Kitap İncelemesi: Seküler Milliyetçilik – 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi / IV

TAKİP ET

Ömer Faruk Engin, Bahadırhan Dinçaslan'ın Seküler Milliyetçilik kitabının ayrıntılı incelemesine devam ediyor. Üçüncü bölümün ana başlığı demokrasi.

Türk Milliyetçisi Nasıl Bir Demokrasi İster?

Seküler Milliyetçilik – 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi kitabı üzerine yazdığımız inceleme yazımızı, Hürriyetçilik ve Demokrasi ve Turancılık bölümlerini inceleyerek tamamlayacağız. Olası bir Turan’a giden yolun da ancak Türk topluluklarının özgürleşmesiyle açılacağının bilinciyle, bu iki bölümü bir arada incelemeyi doğru buluyorum.

Baştan belirtmek gerekir ki demokrasi, üzerine konuşulması hayli zor bir kavram. Neredeyse, Antik Yunan’da ilk doğduğu günden beri aralıksız eleştiriliyor; ve işin kötüsü çok da haklı savlarla eleştiriliyor. Ancak her nasılsa iki bin yıllık macera bize gösterdi ki, -Churchill’in meşhur sözüyle- denediklerimiz arasında yine en iyisi demokrasi. Dinçaslan da burada tarafını hemen belli ediyor ve milletin selametini sağlayacak yegane rejimin demokrasi olduğunu en baştan söylüyor. Ancak, burada kolaycılığa kaçıp kestirip atmak yerine, demokrasinin sorunlarını peşinen kabul ederek, karşılaştırmalı bir analize girişiyor. 

Elbette ki böyle bir analizi yapmadan önce, demokrasiden beklenenin ne olduğunu da konuşmak gerekir. Demokrasi örneğin, herkesin sonsuz bir mutluluk içinde yaşadığı ütopyanın anahtarı mı? Yahut yalnızca vatandaşlarına mutluluk getirirken diğer herkesi mutsuz eden sözgelimi bir sömürge devleti, demokrasiyle yönetiliyor diye iyi midir? Kitabın burada kendine belirlediği nirengi noktası, ‘sonsuz mutluluğu getirecek nihai bir kayıp cennet’ arayışından ziyade, ayakları yere basan şu sorular: ‘Nasıl bir düzen tesis etmeliyiz ki, serbest piyasa ve hür teşebbüsün bütün nimetlerinden faydalanalım ama 19. Yüzyıl İngiltere’sindeki manzaraları yeniden yaşamayalım? Nasıl bir seçim sistemimiz olsun ki, aptal adamlar birtakım psikolojik kaşıntılara hitap edip, çoğunluk gücünü arkalarına alıp ülkeyi bir felakete sürüklemesinler? Nasıl denge unsurları koyalım ki, demokrasi “halk ne isterse o iyidir, meşrudur” anlamına gelmesin, çoğunluk azınlığı linç etmeye kalktığında ona karşı set olsun ve bu da demokrasinin rüknünden sayılsın, algılansın?’

Seküler Milliyetçilik: Bahadırhan Dinçaslan'ın Beklenen Kitabı Çıktı

Ardından, demokratik bir rejimde yerleştirilmesi gereken olası bazı denge-kontrol mekanizmaları ve çeşitli devlet yönetme pratikleri üzerine tartışmalar yürütüyor yazar. Kabaca özetlemek gerekirse, yasaların yapılış biçimleri ve süreleri, toplumsal etki sahibi medya sektörü gibi bazı iş kollarına özel kontrol yöntemleri ve devletin ekonomik etkinliği gibi demokratik pratikler ve halkın oy davranışları üzerine direkt etki sahibi konularda detaylı bir akıl yürütme yapılmış. Ancak elbette ki bu gibi konular bir kaç yüz sayfalık, ve esas konusu bu dahi olmayan kitabın hacmini oldukça aşan, ayrıca incelenmesi gereken hususlar. Dolayısıyla kitabın bu konularda getirebildiği pratik öneriler hayli yüzeysel kalıyor. Fakat Dinçaslan burada da biz Seküler Milliyetçiler için olması gereken temel prensibi bölümün sonlarına doğru belirliyor; ‘Bütün taktik hamleler, bütün diğer detay meseleler, kavgalar, nihayetinde bu ülkede “tatmin edici bir demokrasi” tesisi ve bu da, Türk’ün “her nokta-i nazardan insan olması” stratejik hedefi doğrultusundadır.’

