Milliyetçilik ve Liberalizm

TAKİP ET

Kökleri 19.yüzyıl liberalizmine dayanan Avrupa'daki milliyetçilik; Avrupa Birliği, ulus-devlet konseptini ortadan kaldırdığı takdirde bu durum esasında gerici güçlerin zaferi anlamına gelecektir.

TamgaTürk yazarı Yunus Kaya, Ralph Schoellhammer'ın Brussel Signal için kaleme aldığı yazıyı çevirdi: 

Avrupa’daki yaklaşan seçimler, umumiyetle yeniden yükselen gerici milliyetçiliğin ve kozmopolitan ilerici-liberal görüşlerin arasındaki bir rekabet olarak tanımlanıyor. Fakat böylesi bir tanımlama Avrupa’daki liberalizmin doğuşunda ulus fikrinin oynadığı rolü gözden kaçırır.

Tarihi bakımdan ulus-devlet fikri 19.yüzyılın ikinci yarısında tepe noktasını yaşasa da 1945’ten itibaren yirminci yüzyıl boyunca yaşanan iki dünya savaşı, soykırımlar ve etnik temizlikler sebebiyle ağır bir şekilde eleştirilir hale geldi.

Çağdaş tartışmaların çoğunda milliyetçilik ve ırkçılığın özdeş kavramlarmış gibi ele alındığı görülüyor. Fakat tarih öyle göstermiyor: 1815’ten 1848/49 arasında Avrupa’yı kasıp kavursa da başarısız olan ‘’milletler baharı’’ içerisindeki ilerici hareketler, her ikisi de monarşik Avrupalı elitlerin gericiliği tarafından suçlanmış olan milliyetçiliği liberalizmin ikiz kız kardeşi olarak kabul etti.

Seçkin bir çağdaş ve İtalyan Birliği’nin kurucu babası Giuseppe Mazzini ulus-devlet fikrini barışın egemen olduğu bir birlik ve sosyal olarak adil bir Avrupa için conditio sie que non (olmazsa olmaz şart) olarak kabul etti. Milliyetçilik, evrenselciliğin karşısında olarak değil esasen bu yönde atılacak ilk adım olarak görüldü.

Açıktır ki ulus devlet bir hakikatten ziyade üzerinde uzlaşılmış bir mittir- Eric Hobsbawm’ın işaret ettiği gibi Fransız İhtilali sırasında modern Fransızca nüfusun en fazla yüzde on beşi tarafından kullanılıyordu 1860 gibi geç bir tarihte bile İtalyanlar arasında yüksek İtalyancayı günlük dil olarak kullananların oranı yüzde iki buçuktu.

Diğer taraftan milliyetçilik fikri, muazzam bir kuvvete sahip olduğunu kanıtladı ve gittikçe sekülerleşen Avrupa’da bir toplumsal birleştirici işlevi üstlenerek dinin yerini aldı.

Ulus-devlete olan bu duygusal bağlılık, devlet müesseseleri tarafından geç on sekizinci yüzyıldan beri kültürel ve kurumsal olarak teşvik edilmektedir. Milli bir bilinç yaratmak içi kullanılan sanat, eğitim sistemi ve askeri hizmetler bu amaca hizmet etti.

Ulus devlet yaratma projesi her yerde görülebilirdi, söz gelimi Büyük Britanya gibi liberal topluluklar da Rusya Çarlığı gibi otoriter rejimler de bu duruma örnektir. Diğer bir deyişle devletin ulusu inşa ettiği kadar ulus da devleti inşa ediyordu.

Birçok zaviyeden erken ulus-devletler eskiden baskı altında olan grupların özgürlüğünü destekliyordu- 1791-1890 arasında Yahudilerin eşitlik statüleri, bulundukları ülkelerin politik ve gündelik yaşamına kayda değer ölçüde katılımlarının sağlanması Batı Avrupa boyunca yayıldı. Ayrıca bu dönemde kadınların eşleri tarafından dövülmeleri yasa dışı hale getirilerek bunun gibi kanunlarla kadın hakları kademe kademe gelişti.

Mutlak Monarşik düzen ve ulus-devlet arasındaki temel farklılık meşruluk iddiasının giderek halk tarafından onaylanmasının gerektiği ve büyük halk kitlelerinin politik haklarının daha önce görülmemiş bir boyutta gelişmesiydi.

