Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - II | Türk Milliyetçiliği Üzerine

TAKİP ET

"'Atatürk milliyetçiliği, ulusalcılık' gibi içi boş kavramlar Türk milliyetçiliğinin en azılı düşmanı ve aynı zamanda da Türk milliyetçiliğini pasifize eden, fikri altyapısı bulunmayan saçma sapan terimlerdir, hatta içerisinde 'Türk' lafzı geçmeyen her milliyetçilik tanımı güdük ve sakattır."

M. Bahadırhan Dinçaslan'ın "Ulusalcı Olmayacağız" çıkışıyla birlikte yaptığı davet üzerine, TamgaTürk okurları "Seküler milliyetçilik nereye/nasıl?" sorularına verdikleri cevapları gönderdiler. Seküler Milliyetçilik dosyası boyunca zaman zaman müstakil makaleler, zaman zaman derleme ve analizler halinde bu cevaplara yer vereceğiz. Dosyanın ikinci makalesi, Halil Doğangüzel'in kaleminden "Türk Milliyetçiliği Üzerine".

Türk Milliyetçiliği Üzerine

"Türkiye Cumhuriyeti'nin başta Büyük Millet Meclisi nâmiyle, sonra hakiki adiyle kurulması, Türk milliyetçiliği açısından Türkçülük idealinin gerçekleşmesi demektir. Çoğu Türkçülerin belki hayatlarında gerçekleşeceğini ümit bile edemedikleri ideal, bir Türk dehasının kudretiyle bir gerçek olmuştu, milli Türk devleti kurulmuştu." sözleriyle "Türkçülüğün Tarihi" kitabını bitiren Yusuf Akçura'ya baktığımızda bugün o şartlardan ve ümitlerden oldukça uzak olduğumuzu görüyoruz.

Bizdeki milliyetçiliğin izini geriye doğru sürdüğümüzde Avrupa'da cereyan eden milliyetçilik akımlarının etkileri kesin ve net bir şekilde görülmekle birlikte, milletin müreffeh bir seviyeye gelmesi için milliyetçilik akımının Türk milletine uygun bir hale getirilmesinde çabalayan, fikrini ortaya koyan, kalemini çalıştıran birçok değerli münevvere teşekkür borçlu olduğumuz bir hakikattir.

Türk millyetçiliğinin fikir babaları kadar büyük eylem adamları da bugün yeniden ayağa kalkmaya çalışan Türkçülük fikriyatının yaşamımıza girmesine büyük katkı vermişlerdir. Tane tane isim zikretmektense dün ile bugünü harman ederek Türkçülük ve Turancılık hareketinin bugün nasıl bir duruş sergilemesi gerektiği ile yarın nerede ve nasıl yaşayacağını planlamak daha elzemdir.

19. ve 20. yüzyılın koşullarının tamamen ortadan kalktığını ve ekserisi bu dönemde Türk milliyetçiliğini sistemleştiren münevverlerin bazı fikirlerinin artık bir ehemmiyetinin kalmadığını tespit etmekle işe başlanılabilir.

Günümüz Türkçüleri evvela dünya görüşü sağlam, kendisini yetiştirmiş, reaksiyoner olmaktan ziyade Türkçülük fikri hattında konumunu belirleyebilen, bu doğrultuda da kendisini ve milletini savunabilen bireyler olarak toplumda yer almalılardır. Bittabi dünyada gelişen yeni siyasi ve ekonomik akımlar Türkçülük fikriyatını da etkileyecektir. Buna göre, eski tabiriyle ekonominin sağında mı solunda mı olunacağı, toplumcu mu bireyci mi, devletçi mi girişimci mi olunacağı herkesin olduğu kadar Türkçü camiamızın da cevaplarını araması gereken sorunlardandır.

