Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - I | İdeolojik Kıtlık

TAKİP ET

"Standart siyasetçi kanadından umut bekleyen gruplar, ona nazaran tamamen siyasi çözümden umudunu yitirmiş gruplar ve hiçbir yerde umduğunu bulamayıp yeni bir siyasi hareketin doğuşundan umudu olan gruplar var."

M. Bahadırhan Dinçaslan'ın "Ulusalcı Olmayacağız" çıkışıyla birlikte yaptığı davet üzerine, TamgaTürk okurları "Seküler milliyetçilik nereye/nasıl?" sorularına verdikleri cevapları gönderdiler. Seküler Milliyetçilik dosyası boyunca zaman zaman müstakil makaleler, zaman zaman derleme ve analizler halinde bu cevaplara yer vereceğiz. Dosyanın açılışını, Yiğit Özalkuş'un makalesiyle yapıyoruz.

İdeolojik Kıtlık

Tanıl Bora, 12 Haziran tarihinde Serbestiyet Gazetesi’nde kaleme aldığı yazısında, yeni kuşaklarda modernist, şehirli, seküler milliyetçi eğilimin canlandığından bahsetmişti. Fakat kulağa hoş gelen bu masum eğilimin şehirli, seküler ve faşist bir görünüme de kavuşabileceği ihtimalini öne sürmeyi unutmadı.(1) Takip eden günlerde Politikyol Gazetesi’nde Nezih Onur Kuru, "Türkiye’de Seküler Milliyetçilik ilk kez mi Yükseliyor?" başlıklı yazısında seküler milliyetçi anlayışın bir ideolojik duruşa nazaran yalnızca insanca yaşamak arzusunun bir tezahürü olabileceği ihtimaline değindi.(2) Fakat genelde gördüğüm eğilim hem kendisini Seküler Milliyetçi olarak adlandıran muhtelif gruplarda hem de bunun yükselişine karşı şüphe ve endişeyle yaklaşan cenahta bu kavramı tanımlamak konusundaki başarısızlık.

Bu bir ideoloji midir? Yalnızca 20 yıllık Ak Parti iktidarına karşı palazlanan bıkkınlığın bir yansıması mı? Yoksa endişeli liberal ve muhafazakarların nitelendirdiği gibi yükselen Faşizmin Türkiye’de zuhur etmesi midir? Bence hiçbiri. Asıl mesele Türkiye’nin merkez ideolojik zeminini kuramamasında saklıdır. Türkiye ne Ak Parti öncesinde ne de sonrasında, hiçbir zaman stabil, kurucu bir ideolojik zeminin rehberliğinde yükselecek çoklu parti ağına kavuşamamış ve bu sebeple her çok partiye geçiş denemesi elinde sonunda kendini imha etmiştir. Buradan hareket edildiği taktirde Türkiye’deki temel problem ortaya sürülen siyasi akımların alt metinlerindeki ideoloji eksikliğidir. Bir ülkenin çok partili sisteme geçebilmesi ve bu yolda güvenle ilerleyebilmesi için gerekli olan siyasi partiler bütününün rejime yıkıcı zararlar veremeyecek şekilde kanunlar tarafından sınırlandırılması gerekmektedir. Bu düzenin kurulabilmesi içinse bu andan itibaren sıklıkla kullanacağım "zemin ideoloji" kavramı devreye girmektedir.

