Şiiri Şiirle Müdafaa Eden Şair: Ebru Özden

TAKİP ET

Mehmet Can Kuyucu yazdı...

2022 yılında Ötüken tarafından neşredilmiş "sonsuz adla çağrılış" isimli bir şiir dosyasına rastladım birkaç gün önce. Şair: Ebru Özden.

Şiirler dikkatimi Süleyman Çobanoğlu veya Cengizhan Orakçı'dan ziyade çekince şöyle bir sayfaları karıştırıp okudum. Başlık, her şeyi olmasa da bazı şeyleri açıklamaya yeterli kanımca: Şiiri şiirle müdafaa eden bir şairle karşı karşıyayım.

Kitabın ilk şiiri olan "Adıma Ayna", Anadolu topraklarında bir vakitler duyulan şu sese benziyor:

"Herkes ayağa kalkmalı. Neyi varsa onunla mücadele etmeli. Susmayınız! Sesinizi yükseltiniz, bayrağı düşürmeyiniz!"

Şiir için bir milli mücadele ruhu barındıran sözümona "Adıma Ayna", şöyle başlıyor:

"Evler çöktü

Duvarlar yağmalandı çoktan

Toplanmaya yeltendi ağır adım

Sözler birer birer ezildi

talan”

Çöken evlerin, çoktan yağmalanan duvarların ve bir ring sahasında kıran kırana döğüşen ve aldığı darbelerden sonra toplanmaya yeltenen ağır adım, ve de talanda birer birer ezilen sözler yahut birer birer ezilen sözlerin sebep olduğu talan, bize ne anlatıyor? Şairden dinleyelim:

"Şiirin atını çözdü eşkıyalar

El konuldu bin yıllık eşyalara

Dünyanın yükünü çeken kamyonlar

Tükendi, sesini yaydı yollara

Sonra dağıldı dil kalanları toplayıp

Kül gibi, ufalana ufalana…"

Bakınız, yazdığım poetikaların veya Necip Fazıl'ın ifade ettiği üzere Avrupa kuyumcularını ayaklarına kadar getirecek olan zavallı Türk edebiyatının şiir cephesinden yükselen ortak sesi buradaki benddedir.

Şiirin atını çözen eşkıyalar var, diyen şair, başıboş, dörtnala, spontane yazılmış şiirlere karşı bir müdafaa gerçekleştiriyor ve bu müdafaa hücumla mümkün, diyor. Bin yıllık eşyalara konulan eller sözcüklerden, ahenkten, daha genelde Türk şiirinin unsurlarından (aruz, hece vs) başka ne ola? Dünyanın yükünü çeken kamyonlar da,  Atsız'ın Mussolini'ye yazdığı Davetiye şiirden cevaplanabilir:

"Bizim Fuzuli'miz engin bir deniz

Onun yanında göl kalır sizin Dante'niz"

Fuzuli'nin şiirlerinde görülen ağır tragedya veya aşk sarhoşluğu dünyanın yükünü taşıyan kamyonlardan birini Fuzuli olarak tanımlıyor. Nasıl mı?

"Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib

Kılma derman kim helâkim zehr-i dermandadır."

Yahut:

"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge

Ne çalar kimse kapımı bâd-ı sabâdan gayrı"

Çektiği yükün ifade edebilme kabiliyetiyle terkibi sonucu ortaya çıkan ve bu ortaya çıkan şairlikle yükü iki misli artan bir adam dünyanın yükünü bizden ziyade çeken değil midir? Şairin bunca şerhi birkaç dizeye sığdırıp basit bir söylemi şiirleştirebilme kabiliyeti (Ebru Özden için konuşuyorum) büyük maharet doğrusu.

Aruza Veda şiiriyle resmen bittiği ilan edilen bir dil, kül gibi dağılıp, ufalana ufalana bugüne değin geldi.

