Seküler milliyetçilik yükselişte… Bu sözü çok sık duyar olduk. Gazeteciler bunu konuşuyor. Düşünürler bunu sorguluyor. Ekşisözlük’te bunun başlığı açılıyor. Buna dair tweetler atılıyor. Kimisi bundan memnun, kimisi şüpheci, kimi teyakkuzda.
Yıllar önce “bize seküler bir milliyetçilik lazımdır!” diye çıkış yaptığımızda çok kalabalık değildik. Üstelik yaşımız çok küçüktü. Belki o gençliğin verdiği cesaretle boyumuzu çok aşan bir işe girişmiştik. Belki haklılığımızı o çağlardaki toyluğumuz ve birikimsizliğimiz nedeniyle çok iyi temellendiremiyor, anlatamıyorduk ama insiyakla hissediyor, küçük aklımızla kavrıyor ve iştiyakla savunuyorduk. Bugün geriye bakınca artık 10 yılı aşan bu süreçte belki bazı hamleleri farklı yapardım diyorum – ancak o gün başka türlü davranamazdım ve hiç değilse sivriliğim ve deli cesaretimle kalkıştığım iş tantana çıkardı ve bu sayede iki kazanım elde etmiş olduk: Sekülarist bir meyli olsa da bunu tarif edemeyenler, ekseriyetle bize sövmek için çıkarılan tantana sayesinde böyle net bir tabir kullanıldığını duydular ve benimsediler; ikinci kazanımsa şimşekleri üzerimize çekerek bir paratoner vazifesi görmek oldu. “Gavura bakınca Kürt de Müslüman” lafındaki gibi, biz o kadar sert, gençliğin verdiği enerjiyle o kadar gözükaraydık ki, son tahlilde sekülarist meylin daha ortayolcu yorumları kabul gördü. Bu bakımdan pişman değilim, bu ifadenin genel ve kabul görmüş bir terim haline gelmesindeki payımla, müsaade edilmese de, gurur duyuyorum.
Yaygınlaşan her toplumsal hareket yeni aktörleri cezbeder. Bunda beis de yoktur, hayatım boyunca bir tür “kıdemcilik” yapılmasından hep rahatsız oldum ve bunu yapanları eleştirdim. Görüşlerini değiştirerek yahut netleştirerek kendisini "seküler milliyetçi” olarak tanımlayan insanları “sonradan böyle olmakla” itham etmek abes. Üstelik şunun da farkındayım: Ben seküler milliyetçiliğin sahibi, ağası, paşası, peygamberi yahut tanrısı değilim. Seküler milliyetçiliğin ideoloğu olmaya soyunmuş bir yazarım. Dolayısıyla bu yazı bir tekfir yazısı değil, bir ikaz yazısıdır: Bu kadar emekle nihayet rüştünü ispat etmeye yaklaşan bir akımın, genç neslin sosyolojisinde yakaladığı uyumla kitleselleşmeye başlayan bir yeniliğin akacağı oluğa dair kaygı duyan birinin muhtemel ve müstakbel tehlikelere dair ikazları, geride kalan on yılın referansıyla dikkate alınmalıdır diye düşünüyorum.
Düzenli okuyucularım bilir ki ben ulusalcıları “iyi beşeri sermaye, kötü fikir” bağlamında okurum. Türkiye’nin şehirleşmesinin henüz patinaj çektiği yıllarda sayıca az ancak rejimin sahibi hissiyle hareket ettiği için etkisi ve cesareti yüksek bir şehirli kesimi, bu kesimin üzerine kurulmaya kalkan birtakım kanaat önderleri tarafından “güdüldü.” Oktay Sinanoğlu, Banu Avar, Soner Yalçın gibi figürler bu dönemin eseridir. Bu kitlenin de insiyaki tepkileri vardı: Sözgelimi tarikat karşıtlığı oldukça kıymetli ve faydalı bir insiyaktı. Bu insiyak; gerçek, doğru, iyi ve güzel bir formatta şekillenmiş fikirlerde karşılık bulamadı, nihayet güdülen, komplo teorileriyle düşünce sistemi zehirlenmiş ve faydalı olamayan bir kitle yaratıldı.
Şimdilerde benzer bir vaziyet var: Kendiliğinden, sosyolojinin ve zamanın ruhunun tetiklemesiyle belli meyiller göstermeye başlamış genç kitlenin sözcülüğüne ve “çobanlığı”na soyunan bir zihniyet, bu kitlenin bir nehr-i muazzam gibi cuş eden enerjisinin çorak yerde akıp gitmesine sebep olabilir. Elbette popülerleşen fikrin popüler figürleri olacaktır, üstelik bu figürler yeni mensupların kitleye katılması için elzemdir. Fakat, sözgelimi, sekülarizm yalnızca İslam dininin kamusal alana karışmasına karşı bir tutum değildir. Her türlü mistisizm, metafizik yahut irrasyonel meyil de en az İslamcı irtica kadar tehlikelidir. Üstelik işin milliyetçilik tarafı da var: Milliyetçiliği kof bir yabancı düşmanlığına ve yeni gençliğin yeni mavrasının mezesine dönüştüren, yani özünde yıllardır eleştirdiğimiz MHP’nin “hamaset”inin bir diğer versiyonu haline gelen popülizmin milliyetçiliğe verecek bir şeyi yoktur. Meselemiz milliyetçiliğe yeni ve tutarlı bir tarif yapmaktır, bu defa pratiğin teoriye mukaddem olmasını engellemektir.