Zemin ideoloji tüm siyasi partilerin devlet ve meclisin değişmez esaslarının sınırları çerçevesinde kuralları aşmalarını, rejimin temel prensiplerine zarar vermelerini engellemek için konulması ve riayet edilmesi zaruri olan kurallar bütünüdür. Bu kurallar bütünü mecliste ve siyasi partiler içerisinde hâkim tüm fikri akımların sınırlarını belirleyecek, onları düzenleyecek ve sınırı aştığı taktirde yaptırım garantisi sağlayacak temel yapıtaşlarıdır. Bu zemin ideolojiyi devlet aygıtına entegre edecek, yürürlükte tutacak, çalışmasını sağlayacak dişli ise anayasa olmalıdır. Peki o zaman bu kavramı salt anayasa ile nitelendirme şansım varken niçin ayrı bir terminoloji üretiyorum? Çünkü sadece anayasanın kanatları altında bir zemin ideolojinin tüm sınırlara sirayet etmesi mümkün değildir. Sıkı sıkıya tüm kamusal hayata perçinlenmemiş bir resmî ideoloji, her yeni fikri akımının karşısında yenilmeye ve etki alanını kaybetmeye mahkumdur. Bu sebeple zemin ideolojinin çok partili demokrasi içerisinde erimemesi aksine her yeni siyasal hareketin onun sunduğu imkanlar çerçevesinde genişlemesi yahut gücünü kaybetmesi için ideolojiyi salt merkez, Ankara çerçevesinde bir zemine oturtmak çok yetersizdir.

Erken Cumhuriyet döneminde üç Türkiye vardır: İstanbul, Ankara ve Türkiye’nin geri kalanı. Oysa Kemalist ideoloji Ankara’nın belirli bölgelerine dahi sirayet edememiştir. Şunu da sormakta özgürsünüz. Eğer öyleyse bugün milyonlarca genç meydanlarda niçin Atatürk’ün hatırasına bu kadar kuvvetle sahip çıkmaktadır? Oysa ki bugün sığınılan Atatürk imajı orijinal görüntünün derinliğine nazaran çok soluktur. Atatürk bir mite dönüşmüştür oysa ki gerçek Atatürk bir mitten daha fazlasıdır, bize anlatacağı çok şey vardır. Fakat burası tartışmam gereken nokta olmadığından geçeceğim. Asıl nokta tekrar etmek gerekirse tüm siyasal düzene güç verecek, onu karşı devrimden koruyacak, besleyecek, yenileyecek ve büyütecek bir zemin ideolojinin tüm bir memlekete yayılmasının fevkalade önemidir. Fakat bu hedef başarısızlıkla sonuçlanmış, tüm söylemlerini farklı kollarda gelişen karşı devrime kaptırmış ve zeminsiz kalmıştır.

Tüm bu sebeplerle 1924 Anayasası ile yürürlüğe giren değişmez prensipler daha tek partili sürecin başından itibaren iki defa tekrarlanan çok partili geçiş denemesi sırasında kaza yapmış, 1946’da çok partili hayata üçüncü defa, nihai bir geçiş yapıldığında ise sistem kendini yavaş yavaş imha ederek 27 Mayıs’ın önünü açmıştır. Demokrasinin kendi kendini imhası, rejim karşıtı, yıkıcı ögelerin kendisini tekrar ve tekrar yeniden üretmesi Türkiye’nin tüm tarihi boyunca tekrarlanmış fakat hiçbir zaman bu soruna nihai bir çözüm bulunamamıştır. Ben bu sorunun kaynağını siyasal hareketleri besleyecek ve yol gösterecek olan temel ideolojinin eksikliğinde buluyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzeni, prensipleri ve devlet aygıtı teoride kendisini bir yere oturtmuş olsa da halkın gündelik düzeninde ve pratiklerinde hiçbir zaman karşılık bulamamıştır. Bunun birçok sebebi vardır. Tarihte hiçbir vakanın tek bir sebebi olmadığı gibi Türkiye’nin dirlik ve düzeninin bozulmaya olan yatkınlığı da tek bir sebeple yahut özel olarak seçilmiş sebepler demetiyle açıklanamaz. Fakat bu sebep ve sebepler demeti içerisinde ideoloji yoksunluğunun ve sabit bir doktrin inşa edilmemesinin sonuçlarının Türkiye’nin dünü ve bugünü açısından çok ağır sonuçlar doğurduğu apaçık ortadadır.