Türk milliyetçiliğini Namık Kemal'in mısralarının duygusallığı ile anlatabileceğimiz çağlar geride kaldığına göre artık günümüz şartlarında nasıl davranacağını şekillendirmek bizlerin elindedir. Türk milliyetçiliği, her şeyden evvel kendisini bir imparatorluğun yıkılışı ile emperyalizmin bölücülüğü karşısında gerçekleştirmiş bir fikri aksiyondur ama 20. yüzyılda çok elzem olduğu halde bugün bir karşılığı bulunmayan prangalarla da ağır aksak yürümek zorunda kalmaktadır.

Nedir bu prangalar ve bunlardan nasıl kurtulmak gerekmektedir? Öncelikle Türk milliyetçiliği herhangi bir siyasi oluşumun, derneğin tekelinde gibi görünmekten kurtulmalıdır. İsminde milliyetçilik barındıran hiçbir oluşum var olan Türk milliyetçilerini layıkiyle temsil etmemektedir. Yeni bir oluşuma ihtiyaç duyulduğu gün gibi ortadadır.

"Atatürk milliyetçiliği, ulusalcılık" gibi içi boş kavramlar Türk milliyetçiliğinin en azılı düşmanı ve aynı zamanda da Türk milliyetçiliğini pasifize eden, fikri altyapısı bulunmayan saçma sapan terimlerdir, hatta içerisinde "Türk" lafzı geçmeyen her milliyetçilik tanımı güdük ve sakattır. Günlük çıkarımız uyuşuyor diye kendilerini Atatürk milliyetçisi(Atatürk hangi millettir?), ulusalcı gibi kavramlarla açıklayanların ayağımıza en büyük prangaları takan, hala 20. yüzyılın ilk çeyreğinin pratikleriyle dünyayı kavramaya çalışanlar olduğunu fark etmemiz bir zorunluluktur.

Türk milliyetçiliğini yeniden tanımlamaya lüzum olmasa da en basit tabiriyle Türk milliyetçiliği, Türk milletinin refahını tesis etmek ve onu muassır medeniyetler seviyesi üzerine çıkartmakla mükellef bir fikirler bütünüdür. Her milletin var olma ve yaşama hakkını tanıyan, saldırgan olmayan fakat devrimci ve kendisini reaksiyonizme köle etmeyecek bir fikriyat olmalıdır. Belirli bir zümrenin direkt karşıtlığı şeklinde vücut bulacak olan bir fikir, karşı tarafın yenilmesi ile varlığını yitirecektir.

İşte, Türk milliyetçiliğinin ayağındaki prangalardan birisi de artık gerekli olmadığı ve karşısında herhangi bir kuvvetin kalmadığı yanılsamasını bizlere dikte edenlerdir. Türk milliyetçiliği bir şeyin karşıtı değil, Türk milletinin modern dünyadaki varlığının temelidir. Dünyayı doğru kavrayan ve gelişmeleri doğru takip eden bir milliyetçilik, bu milletin yükselişinin olmazsa olmaz ana unsurudur.

Bu çerçeve dahilinde nasıl bir Türk milliyetçiliği ve Türk milliyetçiliği ile yükselen bir Türk Devleti tasavvur etmelidir? Çağımızın koşullarına uygun olarak düzenlenmiş bir hukuk sistemi en birinci gerekliliktir. Devleti, devletin kurumlarını denetleyemeyen, bireylerin hakkını koruyamayan bir hukuki sistem, sakat olan devleti mutlaka yok olmaya sürükleyecektir. Bugün içerisinde yaşadığımız toplumun yozlaşmasının en büyük ve temel nedeni herhangi bir hukuk sistemine sahip olamamamızdan kaynaklanmaktadır. Dünyadaki örneklerine baktığımızda sakat hukuki sistemlerin diktatörler doğurduğu, yaratıcılığı kısıtladığı ve vatandaşlık/milliyet fikrini zedelediği açıkça görülmektedir. İşte bu ortamda, Türk milliyetçiliğinin en büyük taahhütü adaleti tesis etmek olmalıdır.

