Vatan Gurbetlenince: Yeni Türk Kolonisini Anlamak

TAKİP ET

Yurt dışına giden 'Beyaz Türk' kolonisi incelemeye değer; neden gidiyorlar, nasıl yaşıyorlar ve geri dönecekler mi? Bu yeni 'koloni'yi anlamak için 20 kişiyle sözlü/yazılı mülakat yaptık.

Yurt dışına giden Türkler… Elbette çok eski zamandan beri yurt dışına giden, orada hayata tutunan Türklerimiz vardı. “Misafir işçi” olarak gidenler, nicel olarak bu kitleyi büyüttüler. Ancak son zamanlarda iki farklı türde “koloni” daha ortaya çıktı: FETÖ'cüler ve “AKP’den bıkanlar.” Bu iki yeni koloni, giden misafir işçilerden ve tekil, ayrı hikayelerle “her biri tek başına” yurt dışına giden eski “Beyaz Türkler”den ayrılıyorlar. İlk defa böyle kitleler halinde yetişmiş insan göçü veriyoruz – üstelik arkasındaki temel saik işsizlik değil gibi duruyor.

FETÖ'cü kolonisi, elbette bambaşka: Türkiye aleyhine örgütlü biçimde çalışıyor, örgüt nereye emrederse oraya yerleşiyorlar; üstelik iş bulma, vatandaşlık alma gibi dertleri, bu işler çoğu zaman örgüt tarafından halledildiği için, yok. Fakat yeni “Beyaz Türk” kolonisi incelemeye değer; neden gidiyorlar, nasıl yaşıyorlar ve geri dönecekler mi?

Bu yeni kitleyi, yeni “koloni”yi anlamak için 20 kişiyle sözlü/yazılı mülakat yaptık. Bu süreçte “sizlerle konuşmak istiyorum” çağrıma yanıt veren, yoğunluktan ötürü bir kısmına geri dönemediğim, yahut mülakat yapmayı başardığım herkese teşekkür ediyorum.

Kim Bunlar?

Mülakat yapabildiğim herkes üniversite mezunu. Yarısından biraz fazlası yüksek lisans yapmış, doktora yapanlar var. İlginç olan şu: Beklediğimin aksine, çoğu yüksek lisansını Türkiye’de yapmış. Yani eğitimi yurt dışına çıkabilmek için bir araç olarak kullanmamışlar; Türkiye’de yapmışlar, doktora yapan 2 kişi, yurt dışına çıktıktan sonra orada yapmaya başlamış. T. anlatıyor:

“Türkiye’de niyetim akademisyen olmaktı. İyi bir üniversite mezunuyum, yüksek lisansımı da başarıyla tamamladım. Fakat nedense bir anda isteğim kayboldu. Devam etmek istemedim. Okula yabancılaştım, alanıma yabancılaştım. Doktoraya başvuracaktım o sıralar. Kendi kendime ‘yapmak istemiyorum’ dedim. Bir süre çalıştım, para biriktirdim. Sürekli Avrupa’daki iş ilanlarını takip ettim. Nihayet bir ilanın özelliklerini karşıladım, başvurdum, kabul edildim. Zorlu bir bürokratik süreç sonrasında yeni işime ve yeni hayatıma başladım. Düzenim oturduktan sonra doktoraya başvurdum. Yeni başlıyorum ve ilk defa eski heyecanımı hissediyorum. Geldiğim ülkenin bana katkısı bu oldu işte: artık heyecanlanabiliyorum.”

Mülakata katılan herkes, Türkiye’de bir işte çalışırken gitme kararı almış. Bunların ekserisi, ortalamanın üzerinde maaş aldığını “düşünen” insanlar. Diğerleri de, eğitimleri ve unvanlarına kıyasla az maaş aldıklarını düşünüyorlar. S. anlatıyor:

“O kadar okuduktan, uğraştıktan sonra bir işe girdim. Yoğun bir şekilde çalışıyordum, ancak aldığım para yetmiyordu. Sonra, iş yerimde aynı pozisyonda, aynı niteliklerle çalıştığım bir erkekten daha az maaş aldığımı öğrenince, sabrım taştı. Bırakmaya ve nasibimi yurt dışında aramaya karar verdim.”

İyi eğitimli, üstelik iş güç sahibi insanlar… “En Alttakiler” değil kesinlikle, hatta Türkiye’nin -maalesef- epey aşağıda olan ortalaması düşünülünce, epey yüksek bir tabakada yer alan bu insanlar, aç kaldıkları için gitmiyorlar: Daha fazlasını istiyorlar. Bu “daha fazlası”, yalnızca maddi gelirin artması değil. Yurt dışına gittiğinde Türkiye’deki pozisyonundan daha alt seviyede başlayanlar, hatta alım gücü hesaplanınca geliri düşenler var.