Kitap İncelemesi: Seküler Milliyetçilik – 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi / I

Bu tespitlerin akabinde, Dinçaslan kitap boyunca süregelen dini düşünce tarzı eleştirisinden uzaklaşarak yönünü Batı medeniyetinın eleştirisine kırıyor. Yazarın postmodernizme dair endişelerine hak versem ve değinilmesini elzem görsem de, burada kitabın yönünün demokrasi ve alternatifleri üzerine yürütülen tartışmadan, postmodernizm ve Batı eleştirisine kırılışını biraz hızlı bulduğumu söylemem gerekir. Öte yandan, kitabın ilk bölümünde de değinildiği üzere kavramlar ve tanımlar, bir tartışmanın çerçevesini ve nihayet sonucunu belirlemede hayati öneme sahip. Kitap da okurunun postmodernizme ve çevresindeki kavramlara hakim olduğu varsayımıyla konuya hızlı bir giriş yapsa da, burada okurunu bir kavram karmaşasına sürüklediğini hissettiriyor. Diğer bölümlerde sıkça yapıldığı gibi bu kavramların arkaplanlarına biraz daha değinerek genişletilmiş olmasını dilerdim.1

Kitap İncelemesi: Seküler Milliyetçilik – 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi / II

İfade Özgürlüğü: Post-Modern Kodesten Kurtulmak altbaşlığında Demokrasiye karşı bir başka tehdit olarak gördüğü ve bir tür ‘tersine evrim’e benzettiği postmodernizmin, toplumların sorun çözme kabiliyetini baltaladığını savunan yazar, bu tersine evrimin nedeni olarak ‘hikayesizlik’i gösteriyor: ‘Öyküsüz ve değersiz insanlar kimliksizleşiyor, kimliksizleştikçe yarattıkları tuhaf ve illuzyonel kimliklere tutunup, asla değer içermeyen ama değeri simüle eden ritüeller silsilesiyle “erdem sinyali” veriyorlar.’  Önceki bölümün dipnotunda bahsettiğimiz gibi, modernizmin ‘gerçek’i nasıl ‘yalan’ı tahtından ettiyse, postmodernizmin gerçek-ötesi de esas gerçeği tahtından ediyor. ‘Hikayeleri anlatanlar, toplumu yönetirler’ der Platon. Yazarın da dikkat çektiği gibi, bu çağın insanı hikayesini kaybediyor, kaybettikçe de bir yandan derin bir bunalıma sürüklenirken bir yandan da uydurma hikayelerin peşinden giderek kendine bir kimlik inşa etmek için çabalıyor.

Bir sonraki bölümde yazar, bu kimliksizleşmenin neticelerinden(belki de nedenlerinden) biri olarak gördüğü, Batı medeniyetinin çöküşünden bahsediyor. Ancak, burada kasedi biraz geri sararak, modernizmin nasıl post-modernizme ve nihayet kimliksizleşmeye evrildiğine dair çizgisel bir hikayeden bizi mahrum bırakıyor. Çok çok kabaca özetleyecek olursak, 19. Yüzyılda altın çağını yaşayan modernizmin 20. Yüzyıldaki çocukları kendilerini hiç de bekledikleri gibi bir dünyada bulmadılar. Aynı zamanda ‘büyük anlatı’ların çağı da diyebileceğimiz bu dönem, bir yandan komünizm ya da nasyonel sosyalizm gibi dev ideolojier yaratarak takipçilerine -nihayetinde asla getiremediği bir- mutlak ütopyayı vaadetti, diğer yandan da bilimsel metodu kutsallaştırarak teknik üstünlüğü her şeyin üzerinde gördü. Nihayetinde, 20. Yüzyılın ikinci çeyreğinde, elimizde totaliter diktatörlükler ve devasa kitle imha silahları vardı. Bu da, 2. Dünya Savaşı sonrası travması ile insanların zihinlerinde kendini ‘postmodernizm’ olarak dışa vurdu. Yani, yazarın kısmen haklı olarak ‘iyi’ gördüğü Batı medeniyetinin modernizm macerası sonunda geldiği nokta ve insanlarına yaşattığı çeşitli travmalar esasen bu modernist anlatının kökünden sallanmasına yol açtı ve modernitenin ‘eşitlik’ ve ‘özgürlük’ kavramlarına sıkı sıkıya bağlı kalan, ancak totaliter yönünü hatırlatan kesin bilimsellik ve kuralcılık yerine nihilizmi ve rölativizmi koyan bir ‘postmodern’ anlatı olarak kendini dışavurdu.