21. yüzyıl bize göstermiştir ki, gelişmenin önündeki en büyük engel kişisel hakların engellenmesidir. Bireyin hakkını, mülkiyetini ve özgür iradesini desteklemeyen bir Türk milliyetçiliği, 1940 ve sonrasında yaşadığı buhranlar içerisinde köhneleşme eğilimini ne yazık ki sürdürmeye devam edecektir. Gerekli imkanları bireylere sunan bir Türkçülük hem yükselecek hem de millet yaşamının büyük bir canlılığı olacaktır. Yine de bu haklar ve özgürlük yukarıda belirttiğimiz şekilde hukuki ölçüler içerisinde ve Türk yaşantısına eklemli bir şekilde olmalıdır. Tamamen Batılı ya da Doğulu veyahut İslâmi tarzdaki bir hukuk sisteminin Türk yaşantısına uygun ve özgün olmadığını zaman bize kanıtlamıştır. Türk hukuki tarihi, Türk hukukunun kendi yaşamsal gerekliliklerini tamamlayacak ya da modernize ederek yeniden oluşturabilecek tecrübeye sahiptir. 

Bilindiği üzere, günümüzde dünya totaliter rejimler ve Batı tarzı demokrasiler olmak üzere iki temel yönetim şekli altında idare edilmektedir. Türkçülerin kendilerini konumlandırmak zorunda olduğu bir mecra da burasıdır. Devletin gerek NATO'da olması, gerek AB ile üyelik müzakereleri yürütmesi aslında bir seçimdir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti uzun yıllardır kendisini Batı Ligi içerisinde görmektedir. Peki Batı tarzı demokrasi ya da totaliter rejimlerden  hiçbirisi olamamış ve kendi hukuki düzenini kuramamış, milletine gerekli refahı ve adaleti sağlayamamış, bu nedenle de gittikçe totaliterleşen bir rejime dönüşmüş Türkiye Cumhuriyeti Devleti hakkında Türkçülerin konumu ve çözümü ne olmalıdır?

20 yıllık Siyasal İslâm yönetimi Türk Devleti'nin geleneklerini ve aidiyetlerini tamamen yerle yeksân ederek bize bir enkaz bırakacaktır. Bu enkazı deşelediğimizde karşımıza birçok sorun çıkacaktır:
  1. Türkiye, belirli zümrelerin ayrıcalıklarla donatıldığı bir hukuksuzluk ülkesidir.
2. Yasama, yürütme ve yargı temelleri üzerinde yükselmeye çalışan cumhuriyet, bu üç erkin tek adam rejimi altında birleşmesiyle tamamen kağşamıştır.
3. Türk Devleti, kendi kararlarını vermekten uzak, sınırlarını korumaktan aciz, vatandaşlarını ve memleketi kalkındırma hedefinden yoksundur.
4. Demografik yapısı düzensiz göç ile bozulmuş ve Kilis, Hatay, Mersin gibi şehirleri Araplaşmış-Kürtleşmiş durumdadır.
5. Ne devletçi ne de liberal ekonomiye uyum sağlayamamış ve karmakarışık bir ekonomik rejime mahkum olmuş haldedir. 
6. Kolluk kuvvetleri tamamen bir parti gücü haline dönüştürülerek, bireyden ziyade totaliter rejimin ve partisinin koruyucusu konumuna düşmüştür.
7. Tarikat ve cemaat gibi iptidai kurumların nüfuzunun arttığı, hatta bu oluşumların darbeye bile teşebbüs edebildiği bir kanunsuzluk ülkesine dönüştürülmüştür.
8. Bölücü etnik unsurlara kucak açmış, sonra da çıkar çatışması dahilinde savaşmış ve milli çıkardan çok parti çıkarları göz önünde bulundurulmuştur.
9. Uluslararası arenada Türkiye Cumhuriyeti asla kararlı bir tavır sergileyememiş ve tüm saygınlığını yitirmiştir.
  Bu tabloda yakın tarihimizde sıkça gördüğümüz hataların nasıl tekrar edildiğini açıkça görüyoruız. Çözümleri zaman alacak olsa dahi, bilimsel doğrularla ve Türk milliyetçiliğinin yeniden yapılanmasıyla bu sorunların aşılabileceği bir gerçektir. Nasıl ki 100 yıl önce metanetli subaylar bir araya gelerek bir cumhuriyet kurduysa, bugün de belki yeniden bir cumhuriyet kurmak gerekecektir.