Türk Ocakları İstanbul Şube Başkanı Cezmi Bayram ile sohbet ederken, hocam bana "Bugünün gençliği 150 "terim" ile konuşuyor." demişti. Bu çok kıymetli. Ufalana ufalana bugüne gelen bir dili, eşeleme sonucu şiirler ortaya çıkarıyoruz ve bu şiirleri anlayanın az olması bir yana, anlayanların da dile yabancılığı can yakıyor. Devam ediyor şair:

“Bak bir şeyler bizi geçiyor yoldan

Tokat’la Niksar arasından

Birden, “yağmur diner, ses ebediyen kesilir”

Yumağını çözerek uzatan kökler midir

Uzaklaşan her gün ilkbaharlardan”

Şair aslında burada otobiyografisine bir atıf yapıyor. Kendisinin Tokat/Niksar’lı olduğunu göz önüne alırsak, kendisinin bu müdafaada bir temel taşı olduğunu toprak altından bize söylüyor.

Her gün Eski Şiirin Rüzgarı’ndan uzaklaşan ve yumak halindeki kesilen sesleri şiirle çözdüğünü ve dilin, zengin madenini burada bulduğunu ve bunu yapanın “ben” olduğunu es geçmiyor. Şairin benlik iddiası takdire şayan. Zira şiir, şairin vücuduyla yani benliğiyle mukadderdir.

“Düşmüyor, hangi şarkı dudaklarımdan

Hafız’dan mı, Makber, Neva Gazel

Bin yıllık bedenim ben, ezildim

Bu ahengi kesik ses dağılır mı dediniz?

Ebru, toplanmış bir addır yıkıntılardan.”

Ahenk bakımından ve şiirin unsurları bakımından yetersiz bulduğum bu şiir, mana bakımından kesret halinde. Şair, dilini eski zamanın şiirlerine bağlamış ve şiirin kendi ağzından bin yıllık bir beden olduğunu konuşuyor. Ahengi kesilmiş sesin dağılmayacağını ve tıpkı bir ebru gibi yıkıntılardan toplanmış bir ad ile kaim olduğunu söyleyerek de benim ahenk bakımından yetersiz bulduğum şiiri aslında müdafaa ediyor. Buradaki tezadı bir kenara bırakırsak, Türk şiirinin azametini öne çıkarması bakımından mana olarak kıymetli. Bunca övgünün sonuna iliştireceğim şu notlar da şaire bir ikaz mahiyetinde:

Özellikle diğer şiirlerinde çarmıh ve ebru kelimelerinin çokluğu ve şiirini yalnız manaya indirgemesi şairin kendisiyle olan tezadını oluşturuyor. Bunu aşmak, bu mananın şairinin boynuna bir borçtur elbette.

İsmet Özel’in tarif ettiği üzere “Ne yapılacaksa yıkıntıyı yıkarak yapılacak!” Söylevini bir zırh gibi kuşanarak kendi şiir anlayışını, özlem duyduğu şiir anlayışının istikametinde tutup, eleştirdiği ve hücum ettiği şiir anlayışının yıkıntılarından mürekkep bazı yıkıntıları yıkarak Türk şiirinin bir meşalesi haline gelebilir.

Şöyle bir dönüp bu şiire bakınca gözüme mil gibi çekilen mananın ahengiyle bir kalp çarpıntısı yapacağına kaniyim.

Misalen Şair Baki'nin Sultan Süleyman’a yazdığı mersiye şöyle başlıyordu

“Ey pay bend ü dam dehi kaydu namu neng

Ta key hevayı meşgale-i dehr-i bi direng”

Bu, ordunun Kanuni’nin ölümü üzere onu davul sesleriyle uğurlamalarından ilham alınarak yapılmış bir girizgah. Okurken adeta davul seslerini duyar gibi oluyorum. Şairin, bin yıllık bedeni bu şekilde olmasa da altın kemerli maşlahını yenilikçi bir çerçevede giyinmesi elzemdir.

“sonsuz adla çağrılış”tan kalan kubbede hoş sada olmamalı. Kubbede kalan hoş ve ebedi bir sada olmalı.

Mehmet Can KUYUCU

ebru özden çeviri şiir şair Fuzuli mehmet can kuyucu