Kitap İncelemesi: Seküler Milliyetçilik – 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi / II

Ancak, yazarın da bölümde bahsettiği gibi, bugün sahip olduğumuz bir çok şeyi de moderniteye borçluyuz; ortasına doğduğumuz için değerinin farkına varamadığımız rasyonel düşünce metodları, modern devlet kurumları, eğitim hakkı ve sosyal adalet gibi bir çok kavram, bu sancılı geçişe rağmen moderniteden bize kaldı. Soruyoruz, modernite olmasaydı postmodernler neyden şikayet edeceklerdi? Yahut yazarın deyimiyle, bu postmodern çılgınlık basitçe insanın sıkılmasından, rahatın batmasından kaynaklanıyor ve sebebi modernizm. Belki de, bu modernizm/postmodernizm meselesine daha diyalektik açıdan bakmakta fayda var; bir musibet bin nasihatten yeğdir. Belki de modern çağın nihayetinde ürettiği totaliter mekanizmalar, Woke imtihanıyla sınanarak doğru yolu bulacaklardır. Burada Dinçaslan’la tekrar buluşuyoruz; benim de umudum bu diyalektik mekanizmanın işlemesi için yeterli huzursuzluğun olduğu coğrafyalardan, örneğin Türkiye ya da Doğu Avrupa gibi, bir zihinsel uyanışın ve yeni bir yolun çıkabileceği yönünde.

Kitap İncelemesi: Seküler Milliyetçilik – 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi / III

Bölümün son iki alt-başlığı olan Serbest Piyasa ve Orta Sınıf kısımlarına, hem incelemeyi fazlaca uzatarak okuru sıkmamak için, hem de daha önce çeşitli vesilelerle bahsettiğimiz için burada yer ayırmıyorum. Merak edenler için, yine TamgaTürk’te yayınlanan Eşitsizlik: İşçi Arıların Dünyasına Doğru dosyasını ve bu incelemenin 2. Bölümünü önerebilirim.

Eşitsizlik: İşçi Arıların Dünyasına Doğru

Kitabın son bölümü ise Turancılık üzerine. Seküler Milliyetçilik kitabını -ve bu uzun eleştirisini- okuyan kişilerin önemli bir kısmının, çocukluğunda ders kitaplarının en arkasına koyulan ‘Türk Dünyası Haritası’na bakarak hayalini kurduğundan şüphe etmediğim bu güzel hayalin incelemesi, kitabın en aktüel-politik kısmı denilebilir. Yine faydacılık ekseni üzerinden yürütülen Turan tartışması, ‘hepimiz bir olalım’ hayalciliğinden kendini sıyırarak gerçekçi bir yaklaşım getirmeyi başarıyor. Turan dediğimizde istemsizce ilk akla gelen ‘Tek Devlet’ ütopyasının gerçeği pek de yansıtmadığının yazar da farkında; önerisi ise ekonomik, sosyal ve kültürel bağların sağlamlaştırılması için çalışacak, ve uluslarının ötesinde bir çatı-millet olmakta, ‘Türklük’te birleşmiş bir coğrafya için çalışmak. Dinçaslan öte yandna bu hayalin esasen ciddi bir potansiyele sahip olduğunu da, bunu tehdit gören dış devletlerin girişimleri üzerinden örneklerle ispatlıyor.

Muhafazakarlık üzerine, fazla uzatıp okuru sıkmamak için detayına girmediğim ancak ‘henüz tercih edebileceğimiz bir seçenek değil’ diye hayli isabetli bulduğum bir yorumla nihayetlenen bir ek bölümün ardından, kitap umut dolu bir son sözle bitiyor. 

Yıllarca süren bir zihin mesaisinin sonucu olan özenli, kapsamlı ve nefis akıcı dile sahip bu eseri kağıda döküp, Seküler Milliyetçilik kavramını ayaklarının üzerine kaldıran Bahadırhan Dinçaslan’a teşekkürlerimle.
...
tantanalı bir kavganın demek
gazelhanıyız biz
...

Ömer Faruk Engin

 

Yazı dizisinin birinci bölümü için tıklayınız.

Yazı dizisinin ikinci bölümü için tıklayınız.

Yazı dizisinin üçüncü bölümü için tıklayınız.

Kitabı TamgaTürk doğrudan satış adresinden imzalı almak için tıklayınız.

1. Bu noktada bir özeleştiri olarak, belki de Bahadırhan’ın her kavramı bizim için açıklamasını beklemeden, biz de kendi alanlarımızda yazıp-çizerek zengin ve birbirimize referans verebileceğimiz bir entelektüel alanı oluşturmalıyız. Çağrım, eli kalem tutan tüm Seküler Milliyetçiler’e.

Seküler milliyetçilik seküler Sekülarizm ömer faruk engin seküler milliyetçilik kitabı bahadırhan dinçaslan demokrasi