soruya 2. sorumuzla beraber yanıt veren Hamşioğlu, "Avukatların ve genelinde meslek örgütü olarak baroların yalnızca işlevini yerine getirmesi bütün sorunları çözecektir. Yalnızca iktidarın baroları bölmesi değil, barolara siyaseti karıştıran herkes meslek onuru ve mesleğin gerekliliklerini yerine getirmek yerine meslek örgütlerinde siyasi pozisyon devşirmeye çalışan herkes bu sonuçların sorumlusudur. Avukat mesleğin doğası itibarıyla hakkın korunmasının objesi iken gelinen süreçte hiçbir şey olamazsam avukat olurum kapanına sıkıştırılmıştır. Oysa ki hakim neyse, savcı neyse avukat yargı sistematiği açısından odur, hatta gücünü devlet otoritesinden almadığı, yalnızca savunmanın bağımsızlığına dayandığı için onlardan da fazlasıdır. " ifadelerini kullandı. 

Gürbüz de olayın baroların bölünmesinin ve yargının siyasallaşmasının doğrudan sonucu olmadığı kanaatinde. Gürbüz konuya ilişkin, "Bu tür durumlarda yargının siyasallaşması ve baronun bölünmesinin doğrudan bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Barolar bölünmeseydi de bu saldırı olabilirdi. Yargı siyasallaşmasaydı da bu saldırıyı yaşayabilirdik. Bunların indirekt etkileri oluyor. Mesela yargının siyasallaşması sebebiyle siyasi saik olmayan bir dava olsa bile hakimlerin ve savcıların siyasi tercihlerle atanması ve dolayısıyla işinde ehil olmayan hakim-savcılara düşen dosyalarda yanlış kararlar verilmesinin faturası da yine avukata kesiliyor. Hakimi savcıyı suçlayan avukat çoğu zaman kendi beceriksizliğini örtmek için suçluyor gibi görünüyor müvekkil tarafından. O yüzden bunların bu saldırılarda direkt bir etkisi olduğunu söylemek zor. " dedi.

Öpöz ise baroların bölünmesinin birlik ve beraberlik açısından büyük bir kayıp olduğunu ifade etti. Öpöz, "Baroların bölünmesi birlik ve beraberlik açısından çok büyük bir kayıp. En basitinden barolar olarak ortak bildiri yayınlandığında 2. Baro olarak adlandırılan barolar bu bildirilere imza atmıyor. Çoğu zaman sessizlikle karşılıyorlar mesleki sorunları. Avukatlar ve barolar ortak bir sese kavuşamıyor bu nedenle. Yargının siyasallaşması ise savunmanın en önemli unsuru olan avukatların hareket alanını kısıtlamakta. Avukatı değersizleştiren siyasi tavırlar toplumu da bu yönde konsolide ediyor maalesef." değerlendirmesinde bulundu.

Bozkurt, baroların bölünmesinin iktidarın başarısız bir projesi olduğunu söyledi. Bozkurt, "Baroların bölünmesi başarısız bir proje olarak kaldı. Seçim yapacak sayıyı bile zor denkleştirdi ayrılan barolar. Dünyada baro ciddi bir eğitim ve disiplin kurumudur. Bizde aidat tahsil eden, ara ara seçim yapan kurullardan ibaret maalesef. Ancak yargının yaşadığı sistem krizinin etkili olduğunu düşünüyorum. Şu an, birbiri ile çelişen yasalar, hantal yargılama süreçleri, “Adalet Sarayı” adı altında milyonlarca dosyanın çözülmeye çalışıldığı arapsaçına dönmüş bir yapının varlığı bu tür şiddet olaylarını artıyor elbette. 10 sene çözülememiş bir davada artık hukuk dışı çözümlerin aranması doğaldır. Yargının siyasallaşmasının etkileri vatandaş düzleminde görülemiyor belki, ancak yargıçların bağımsız karar vermelerinin önünde ciddi bir engel elbette. Rijit erkler ayrılığının gerçekten uygulandığı ülkelerde, sözgelimi Amerika’da sıradan bir mahalli hâkim, iktidarın vermiş olduğu bir kararın hukuka aykırı olduğunu tespit edebiliyor. Bizde sistemsel olarak zaten Adalet Bakanlığı yoluyla iktidarların aparatı haline getirilmiş bir yargı düzeni mevcut. Bu sistemde aykırı duran tek unsur avukatlar. Bir nevi tersine işleyen dişli gibi. Bu nedenle avukatlık mesleğinin itibarsızlaştırılması sürecinin bilinçli olarak yürütüldüğünü düşünüyorum. Geldiğimiz noktada kolluk kuvvetlerinin adliyede avukat tekmeleyebildiği bir yerdeyiz." değerlendirmesinde bulundu.