Milliyetçiliğin öncesiyle sağlıklı, tutarlı ve “elekli” bir bağ kurup, sonrasına dayanıklı ve uyum sağlama yeteneği yüksek bir tereke bırakma azminde olmayan bir akım, “yeni bir fikir bulamadığı için eskilerin yeni versiyonlarını deneyen” kitlenin “gazı kaçtığında” sönüp gider. Olanca hatalarına ve hatta zararlarına rağmen AKP-MHP ittifakının Türk-İslamcı ve messianik milliyetçiliğinin temelleri bu bakımdan daha sağlamdır, o daha kalıcı olur. Nihayet milliyetçilik yeniden sevimsiz ve faydasız gettosuna iade edilir ve seküler milliyetçilikte gördüğümüz bu kıpırdanma, başka tanımlar, tarifler, pratikler ve hedefler yolunda hem biçim, hem içerik değiştirir.
Bunun olacağını öngörerek bir meşruiyet ve kurmaylık merkezine dönüşsün diye başlattığım Milliyetçi Gençlik Kongresi’ni, gelen hayasız iftiralardan bu güzide kitleyi korumak için akim bırakmıştım. Yeniden düzenlemek için henüz maddi imkanlarım yeterli değil, fakat belli prensiplerin, çerçevelerin, hatların çizilmesi, belli temellerin hiç değilse adının konulması için bu yazıyı okuyan ve fikri olan herkesi katkı yapmaya davet ediyorum. Bu bağlamda, lütfen “Seküler milliyetçilik nereye gitmelidir, nasıl gitmelidir, özellikleri ne olmalıdır?” soruları başta olmak üzere, aklınızdaki yahut çevrenizdeki sorulara cevap verdiğiniz makaleleri [email protected] adresine gönderiniz. Gelen makalelerin içeriğine ve uzunluğuna göre müstakil yahut bir dosyada birleştirilmiş olarak yayımlamak ve dijital kamusal alanda bir münazara başlatmak niyetindeyim.
Her şeye rağmen, sevgili kaari, eminim ki senden ve benden bir yıldız yükselecektir.
Bahadırhan Dinçaslan
Yıllar önce “bize seküler bir milliyetçilik lazımdır!” diye çıkış yaptığımızda çok kalabalık değildik. Üstelik yaşımız çok küçüktü. Belki o gençliğin verdiği cesaretle boyumuzu çok aşan bir işe girişmiştik. Belki haklılığımızı o çağlardaki toyluğumuz ve birikimsizliğimiz nedeniyle çok iyi temellendiremiyor, anlatamıyorduk ama insiyakla hissediyor, küçük aklımızla kavrıyor ve iştiyakla savunuyorduk. Bugün geriye bakınca artık 10 yılı aşan bu süreçte belki bazı hamleleri farklı yapardım diyorum – ancak o gün başka türlü davranamazdım ve hiç değilse sivriliğim ve deli cesaretimle kalkıştığım iş tantana çıkardı ve bu sayede iki kazanım elde etmiş olduk: Sekülarist bir meyli olsa da bunu tarif edemeyenler, ekseriyetle bize sövmek için çıkarılan tantana sayesinde böyle net bir tabir kullanıldığını duydular ve benimsediler; ikinci kazanımsa şimşekleri üzerimize çekerek bir paratoner vazifesi görmek oldu. “Gavura bakınca Kürt de Müslüman” lafındaki gibi, biz o kadar sert, gençliğin verdiği enerjiyle o kadar gözükaraydık ki, son tahlilde sekülarist meylin daha ortayolcu yorumları kabul gördü. Bu bakımdan pişman değilim, bu ifadenin genel ve kabul görmüş bir terim haline gelmesindeki payımla, müsaade edilmese de, gurur duyuyorum.
Yaygınlaşan her toplumsal hareket yeni aktörleri cezbeder. Bunda beis de yoktur, hayatım boyunca bir tür “kıdemcilik” yapılmasından hep rahatsız oldum ve bunu yapanları eleştirdim. Görüşlerini değiştirerek yahut netleştirerek kendisini "seküler milliyetçi” olarak tanımlayan insanları “sonradan böyle olmakla” itham etmek abes. Üstelik şunun da farkındayım: Ben seküler milliyetçiliğin sahibi, ağası, paşası, peygamberi yahut tanrısı değilim. Seküler milliyetçiliğin ideoloğu olmaya soyunmuş bir yazarım. Dolayısıyla bu yazı bir tekfir yazısı değil, bir ikaz yazısıdır: Bu kadar emekle nihayet rüştünü ispat etmeye yaklaşan bir akımın, genç neslin sosyolojisinde yakaladığı uyumla kitleselleşmeye başlayan bir yeniliğin akacağı oluğa dair kaygı duyan birinin muhtemel ve müstakbel tehlikelere dair ikazları, geride kalan on yılın referansıyla dikkate alınmalıdır diye düşünüyorum.