1923’de teşkil edilen Cumhuriyet rejiminin temel prensiplerini oluşturacak Altı Ok, çok renkli ve geniş bir zemine yayılmaktadır. Esasında bakıldığında bu durum Atatürk’ün isteğiyle örtüşmekte, Yakup Kadri’nin kendisine yönelttiği "Bu partinin doktrini yok" tenkitine karşı "Elbette yok çocuğum, eğer doktrine gidersek hareketi dondururuz." Cevabını akla getirmektedir. (3) Atatürk’ün bir kazanım olarak gördüğü ve benimsediği yöntem, Cumhuriyet Halk Partisi programının iç ve dış şartlara göre değişebildiği kaygan politik zemin; onun erken vefatı, uluslararası arenadaki radikal değişim ve halkın iç dinamiklerinin etkin bir itici güç haline gelmesi sonucu bir zaafa dönüşmüştür. Atatürk’ün vefatından sonra hem CHP içinde hem diğer partilerde, 27 Mayıs sonrası üniversiteler ve halk arasında sık sık tartışma konusu olacak olan Atatürk’ün ideolojik duruşunun günümüze kadar güncel bir tartışma konusu olmasının belki de en büyük sebebi bu bilinmezlik ve zemin ideolojinin eksikliğidir. Birinci Dünya Savaşı’nın akabinde hızlı bir ivme kazanan faşizm, komünizm ve liberal demokrat dünya düşleri arasında devamlı bir taraftan bir tarafa çekiştirilen Altı Ok prensipleri hiçbir zaman tam olarak bir zemine oturtulamamış çünkü Atatürk’ün kendi çevresince de anlaşılamamıştır.

Gerçekten de Kemalist prensiplerin ucu açık bırakılmıştır. İlk başta devletçi-liberal ekonomi tartışmasından doğan ikililik, ideolojik zemini ucu açık bırakılan hareketi devrim ve karşı devrimcilik arasındaki bugünkü çizgisine itmiştir. En temel prensiplerdeki anlaşmazlıkların dahi çözülememesi, Türkiye’deki sınıfların niteliği ve ayrımı, toprak reformu ve toprak ağaları, Kürt Sorunu, Siyasal İslam ve İslamofobi gibi doğrudan karşı devrimi tetikleyecek en radikal sorunlara hiçbir zaman sıra gelmemesine yahut gelememesine sebep olmuştur. Resmî ideolojinin bu sorunların hepsine elbet bir cevabı vardı fakat bu cevapların hiçbiri Türk ulusuna bir yöntem sunmuyordu. Özellikle bu kadar kendi içerisinde girift, kozmopolit ve yerel feodal elitlerin varlığını sürdürdüğü bir toplumsal modelde bu cevapsızlık karşı devrimin fitilini yakmıştır. Çünkü resmî ideolojinin inşa edemediği, zemin ideolojinin cevap vermediği bu meseleler zamanla karşı devrimci fraksiyonların eline geçmiştir. Örneğin Kürt sorununa etkin bir yöntem sunmayan prensipler, Kürt sorununun Kürtlerin eline geçmesine, Türkiye Cumhuriyeti’nin tekelinden çıkmasına, uluslararası bir nitelik kazanmasına, karşı devrimci ve ayrılıkçı bir görünüme kavuşmasına sebep olmuştur. Oysa Kürt sorunu, Türkiye’nin varlığı açısından Kürtlerin eline bırakılmayacak kadar mühim bir meseledir. Fakat bu konuda çok geç kalınmıştır. Keza Erken Cumhuriyet devrinin, Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve devlete büyük hizmetlerde bulunmuş Osmanlı kökenli fevkalade bürokrat ve askerlere karşın Osmanlı mirasını reddedici tavrı, bugün Ak Parti’nin Osmanlı mirasını kendi inşa ettiği resmi devlet ideoloji içerisinde yeniden üretmesine ve bunu kendi tekeline almasına, sahte bir Osmanlı imajı yaratmasına sebep olmuştur. Oysa Mithat Paşa tarafından üretilen ve ancak 1876 yılında yürürlüğe giren Kanun-i Esasi ile doğan İslâmcılık, CHP’nin Osmanlı mirasını reddedici tavrı yüzünden Ak Parti’nin inşa ettiği resmî ideolojide Osmanlı İmparatorluğu’nun en başından itibaren var olduğu sanılan bir fenomene dönüşmüştür.

