Başka Feminizmin Şairi: Dorothy Parker

TAKİP ET

Dorothy Parker'ın şiirleri, mizah ve ironinin şairlik kudretiyle birleştiği başka ve güzel bir feminizmin yüz akını teşkil ediyor.

“Kadından şair çıkmaz/çıkmamış” lafını her duyduğumda sinirlenirim: Sahra Çölü’nde yaşayanlardan ahşap ustası çıkar mı? Hemen her zaman daha az eğitim almasına müsaade edilmiş, hemen her zaman cemiyet önünde ve cemiyet içinde yer tutması engellenmiş kadınların şimdiye dek büyük şair çıkaramamış olmaları, ağaçsız ortamda yaşayanların marangozluk yapamamaları gibidir. Bizim büyük şairimizin şiir yazan kadına yazdığı reçeteye bakınca (şair mi oldun behey diye aratınız, müstehcen olduğu için buraya almıyorum) kadınlardan yakın zamana dek neden büyük şair çıkmadığını anlıyoruz.

Öte yandan yeni dalga feminizmin içine düştüğü tuhaf bir kuyu var: Tarihteki en önemsiz kadını alıp, sırf “kadınlar da yapabilir” demek için olduğundan büyük gösteriyorlar. Feminizmi kadın gününe çevirdikleri için, kadını insanoğlunun evrimsel ve topyekun seyrinde bütünün bir parçası olarak göremiyorlar, kendi aralarında kurdukları bir tür masonik kulüpte birbirlerini tekris ve takdis ediyorlar. Kadının hakikatini anlamıyorlar, göremiyorlar, üstelik görülmesine ve “düzeltilmesine” engel oluyorlar.

Fakat cemiyet buna hiç değilse biraz uygun hale gelince kadından elbette büyük şair çıkar, yakın dönemin şahsen en büyük bulduğum iki şairi, Sylvia Plath ve Dorothy Parker. Kadının hakikatini anlayıp ideolojik körlüğe kaçmadan anlatan ve en önemlisi bunu şiddetli bir şiir kudretiyle yapan bu iki kadından Plath’i daha sonra inceleriz. Şair olarak çok sevsem de, Plath karamsardır, babasını Rodos heykeli yahut SS subayı gibi görür ve ancak ölümüyle aşar. Hatta aşamaz, bütün şiiri her defasında “şimdi aştım!” diye haykırdığı zirveler ve ağıtlandığı derin vadilerle doludur ve nihayet büsbütün hayatı aşamayışlığıyla bize veda etmiştir.

Ancak Parker öyle değil, Türk feministlerin keşfetmesinde fayda gördüğüm bir karakter. Güzel bir kadın, bakımlı bir kadın, elit ve aktif bir kadın. Üstelik en güçlü yönü mizah, istihza ve hiciv; kadın olmayı “ben feministim!” dese de feminist bir ideolojinin çarpıklığında değil, hakikatiyle ele alan bir kadın. Bu haliyle “normal” ve “tabii” kadını işleyen bir şair, ancak Lauren Berlant’ın tabiriyle “normalliği bir istirahat alanı olarak değil, rahatsız edici bir yersizlik” olarak gören ve sunan bir şair, başarısı da buradadır.

Solculuğu sebebiyle takibata uğrayan, öte yandan Hollywood ve Vogue, Vanity Fair gibi “sosyete dergileri”nde çalışan Parker, külliyatı ve hayatıyla bugünün TİKKO’sunun çelişkisine düşen yeni feminizme örnek oluyor aslında. TİKKO kır gerillası yöntemiyle bugünün dünyasında başarı hedefleyebilir mi? Gettolaşan yeni feminizmin aksine, Parker’ın feminizmi, cemiyet hayatının tam ortasında yer alıp “kadın argümanları”yla değil, argümanlarla mücadele eden ve nihayet sağlam bir yer tutan kadının feminizmi. Bunu yaparken “kadının gücü!” şiarına değil, “kadın insandır” fikrine başvurması onun bazı şiirlerinin bugünün feministleri tarafından dahi taşlanacak ifadeler içerebilmesini sağlıyor, fakat hem şairlik yeteneği hem istihza kudreti, şiirlerini okuduğunuzda alay eder şekilde portresini sunduğu kadının düştüğü halin faturasını cemiyete kesiyor. Nazizm karşıtlığıyla feminizmi aynı kaynaktan besleniyor, ikisinde de temel fikir “adalet” ve cemiyete hep, bir kesimin dezavantajlı olmasının yarattığı sorunları anlatıyor: Dezavantajlıların sorunlarından çok, cemiyetin yaşadığı ve yaşayacağı sorunları. Bu haliyle feminizmi kır gerillası çıkmazından kurtarıyor, meseleyi umumileştiriyor ve gerçekten erkeklerin de sorunu haline getiriyor.