Düzenli okuyucularım bilir ki ben ulusalcıları “iyi beşeri sermaye, kötü fikir” bağlamında okurum. Türkiye’nin şehirleşmesinin henüz patinaj çektiği yıllarda sayıca az ancak rejimin sahibi hissiyle hareket ettiği için etkisi ve cesareti yüksek bir şehirli kesimi, bu kesimin üzerine kurulmaya kalkan birtakım kanaat önderleri tarafından “güdüldü.” Oktay Sinanoğlu, Banu Avar, Soner Yalçın gibi figürler bu dönemin eseridir. Bu kitlenin de insiyaki tepkileri vardı: Sözgelimi tarikat karşıtlığı oldukça kıymetli ve faydalı bir insiyaktı. Bu insiyak; gerçek, doğru, iyi ve güzel bir formatta şekillenmiş fikirlerde karşılık bulamadı, nihayet güdülen, komplo teorileriyle düşünce sistemi zehirlenmiş ve faydalı olamayan bir kitle yaratıldı.
Şimdilerde benzer bir vaziyet var: Kendiliğinden, sosyolojinin ve zamanın ruhunun tetiklemesiyle belli meyiller göstermeye başlamış genç kitlenin sözcülüğüne ve “çobanlığı”na soyunan bir zihniyet, bu kitlenin bir nehr-i muazzam gibi cuş eden enerjisinin çorak yerde akıp gitmesine sebep olabilir. Elbette popülerleşen fikrin popüler figürleri olacaktır, üstelik bu figürler yeni mensupların kitleye katılması için elzemdir. Fakat, sözgelimi, sekülarizm yalnızca İslam dininin kamusal alana karışmasına karşı bir tutum değildir. Her türlü mistisizm, metafizik yahut irrasyonel meyil de en az İslamcı irtica kadar tehlikelidir. Üstelik işin milliyetçilik tarafı da var: Milliyetçiliği kof bir yabancı düşmanlığına ve yeni gençliğin yeni mavrasının mezesine dönüştüren, yani özünde yıllardır eleştirdiğimiz MHP’nin “hamaset”inin bir diğer versiyonu haline gelen popülizmin milliyetçiliğe verecek bir şeyi yoktur. Meselemiz milliyetçiliğe yeni ve tutarlı bir tarif yapmaktır, bu defa pratiğin teoriye mukaddem olmasını engellemektir.
Milliyetçiliğin öncesiyle sağlıklı, tutarlı ve “elekli” bir bağ kurup, sonrasına dayanıklı ve uyum sağlama yeteneği yüksek bir tereke bırakma azminde olmayan bir akım, “yeni bir fikir bulamadığı için eskilerin yeni versiyonlarını deneyen” kitlenin “gazı kaçtığında” sönüp gider. Olanca hatalarına ve hatta zararlarına rağmen AKP-MHP ittifakının Türk-İslamcı ve messianik milliyetçiliğinin temelleri bu bakımdan daha sağlamdır, o daha kalıcı olur. Nihayet milliyetçilik yeniden sevimsiz ve faydasız gettosuna iade edilir ve seküler milliyetçilikte gördüğümüz bu kıpırdanma, başka tanımlar, tarifler, pratikler ve hedefler yolunda hem biçim, hem içerik değiştirir.
Bunun olacağını öngörerek bir meşruiyet ve kurmaylık merkezine dönüşsün diye başlattığım Milliyetçi Gençlik Kongresi’ni, gelen hayasız iftiralardan bu güzide kitleyi korumak için akim bırakmıştım. Yeniden düzenlemek için henüz maddi imkanlarım yeterli değil, fakat belli prensiplerin, çerçevelerin, hatların çizilmesi, belli temellerin hiç değilse adının konulması için bu yazıyı okuyan ve fikri olan herkesi katkı yapmaya davet ediyorum. Bu bağlamda, lütfen “Seküler milliyetçilik nereye gitmelidir, nasıl gitmelidir, özellikleri ne olmalıdır?” soruları başta olmak üzere, aklınızdaki yahut çevrenizdeki sorulara cevap verdiğiniz makaleleri [email protected] adresine gönderiniz. Gelen makalelerin içeriğine ve uzunluğuna göre müstakil yahut bir dosyada birleştirilmiş olarak yayımlamak ve dijital kamusal alanda bir münazara başlatmak niyetindeyim.
Her şeye rağmen, sevgili kaari, eminim ki senden ve benden bir yıldız yükselecektir.
Bahadırhan Dinçaslan
Ulusalcılık aslında gerçek özüyle tamda yine sizin savunduğunuz şeydir. Hiçbir şekilde Perinçekizm değildir, zaten kendisi ulusalcıları Rus ve Çin güdümüne sokman isteyen bir ajandır. Perinçek ve tayfasının ulusalcılıkla uzaktan yakından bir alakası yoktur.
Bu çağrıya dönüş yapmak şart oldu: “çal kılıcını ağam kazan, yetiştim”