Türkçülük, devrimciliği en yakından bilen ideolojidir. Saltanat yıkmayı, hilâfet kaldırmayı başaranların izinden giden bizler, kendi geleceğimiz ve çocuklarımızın istikbâli için yeni devrimlere hazırlanmalıyız. Bu devrimin esasları şu şekilde olmalıdır:
  1. Türkiye'de hukuk yeniden tahsis edilmelidir! 
2. Türk milleti bireysel haklarına kavuşmalıdır!
3. Türkiye, kayıtsız şartsız seküler bir ülke olmalıdır!
4. Sömürücü azınlık yerine, zenginlik hak edenin elde edebileceği bir realite olmalıdır! 
5. Her türlü tekelleşme son bulmalıdır!
6. Eğitim baştan aşağı yeniden planlanmalıdır!
7. Gerekirse jakobenizm, belirli bir süre boyunca, gerekli ilerlemeyi sağlayana kadar ideoloji ve gelecek lehinde kullanılmalıdır.
8. Mülkiyet ve kişisel özgürlük, bireylerin en temel haklarındandır.
9. Her türlü iptidai cemaat ve tarikatlarla mücadele, sosyolojik temeller üzerinde yeniden planlanmalıdır.
Bu listeyi uzatmak mümkün olduğu gibi, kısaltmak da mümkündür. Türk milliyetçiliğinin amaçları, hedefleri, vaatleri yukarıda bahsettiğimiz şekilde olmalıdır. Türkçülük saldırgan olmadığı halde devrimciliğe açık ve yapıcı yıkıma hazır bir ideoloji olmalıdır. Her yenilik, eskiyi kökünden kazımadıkça yenilmeye mahkûmdur. Türk milliyetçiliği kafasında soru işareti kalmadan ileriye emin adımlarla yürümek zorundadır. Halil Doğangüzel Dosyanın Birinci Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - I | İdeolojik Kıtlık — Yiğit Özalkuş Dosyanın İkinci Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - II | Türk Milliyetçiliği Üzerine — Halil Doğangüzel  Dosyanın Üçüncü Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - III | Milliyetçiliğin Rotası Nereye Gidiyor? — Emir Abbas Gürbüz Dosyanın Dördüncü Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları IV | Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - IV | Türkçülük, Laiklik, Sekülerlik — İskender Öksüz Seküler Milliyetçilik Tartışmaları V | Gidiyor Gibi Ama Gitmiyor: Bir Erkek Yahut Erkeklik Dâvâsı Olarak Türkçülük — Abdulkerim Şeker Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - VI | 'Yeni Dünya Düzeni'nde Kurtuluşun Altın Anahtarı: Seküler Milliyetçilik — Emrah Birgül Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - VII | Seküler Milliyetçilik Nereye Gitmelidir, Nasıl Gitmelidir, Özellikleri Ne Olmalıdır? — Hakkı Başar Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - VIII | Uzaktan ve Dışarıdan — Oğuz Gürler Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - IX | Mülteciler Irkçılık Getirir mi? — Şamil Özlü

seküler milliyetçilik tartışmaları türk türk milliyetçiliği türkçülük üzerine atatürk milliyetçiliği ulusalcılık yiğit özalkuş halil doğangüzel Bahadırhan Dinçaslan kavramlardır fikriyat hars türk ocakları yeni teşkilat parti mhp iyi parti türk devleti ma