Max Weber’in tüm vatandaşlara karşı eşit konumlanan ideal devlet tipi, eskiden var olan diğer devlet biçimlerine nazaran ulus-devlet içerisinde bariz bir kolaylıkla uygulanabilirdi.

Ulus-devlet; orta çağın dinsel, kabile esaslı ve hanedana göre tanımlanmış yapılarından tamamen farklı bir anlayışa sahipti. İşte bu yüzden 1789’dan sonra sağ ve sol siyaset; köhnemiş feodalizmin ruhani, monarşist ve geçişliliğin çok az olduğu katı sosyal düzeni yerine insanlığa hürriyet getirecek olduğunu düşündüğü bu konsepti olumlu karşıladı.

İmmanuel Kant tarafından da önerildiği gibi birçokları ulus-devlet konseptini yeni kozmopolit bir dünya düzenine doğru atılan ilk adım olarak ümit etti, özgür ulus-devletler ne çok uluslu bir devlet olduklarından ne de bir ulus-altı(etnisite) devlet olduklarından dolayı aydınlanmış bir kozmopolitanizm fikrini gerçekleştirebilirlerdi. *

Asıl soru şayet ulus-devletler sona ererse bunun daha kenetlenmiş bir dünyaya mı yoksa daha parçalanmış bir dünyaya mı yol açacağıdır. Avrupai ya da küresel düşüncelere zıt olarak kusursuz olmaktan uzak olsa da ulusal mitler kuvvetli bir güç olduklarını ve ulusal kimlikler de bir realite olduklarını ispatladılar. Eğer ulusal kimlikler ortadan kaldırılırsa insanlar bu derin boşluğu kozmopolitanizmle mi yoksa mikro ve potansiyel çatışma riskleriyle dolu kimliklerle mi dolduracaklardır?

Bütün Avrupa’da ve artan bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri’nde de kolektif kimlikler üzerinde bir anlaşmazlık var, yakınlarda Bavyera eyaletinin tüm devlet binalarına haç yerleştirme kararını almasının da gösterdiği gibi.

Benzer olarak İslam’ın ikinci ve üçüncü göçmen kuşaklarında yeniden güç kazanması bütün bir kıtadaki toplulukların birbirlerine düşmesine zemin hazırlıyor.

Ağırlıklı olarak Müslüman ülkelerden kaynaklı süregelen göç, bu kimlik çatışmalarını daha da derinleştirecektir, ulus-devletin birleştirici gücüne sahip olmadan Avrupa’da gelecekte bir Avrupa Birleşik Devletleri olmaktan çok kıta boyunca bir Balkanlaşma yaşanması ihtimali daha mümkün görünüyor.

Fransa’da Le Pen’in Macaristan’da Orban’ın yeni agresif milliyetçilikleri desteklenmemeli ancak vatanseverliğin ve milliyetçiliğin tarihsel rolü itibarıyla toplumsal dayanışmanın temeli olduğunu inkar etmenin de kendine ait riskleri vardır.

Problem, milliyetçi hissiyatın yükselmesinden ziyade bilhassa Doğu ve Batı Avrupa’da ayrıca Amerika Birleşik Devletleri’nde yükselen oldukça tehlikeli, liberal olmayan bir milliyetçiliğin yükselmesidir.

Mezkur problemin çözümü, milliyetçiliği reddeden bir anlayıştan ziyade dayanışma sorununu, dayanışmanın duygusal bir temel üstünde ele alınması gerektiğini kabul eden liberal bir milliyetçilik anlayışıdır.

Aydınlanmış bir milliyetçi düşünceye karşılık olan alternatiflerin kabul edilir olup olmadığı tartışmalı bir konudur. İskoçya ve Katalonya’da görüldüğü gibi bir dinin veya yerel bağlılığın yeniden yükselmesi Avrupa’yı yalnızca politik anlamda zayıf bırakmayacak, bu durum daha çok duygusal düşmanlıklara sebep olacak ve muhtemelen bir ülke altında birlikte yaşamak düşüncesine dahi tahammül edemeyen insanları el ele tutuşturarak bir Avrupa Birliği şemsiyesi altına girmeye ikna edemeyecektir.

 

*Çevirmen notu: Okuyucu, bu konu özelinde daha fazla malumat edinmek için müteveffa Sadri Maksudi Arsal’ın Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları adlı eserindeki ‘’Federalizm ve Muhtariyet Çerçevesinde Milliyet Esası’’ adlı faslı inceleyebilir.

milliyetçilik liberalizm milliyetçilik ve liberalizm liberal