"Barolar Birliği Kimsenin Okumadığı Mesajlar Yayımlamak Yerine Net Bir Şekilde Harekete Geçmeli"


Bakırtaş'ın katledilmesinin ardından bazı barolar boykot kararı almışken TBB'den bu yönde genel bir çağrı olmadı.  TBB, yaptığı açıklamada saldırıyı lanetleyerek "Mesleğimiz ve meslektaşımız adına hukuki sürecin başından sonuna kadar var olacağımızı ifade ediyor, Avukatın güvende olmadığı bir ülkede hiçbir vatandaşımızın güvende olamayacağını bir kez daha haykırıyoruz." ifadeleerini kullandı. 

Bakırtaş'ın komşusu olan avukat TBB'nin yeni yönetiminin beklenen adımı atmadığını ifade ederek şunları söyledi: 

"TBB’nin olay karşısındaki tavrı son derece yetersiz. İstanbul Barosu’nun tavrı da yetersiz. Bazı baro örgütleri, doğrudan doğruya CMK ve Adli Yardım görevlendirmelerinin ikinci bir duyuruya kadar durdurulmasını istiyor. Fakat TBB ve İstanbul Barosu bu adımı atmıyor. Bazı barolar bu adımı attı. Avukatların olmazsa olmaz oldukları noktalarda seslerini duyurabilmeleri bu boykot kararıyla mümkün olurdu. Avukatların en önemli enstrümanı CMK’da boykot yapmaları olurdu. Ancak TBB ve İstanbul Barosu avukatların sesini duyurma hususunda kendilerinden beklenen adımı atmıyorlar.

Avukatlık asgari ücret tarifesi konusunda da TBB Başkanı ve bazı baro temsilcileri Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yanına gitmişti, biz oradan bir ültimatom bekliyorduk. Ancak oradan Eylül ayına kadar bekleme kararı çıktı. Biz hem Temmuz’da hem 2023 yılında güncelleme bekliyorduk. 2023 yılında çıkacak olan tarifeyi Eylül’de tek seferde verecekler. Ocaktaki enflasyona göre bir güncelleme olmayacak. TBB Başkanının yumruğunu masaya vurmasını beklerdik. Şimdiki baro başkanının varlığı Feyzioğlu’nun varlığından daha olumsuz bir hale geldi."

Hamşioğlu ise anlık tepkiyle değil planlı ve kararlı hareket edilmesi taraftarı. Hamşioğlu, "Olaylara verilecek anlık tepkiler üzerinden değil sorunun esasına yönelik çözüm önerileri bakımından değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Bu haliyle bugüne kadar çözülmesi gereken sorunları çözülememiş ki bu menfur hadiseyi bir kez daha yaşamak zorunda kaldık. Planlı, kararlı ve ısrarlı bir çözüm için daha fazlasının yapılması gerekiyor." dedi.

Gürbüz de baroların karar alıcı olmadıklarını ancak tavsiye veren konumunda olabileceklerini belirtti. Gürbüz, "Bu konuda barolar çok suçlanıyor; tavır göstermiyor, tepki göstermiyor diye. Burada baroların yapabileceği bir şey yok. Vatandaşları yeniden eğitim kamplarına tıkıp herkese hukuk eğitimi verecek gücü yok baronun. Baronun siyasal iktidara karşı da bir yaptırım gücü yok. Baronun siyasal iktidarın alması gereken kararları alma yetkisi yok. En fazla Adalet Bakanlığı’na görüş verebilir. Bunun için siyasi lobi yapabilir. Ancak mevcut iktidar düzeninde hükümetin barolara karşı tavrı belli, dolayısıyla vatandaşın eğitimsizliğinin sebebi barolar olamaz. Bu sebepten baroların bu konuda yeterli önlemleri almadığı gibi bir iddiayı ben kabul edemiyorum. Baro avukatlara koruma tahsis edemez, avukatların beline silah veremez. Baroların bu saldırılara karşı yapabileceği basın açıklaması, protesto gibi konulardan ne yazık ki öteye gidemiyor. Ama bunun sebebi de barolar değil. Baronun başında kim olursa olsun, bundan daha fazla bir tepki verebileceğini sanmıyorum." ifadelerini kullandı.