Kısacası Osmanlı İmparatorluğu bugün Ak Parti tarafından yeniden üretilmiştir. Yine Şeyh Sait’in temel teşkil ettiği toprak ağaları meselesi resmî ideolojinin cevapsızlığından ötürü bugün doktrinden yoksun CHP’nin içerisindeki çeşitli fraksiyonlar tarafından milliyetçi bir ulus destanına dönüştürülmüştür. Görüldüğü üzere zemin ideolojinin cevap üretemediği ve yokluğunun hissedildiği her durumda farklı türlerden karşı devrim örnekleri bu ideolojileri kendisi için yeniden kurgulamıştır. Özellikle son yıllarda ivme kazanan ‘‘İttihatçı’’ ve ‘‘Turancı’’ düşünce de bu yokluğun bir sonucudur. (4) Oysa Ziya Gökalpçi düşünceye hâkim gelen dinamik ve Atatürkçü Yusuf Akçuracı düşünce tarzı hem Turancı hem İttihatçı düşünceyi geri plana iterek (5) Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Avrupa’daki muadillerine benzer, tüm etnik unsurların ortak bir çatıda birleştiği bir ‘‘Türk’’ üst kimliği inşa etmeyi ve Kırım’dan, Rumeli’den, Kafkasya’dan, Irak ve Suriye’den Anadolu’ya akan Türklüğü, Anadolu’daki etnik unsurlar ile birleştirerek yepyeni ve dinamik bir ulus inşa etmeyi tasarlamıştır fakat bu da resmi ideolojinin yöntem üretememesinden ötürü karşı devrimci bir mahiyet kazanmıştır. Bugün Altı Ok’un salt Milliyetçilik ilkesini benimseyen ve geri kalan okları geri plana iten milyonların oluşmasının sebebi yine bu ideolojisiz ve doktrinden yoksun bırakılmış zemindir.

Salt slogana indirgenen milliyetçi tavır özellikle İnkılapçılık ve Halkçılık gibi en temel prensiplerin karşılıksız kalmasına, Türkçülük gibi zengin bir ideolojinin içinin tamamen boşalmasına sebep olmuştur. Bugün sık sık karşılaştığımız ‘‘Türkiyeli’’ mefhumunun esas kaynağı, resmî ideolojinin kurmakta başarısız olduğu Türk üst kimliği değil midir? Zemin ideolojinin inşa edemediği siyasal yapı, federatif yönetim yanlısı, etnik siyasete dayalı karşı devrimci unsurların kendi ideolojilerini beslemek için kullandıkları bir yönteme dönüşmemiş midir? Her bir örnekte tekrar ve tekrar görüleceği üzere en baştaki ideoloji yoksunluğu, bugün Türkiye Cumhuriyet’inin menfaatine olan bütün ideolojilerin slogana indirgenmesinin ve içinin boşalmasının asıl sebebidir. Oysa kökeni çok yakın bir zamana dayanan Kürtçü ve İslâmcı düşünce bugün kendini yoktan var etmiştir ve her geçen gün daha çok zenginleşmektedir. Bugün milyonlarca her yaştan Seküler Türk’ün siyasi partiler tarafından temsil edilmemekten, ana akım siyasi partilerin kendisi için politika üretmek yerine Tarikatlar, Kürtler ve İhvancı iktidar lehine politika üretmesinden ancak şikâyet etmesinin fakat hiçbir şey yapamamasının sebebi bu ideolojik altyapıdan yoksunluk değil
midir? Bugün Türkiye’nin hâkim kesimi olan milyonlarca insanın bir araya gelememesinin ve çözüm üretememesinin temel sebebi bu değil midir? Osmanlı İmparatorluğu içerisinde en geç gelişen milliyetçi eğilimin Türkçülük olduğunu hatırladığımızda aslında bugün dönüp dolaşıp yine aynı noktaya geldiğimizin farkında değil miyiz? Yine ideolojik olarak altyapıdan ve birlikten yoksun milyonları teşkil etmiyor muyuz? Her bir sorunun cevabı aynı olacaktır.