Neden gittiklerini sordum elbette – dinlediklerim, okuduklarım ne kadar kıymetli bir insan tipini kaybettiğimizi düşündürdü bana. Neredeyse tamamı, ailesinde ilk defa yurt dışına çıkan insan olma özelliğini haiz; bu topraklarda büyümüş, okumuş, birey olmuş ancak beklentileri tatmin edilmediği ve “Almanya bizi kıskanıyor” propagandası için fazla akıllı olduklarından gitmek istemişler.

Neden Gittiler?

Bu insanların gidişindeki en önemli faktör, para. Fakat “çok para kazanmak” hırsı değil; yaptıkları işle, aldıkları eğitimle kıyaslanınca çok az para kazandıklarını düşünüyorlar. Dünyayı tanıyorlar, akranlarının hangi ülkede ne kadar kazandığının farkındalar. Fakat hemen hepsi, sorulunca, Türkiye’deki “diğer alanlarda” tatmin olsalar gitmeyeceklerini de belirtiyorlar. Para faktörü, bu bağlamda, diğer faktörlerle çok bağlı: “Hiçbir alanda, hiçbir şekilde tatmin olamıyorum, çok para kazanıp kendime tecrit edilmiş bir yaşam da kuramıyorum, o zaman niye kalayım?” sorusu, M.’nin düşüncelerinin özeti, diğerlerinin düşünceleri de bu doğrultuda.

Paranın ardından gelen en büyük kaygı, “güvenlik.” Bu çok boyutlu bir kaygı; akla ilk gelen anlamıyla güvenlik de dahil, kendini güvende, huzurlu ve “ait” hissetmekle de alakalı.

İlginç bir mesele, hemen herkesin gidişinin 15 Temmuz 2016’nın sonrasına denk gelmesi. Bu dönemden sonra örgüt üyeleri kaçarken, bu kitlenin de Türkiye’den “sıtkı sıyrılmış.” Güvenlik kaygısıyla beraber kurcalayınca, arkasındaki neden ortaya çıkıyor: Üst üste yaşanan bombalı saldırılar, terör olayları, hemen her gün bir şehirde korkunç manzaralar görmelerinin akabinde 15 Temmuz travmasını yaşayınca, “Türkiye’nin düzeleceği”ne olan inançları kaybolmuş. Bugünlerde çoğumuz unuttuk ama, Türkiye’de bir dönem her ay büyük bir bombalı saldırı yaşanıyordu. Bu kitle, o saldırılar zamanında genç beyaz yakalılar olarak iş hayatlarına yeni başlamış insanlardan oluşuyor ve bu süreç onlarda derin bir iz bırakmış. Katılımcılardan E., diğerlerinin anlattıklarında belirginleşen bir motifi, doğrudan tarif ediyor: “2016-2017 gibi bir furya vardı. Yurt dışına yerleşme furyası… Ben aslında çok istekli değildim, ama fırsatım vardı ve bu furyaya kapılan insanlar o kadar baskı yaptılar, güzel anlattılar ki, gitme kararı aldım.”

Yalnız terör olayları değil, ortalama Türk insanının tacizkar ve umursamaz davranışı, daha Batılı, bireyci ve ahlaklı düşünen bu insanları tahammülün ötesinde rahatsız etmeye başlamış. S., ilk yerleştiği ülke olan Almanya’da küçük bir şehirde gece vakti orman yolunda korkmadan, çekinmeden yürüyebildiğini anlatıyor: “Patikadan bir adam geliyordu. Beni fark edince seslendi, ‘ben geliyorum, korkma, bir anda görürsen irkilebilirsin.’ Türkiye’de böyle güvende hissetmem mümkün değildi. Yaşadığım bir taciz olayından sonra polise gitmiştim, üstüne bir de polisin tacizine uğramıştım. Komşum olan hacı amcalar, mahalle esnafı bile laf atar, taciz ederlerdi. Artık bunları yaşamıyorum, gayet memnunum.” Türkiye’nin küçük şehirlerinde Türk kızlarının gece orman yolunda tek başına yürümelerinin neden olduklarıyla bu sahneyi karşılaştırınca S.’yi çok iyi anlıyorum.

Türkiye’deki “ortalama insan tipi”nden nefret ediyorlar demek biraz ağır olabilir, ama kesinlikle hoşlanmıyorlar. Onları tedirgin eden, bıktıran, bu yola sokan yalnızca hükumet politikaları değil. Hükumet politikaları sayesinde meydan bulan, cesaret bulan ortalama insanımızın, “Anadolu irfanı”nın çirkinliği, kötülüğü, yanlışlığı. Hemen hepsinin bu “ortalama insan tipi”nin davranış ve düşünceleriyle ilgili olumsuz bir anısı, yorumu var; gidişlerindeki en önemli gizli amilin bu olduğunu düşünüyorum: Kendi insanının gerçek yüzüyle tanışmak ve bundan tiksinmek.

