Okunmasına Gerek Olmayan Kitap: Disconnectus Erectus / Tutunamayanlar - 2

TAKİP ET

Kim Bu Tutunamayanlar?

Kim bu Tutunamayanlar? Bunca açıklama sonrasında akıllara bu soru geliyor fakat Oğuz Atay, kitabın içerisinde bu bahse yer vermiş. Diyor ki:

Tutunamayan (disconnectus erectus): Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşüyle, insana benzer. Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer). Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. Erkekleri, yalnız bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkarırlar.Dişilerini de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. ya da terkedilmiş yuvalarda yaşarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavrular ayrı yerlere giderler. Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Belirli bir beslenme düzenleri de yoktur. Başka hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler.

Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar. Bütün huyları taklit esasına dayandığı için, başka hayvanların yemek yediğini görmezlerse, acıktıklarını anlamazlar. (Bu sırada çok zayıf düştükleri için avlanmaları tavsiye edilmez).

İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat -gene taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte, hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlemlenmiştir. (Aynı bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler).

Din kitapları, bu hayvanları yemeyi yasaklamışsa da gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra tutup öldürmek işten bile değildir. İnsanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıkları tespit edildiğinden, belediye sağlık müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı hekimler, tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da bulaştırdıklarını ve bu sıkıntılardan kurtulmanın ancak et yemekten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler.

Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların, beceriksizlikleri nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca birkaç sirkte halkın karşısına çıkarılan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahzun etmişlerdir. (Halk gişelere saldırarak parasını geri istemiştir).

Filden sonra, din duygusu en kuvvetli hayvan olarak bilinir. Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir. Fakat toplu, ya da tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır.

Başları daima öne eğik gezdikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi denemişlerdir. Fakat insanlar arasında barınmaları -ev düzenine uyamamaları nedeniyle- çok zor olmaktadır. Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca da bir türlü gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapısında günlerce, acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler. (Bir keresinde, ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da, tutunamayan, sahibini kovalayarak, gittiği yerde de ona rahat vermemiştir).

Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta tutarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir.”

Yazar tutunamayan ırkı için“Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer). Tüyleri yok denecek kadar azdır.” derken aslında pekala hayata tutunamayan kimselerden bahsediyor. Hayatta heplik ve hiçlik olmadığını hesaba katarsak ve şairin  de “Hayatı düz bir çizgide tutmak, tükenmektir.” dediği üzere, dik araziler her an beklenmedik şekilde önümüzde peyda olabilir. İşte tutunamayanlar bu yokuşlara da tutunamaz. “Yokuş aşağı kayarak iner”, derken de elimizde iken kıymetini bilmediğimiz anlara çok hoş bir atıf var. Bolluk ve saadet zamanları, sanki bu anlar hiç bitmeyecek gibi, bir sarhoş edasıyla kendimizi bırakırız. Yer yer de yanılgıya “düşeriz”. Tüylerimiz ise evrimsel tekamül sebebiyle pek azdır.

Asıl can alıcı yer ise şurası: “Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz hemen yaklaşırlar size.” Bir bakışa ve anlayışa muhtaç, hatta başını koyacak bir omuza ihtiyaç duyan her tutunamayan, kendisine karşı şefkatli her bakışa karşı sonsuz bir güvenle kendini bırakmaktadır. İşte buradadır ki yokuş aşağı kayarak iner. Dahasını söylemeye ne hacet? Oğuz Atay, bu pasajın sonuna aslında farkında olmadan bir röportajda atıfta da bulunuyor: “Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için…” söylemi, “Turgut Özben en son Anadolu’da bir trende görüldü, belki hala trendedir.” diyerek tamamlanmış ve tutunamayan cinslerinin taşrada, insanlara yakın ama bir o kadar da uzak yaşadıklarının şerhi verilmiştir. Baudelaire, Paris Sıkıntısı eserinde “Şimdi kapıyı kapatıyor ve bana ait olanlarla baş başa kalmaya gidiyorum.” afaki söylemiyle de bu tamamlanmışlığı aydınlatıyor.

Biz aslında Tutunamayan ırkının anlatıldığı pasajda görmeliyiz ki, yazar alegorik bir anlatımla tutunamayan insanları ayrı bir ırk olarak telakki edip piyasaya sürmüştür. Kitabın içerisinde de göreceğimiz üzere; Selim Işık, Turgut Özben, Süleyman Kargı… Hepsi bir Tutunamayan kraliyet nişanı taşımaktadır. Yer yer muhavere halinde konuşan bu insanlar bazı vakitler ciddi bir tragedya  oyuncusu haline bürünüp “İhanet! İhanet!” sadasıyla Shakespeare intibaı uyandırır. Bu yüzden pek çok tragedya yazarı mezarında ters döner; Sophokles, Hoffmanstall… Burada eşzamanlı yükselen bir heyecan, kitaba kendini vermiş her okuyucu için tecrübesi kolay bir haldir.

Mustafa Aydın, Tutunamayanlar üzerine yazdığı makalesinde söylediklerimi destekler şekilde şunları diyor:

“Tutunamayanlar, Berna Moran’ın tespit ettiği gibi, önsözlerle ve Turgut Özben’in mektubuyla çerçevelenmiş; modernist roman kurgusu ile okuru okuduğu metinle aynılaşmaktan uzaklaştıran, okurun donanımlı olmasını talep eden, bir romandır. Romanın realist çizgiyi izleyen romanlarda karşılaşılan biyografiye, kronolojik zamanlı olaya dayalı roman tekniğinin haricinde duran çok katmanlı, zamanı ve olayı belirsizleştiren kurgusu, dikkat edilmediği takdirde okur için tuzaklarla doludur.”

Tutunamayanlar’da Nazım

Oğuz Atay, ilk ve acemilik eseri olarak tanıttığı bu eserinde nazım konusunda da üstün bir başarı göstermiştir. Tamamen bir edebiyat oyunundan ibaret olan Kutlug Dandini ve Farsus Dandana bahsinde verdiği nazım bir yana, Selim Işık’a atfedilen “DÜN, BUGÜN, YARIN” başlıklı 600 mısradan oluşan bir şiire de yer veriyor yazar. Bu şiir (Kural safhasını terk edersek Mesnevi bile denilebilir) teknik bakımdan kusurları olsa da bugün pek çok şair yamalı duyguculardan fevkalade güzel bir bölüm ortaya çıkarmıştır:

“Kalktı yer yatağından, iki ayaklı hüzün.”

“……. Ayrıca fakir dilim

Bağlı hece vezniyle, taş kesildi sağ elim.” (Cemal Safi’nin de benzer bir söylemi mevcut.)

“……. Ey ölü ruh! Kıyam et!

Beğendin mi Süleyman?

tutunamayanlar oğuz atay disconnectus erectus mehmet can kuyucu