The Lady’s Reward şiirinde genç kızlara dayatılan davranış kodunu sanki destekler gibi anlatırken, “böyle uslu bir çocuk olursan hayalini kurduğun oğlanı bulursun, ve aslında hayaline kavuşan ilk sen olacaksın” diyerek şimdilerde plot-twist dediğimiz son kıta yahut dizelerde ters köşeye yatırma alışkanlığının güzel bir örneğini veriyor.  Bu alışkanlığının en güzellerinden bir örneği The Danger of Writing Defiant Verse şiirinde görüyoruz; kendisi için her türlü fedakarlığı yapan, “dudaklarım kızıl olsun istesem kanını sunan” bir adamı anlatıyor ve sonunda böyle bir adamın ne kadar sıkıcı ve aptal olduğundan bahsediyor. Hem kadınları eleştiriyor, hem de ideal ilişki tariflerinin saçmalığını, bu işin biricikliğiyle olan çelişkisini gösteriyor. De Profundis şiirinde bu Ütopya eleştirisi başka bir boyuta geçiyor: Şimdiye kadar sahip olduğu kadınlara dair övünmeyen bir adam beklemesinin de Ütopya olduğunu söylüyor. Love Song şiirinde istihzasının zirvesini görüyoruz, pek mutlu, pek efendi görünen sevgilisini birisinin vurmasını ümit ederek şiirini bitiriyor.

Parker’ın şiirlerini okur, feminizmle rabıtası üzerine düşünürken aklıma evvela Avelina Lesper’in tespiti düşüyor: “Sözde “feminist sanat” da benzer bir demagogluğa dönüştü. Çok aşikar, ilkel ve vasıtasız bir dile başvuruyorlar – temizlik malzemeleri, kadın eşyaları, iç çamaşırları ve bez bebeklerle enstalasyon yapıyorlar ve “kadına karşı şiddeti teşhir ediyoruz” dediklerinde, ya da feminist hareketin diğer sloganlarını attıklarında, yaptıkları işin sanat kabul edilmesini sağlıyorlar. Hakiki feminizm beceri göstermektir, kadınların bu denli inceliksiz veya slogancı olmadan sanat yapabildiklerini kanıtlamaktır.” Sonra, kadını ideolojik “ideal şartlar”da değerlendirip yine platonik bir tasvirle ele alan feminizmi düşününce, C. S. Lewis’ın tespiti: “Mitchison, meydan okuyan bir eşitlik fikrine kapılmış, bir erkeğin sarılmasının yalnızca hissedilmesinin bile alttan alta gücenme hissi yarattığı kadınlardan bahsediyor. Evlilikler böyle karaya oturuyor. Bu, modern kadının traji-komedisidir: Freud’un sevişmenin hayattaki en önemli iş olduğunu öğrettiği ve sonra feminizm tarafından bu eylemi tam bir duygusal başarıya dönüştürecek yegane yol olan içsel teslimden alıkonulmuş kadın. Yalnızca kendi erotik zevki için dahi, daha ileriye gitmeyecek olsa bile, bir derece itaat ve alçak gönüllülük (normalde) kadın için gerekli gibi görünüyor.”

Evet, Parker gerçek bir kadın, “kadın şöyle olur” dayatması erkek egemen cemiyetten gelince buna uymuyor, ama eşdeğerini feminist bir perspektiften de yapmayarak “doğru” bir feminist çizgi yakalıyor. Son olarak en sevdiğim şiirinin son bendini hiçbir yorum yapmadan paylaşayım. İnce sezgili okur bu bentten (ve şiirden) çok şey anlayacaktır.

I’d stroll beyond the ancient bounds,
And tap at fastened gates,
And hear the prettiest of sound-
The clink of shattered fates.
My slaves I’d like to bind with thongs
That cut and burn and chill…
But I am writing little songs,
As little ladies will.

M. Bahadırhan Dinçaslan

Dorothy Parker kadın şair feminist şiir Amerikan şairleri analiz kritik eleştiri