O zaman kendini seküler milliyetçi olarak niteleyen milyonlarca temsil edilmeyen, sessiz çoğunluğa ne görev düşmektedir? Öncelikle ideolojik altyapının yokluğu sonucu dört bir tarafa dağılan milyonlarca şehirli yahut kırsal Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının özellikle sosyal medyada çok defa karşılaştığım bilmiş, dinlemek ve anlamaktan yoksun, dediğim dedik tavrının kitlesel birleşmeyi imkânsız kılması büyük bir problem teşkil etmektedir. Standart siyasetçi kanadından umut bekleyen gruplar, ona nazaran tamamen siyasi çözümden umudunu yitirmiş gruplar ve hiçbir yerde umduğunu bulamayıp yeni bir siyasi hareketin doğuşundan umudu olan gruplar var. Esasen bizim seküler milliyetçi olarak adlandırma gayesinde olduğumuz bu grupların hepsi sıradan Türk vatandaşları. Yani esasında "Seküler Milliyetçi" dediğimizde özel bir gruplar ağından değil Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle genç kanadında çözüm bekleyen büyük insan yığınlarından söz ediyoruz. Yalnızca Türkiye’nin dirlik ve düzenini tehdit eden küçüklü büyüklü fakat teşkilatlı gruplar karşısında paramparça olan bu yığınları belirli ilkeler etrafında birleştirmek asıl meseledir. İdeolojik eksiklik tam bu noktada devreye girer. Seküler ya da milliyetçi olmak salt bir ideolojik duruş teşkil etmez. Bu iki sözcük Türkiye Cumhuriyeti’nde doğup büyümüş herhangi bir vatandaşının özünde zaten bulunmaktadır. Sadece yirmi yıllık süreçte çöken eğitim sisteminin doğal bir sonucu olarak çözülmeye başlamıştır. O vakit seküler milliyetçilik kendi başına ideolojik duruşu temsil etmiyorsa teorik olarak belirli ilkeler etrafında birleşerek ideolojik bir zemin oluşturmak mecburiyetindeyiz. Öncelikle sloganlaşmış, Altı Ok’un sadece milliyetçilik prensibinden hareket eden sığ ve yozlaşmış milliyetçiliği çöpe atacağız ve her konuyu konuşmaya hazır dinamik bir Türk milliyetçiliği inşa edeceğiz. Aslında bu zaten elimizde var olan zengin Türk milliyetçiliğine geri dönüşten fazlası değildir.

Kendisinin ana akım siyasi partiler tarafından temsil edilmediğini düşünen milyonlarca insan ortak prensipler etrafında buluşarak azınlık ama örgütlü karşı devrimci unsurların ellerindeki ideolojik araçları,  Türkiye’nin sorunu olan ana meseleleri bizzat sahiplenecek, bunlar hakkında yazacak, konuşacak ve teoriler geliştirecek. Özellikle 1990’larda konuşulması engellenerek bugünlere getirilen Kürt sorununu bizzat biz ele almak zorundayız. Bunu yaparken içi boşaltılmış Türklük şuuruyla saldırganca bir tavır izleyerek değil Türkiye’de bile isteye yaratılan ekonomik bozukluğu, ağırlaştırılmış ihvancı kapitalizmi, fırsat eşitsizliğini ve köklü reformları… Bu meseleyi tüm boyutlarıyla ele alarak tartışmak zorundayız. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kaderini en başından beri Ak Parti’nin Doğu Anadolu’daki büyük ortağı olan HDP’nin ve toprak ağalarının elinden kurtarmak, fırsat eşitsizliğine mahkûm bırakılmış milyonlarca çocuğun geleceğini, tüm Türkiye Cumhuriyeti’nin ortak kaderi içerisinde beraber düşünmek gerektiğinin farkına varmak mecburiyetindeyiz. Tarikat ve toprak ağalarının sermayesine hayır diyemeyen ana akım siyasi partilere karşı durarak bu iki tehlikeli unsurun başını radikal bir şekilde ezmek zorunda olduğumuzun farkına ne zaman varacağız? Bunun salt laik ve Atatürkçü şuur ile değil her şeyden önce ‘‘İnsanca yaşamak’’ arzusunda olduğumuz için yaptığımızın farkına varmalı, tüm siyasi partilere burada olduğumuz mesajını vermeli, bu konuda taviz verilmemesi gerektiğini hatırlatmalıyız. Piyasanın dolarizasyonu sonucu birçok koldan yürütülen işgal hareketinin AB tarafından fonlanan medya koluna karşı etkin bir basın-yayın faaliyeti yürütmek mecburiyetindeyiz.