Öpöz ise verilen tepkiyi yeterli bulmuyor. Barolar birliğini kimsenin okumadığı mesajlar yayımlamak yerine net bir şekilde harekete geçmeye çağıran Öpöz, "Barolar Birliği kimsenin okumadığı uzun mesajlar yayınlamak yerine artık net bir şekilde harekete geçmeli ve gerekli aksiyonlar eyleme dökülmelidir. TBB Başkanı değiştiğinde bu tür olaylarda gösterilecek tepkinin de değişeceğine dair bir beklentimiz vardı ancak dün yaşanan olay sonrası hiçbir şeyin değişmediğini anlamış olduk. Bu şekilde avukatların daha fazla mağduriyet yaşamasına sebep olunuyor." dedi.
 


"Türkiye'de Kınamayla Muhalefet Yürütülemez"


Bakırtaş cinayetinin ardından bazı barolar boykot kararı aldı. Konuştuğumuz avukatlar bu kararı doğru buluyorlar. 

Bakırtaş'ın komşusu olan avukat, olması gereken adımın bu olduğunu ifade ederek, "Bazı baroların aldığı boykot kararını son derece destekliyorum. Bu kararı görünce “İşte atılması gereken adım buydu” dedim. Olması gereken buydu. Çünkü yargı mercilerinin canları yanarsa bir adım atılır, yoksa kınamayla olacak işler değil. Türkiye’de kınamayla muhalefet yürütülemez. " dedi.

Hamşioğlu ise mağduriyet yaratılmaması gerektiğine dikkat çekerek, "Boykot kararı sonuçları itibarı ile adalete ulaşmaya çalışan herkesi etkiliyorsa burada bir mağduriyet yaratmamak gerektiğini düşünüyorum. Daha sistematik, iktidara nezaret edenlerin sorunun ciddiyetini kavramasını temin edecek, daha büyük bir organizasyonun mümkün olduğunu düşünüyorum." ifadelerini kullandı. 

Gürbüz diğer barolarında bu kararı alması gerektiğini belirterek, "Boykot kararına katılıyorum. Birkaç günlüğüne CMK servisini kapatma, duruşmalara mazeret gönderme gibi kararlar bence de yerinde bir tepki. Bence bütün barolar bu tepkiyi göstermeli." dedi.

Öpöz de kararı, "Boykot kararı alan baroların bu tavrını destekliyorum. Avukatlar, savunma hakkının güvencesidir. Avukatsız kalındığında adalet sisteminde yaşanacak aksaklığın gerekli yerlere iletilmesi gerekmekte. Boykot kararı da bu duruma hizmet ettiği ölçüde yerindedir ve desteklenmesi gerekmektedir. Umarım diğer barolardan da aynı aksiyonu alabiliriz."  ifadeleriyle destekledi.

Bu sorumuza önceki soruyla beraber yanıt veren Bozkurt, hakim ve savcıların tavrına dikkat çekerek, "Bildiğim kadarıyla bir boykot kararı var. Farzedelim benim bugün bir duruşmam olsaydı ve müvekkilim davacı olsaydı duruşmaya girmeme riskini alır mıydım bilemiyorum. Çünkü meslektaşımız olan Hakim ve Savcılar bizim yanımızdan ziyade karşımızda durmayı tercih ediyorlar. Keşke imkân olsa da bu boykot günlerinde adliyelerdeki yoğunluğu gösterebilsek. Hem TBB’nin cirmi nedir ki ne yapsın? Dünyadaki emsalleri ile ciddi bir kıyaslama yapacak olursak basit bir meslek örgütü gibi bizdeki baro." dedi. 


servet bakırtaş avukat servet bakırtaş servet bakırtaş cinayeti avukatlar