Seküler milliyetçinin görevi tüm bunların şuuruna erişmek ve Türkiye’nin içine düştüğü sorunlar batağına karşı kafasını çevirmek yerine onlarla daha fazla meşgul olmaktır. Tüm bu meseleler Türkiye’nin kronik sorunlarıdır. Bu sorunlar her geçiştirildiğinde daha güçlü ve daha fazla taraftar toplamış şekilde geri dönecek, her defasında Türkiye’nin varlığını daha da şiddetli bir şekilde tehdit edecektir. Seküler milliyetçiliğin benimsemesi gereken zemin ideoloji bu esasların etrafında şekillenmeli, sloganlardan arındırılmalı, teorik ve fiili olarak kendisini yeniden canlandırmalıdır. Bu ideolojik çıkmaz aşıldığı, dogmalardan arındırıldığı taktirde sessiz çoğunluk olmaktan kurtulacağız. 

1—Serbestiyet, "'Şehirli, modernist, seküler faşizm de olabilir'", serbestiyet.com (blog), 12
Haziran 2022.
2—"Türkiye’de seküler milliyetçilik ilk kez mi yükseliyor?”" PolitikYol Haber Sitesi (blog), 18
Haziran 2022.
3—A.M Celâl Şengör, Hasan-Âli Yücel ve Türk Aydınlanması (İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2020), s. 12
4—Niyazi Berkes, Türk Düşününde Batı Sorunu (İstanbul: Yapıkredi Yayınları, 2020), s. 69
5—Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2018), s. 26-27 Yiğit Özalkuş Dosyanın Birinci Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - I | İdeolojik Kıtlık — Yiğit Özalkuş Dosyanın İkinci Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - II | Türk Milliyetçiliği Üzerine — Halil Doğangüzel  Dosyanın Üçüncü Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - III | Milliyetçiliğin Rotası Nereye Gidiyor? — Emir Abbas Gürbüz Dosyanın Dördüncü Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları IV | Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - IV | Türkçülük, Laiklik, Sekülerlik — İskender Öksüz Seküler Milliyetçilik Tartışmaları V | Gidiyor Gibi Ama Gitmiyor: Bir Erkek Yahut Erkeklik Dâvâsı Olarak Türkçülük — Abdulkerim Şeker Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - VI | 'Yeni Dünya Düzeni'nde Kurtuluşun Altın Anahtarı: Seküler Milliyetçilik — Emrah Birgül Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - VII | Seküler Milliyetçilik Nereye Gitmelidir, Nasıl Gitmelidir, Özellikleri Ne Olmalıdır? — Hakkı Başar Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - VIII | Uzaktan ve Dışarıdan — Oğuz Gürler Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - IX | Mülteciler Irkçılık Getirir mi? — Şamil Özlü

seküler milliyetçilik tartışmaları Bahadırhan Dinçaslan ideolojik kıtlık dosya haber siyaset ulusalcı olmayacağız davet mustafa kemal atatürk niyazi berkes celal şengör tanıl bora serbestiyet akp yusuf akçura yiğit özalkuş yazar tartışma türkçülük turancı