“Rahat yaşamak” hepsini birleştiren bir motif: Hayatlarına kimsenin karışmadığı, yaşam tarzlarının siyasete alet edilmediği, üzerine vazife olmayan insanların tacizkar hareketlerde bulunmadığı bir ortamda yaşamak istiyorlar. Yurdumuz onlara bunu vermiyor, onlar da yurdumuzun dışına çıkıyorlar. Bunlar, devletten yardım, bağış, sadaka istemeyen, adalet ve fırsat talep eden bir kitle, Ö. anlatıyor:

“En önemli fark, kendime güvenimin artması, sosyal destek Türkiye’de önemli ve güzel bir şey ama sosyal desteğe muhtaç olmayacağın mekanizmaların ve gelirinin olduğunu bilmek insani psikolojik olarak çok daha özgüvenli bir noktaya taşıyor.”

Nasıl Yaşıyorlar?

Katılımcılar “ayrımcılığa uğramak” hususunda ortadan ikiye ayrılıyorlar diyebilirim: Bir kısmı “ne olursa olsun Türk olduğun için gizliden gizliye ikinci sınıf görülüyorsun” diyor, diğerleriyse “Türkiye’de ikinci sınıf vatandaş görülüyordum, burada ne devlet, ne vatandaş nezdinde böyle bir his yaşıyorum” diyorlar. Bu ayrılıkta, sanırım, yaşanan ülke de rol oynuyor: Bir Arap ülkesinde yaşayan E., mesela, ikinci sınıf görüldüğünü söylerken, Batı’da yaşayan K., “Dar görüşlü insanlar elbette gördüm, fakat hiç ikinci sınıf görüldüğümü hatırlamıyorum.” diyor. 

Türkiye’nin devlet ve hükumet olarak kötü imajı, bu insanlar üzerinde tesir sahibi. Türk olduklarını öğrenen herkesin Erdoğan’la ilgili yorum yaptığını anlatıyorlar. Çoğu, Erdoğan’la ilgili görüşlerinin olumsuz olduğunu öğrenen yabancıların onlara daha yakın davrandığını anlatıyor: Türklük, özellikle Batı’da, çoktan Erdoğan’la eşitlenmiş ve imajı epey kötü bir olgu. Türklük, artık vahşiliği, baskıcılığı, yalancılığı ve yolsuzluğu çağrıştırıyor.

Katılımcıların bir kısmı, Türkiye’de yaşarken milliyetçi değillermiş; hatta Türk kimliğini sık sık eleştirdiklerini söylüyorlar. Fakat hemen hepsi, yurt dışına çıkınca, özellikle yukarıdaki paragrafta anlatılan davranışlardan ötürü, milliyetçiliklerinin arttığını, “başka bir Türklük”ün var olduğunu anlatma gayretlerinin arttığını söylüyorlar. K. anlatıyor:

“Daha gençken milliyetçiydim, fakat Türkiye’deki son yıllarımda büsbütün soğumuştum. Bu ülkeye geldiğimde, insanların zihnindeki Türk imajının Tayyip Erdoğan’la eşitlendiğini gördüm. Bu çok ağırıma gitti. Her ne kadar Erdoğan’dan, Türkiye’den ve Türkiye’de yaşayan insanlardan soğumuşsam da ben de Türk’tüm. Hemen her sohbette ‘görülmeyen Türklük’ü anlata anlata yeniden milliyetçi oldum. Benim düşündüğüm Türklük böyle değildi, ya da böyle olmamalıydı.”

Dosyayı ele alırken bir “koloni”den bahsettim. Bu, dışarıdan bakınca görünen bir olgu, ancak içeriden bakınca, bir “koloni”nin henüz oluşmadığını görüyoruz: Yurt dışında diğer Türklerle temasa geçmekte, birlikte hareket etmekte yarı yarıya kararsızlar yahut negatifler. Bir kısmı dayanışma ağlarının olduğundan bahsediyor, ancak diğerleri, özellikle “işçi kolonisi”yle, daha önce yurt dışına yerleşen Türklerle temas kurmaktan çekiniyorlar. Bunun dolandırılmayla sonuçlanma ihtimalini çok yüksek görüyorlar.

Katılımcıların hiçbiri bir yabancıyla evlenmemiş. Evli olanların hepsinde eşler Türk; çoğunluğu, eşlerden birinin yurt dışına yerleşmesinden sonra, diğerini de o ülkeye getirmek suretiyle evlenmiş. Bir yabancıyla evlenmeye olumsuz bakmıyorlar, ancak gittikleri dönem az çok “ciddi ilişki” yaşadıkları yaşa tekabül ettiğinden, mevcut ilişkilerini evlilikle neticelendirmeyi tercih etmişler.

Çoğunun, özellikle daha genç olanların alım güçleri ya aynı kalmış, ya da özellikle ilk gittiklerinde biraz düşmüş. Ancak hayatlarından çok daha memnun yaşıyorlar; Türkiye’den gitmelerine neden olan kaygıları giderilmiş. Yani “gidip de tatmin olamamak” diye bir durum yok; gayet tatmin olmuşlar, hallerinden memnunlar.

Dönecekler mi?

Yeni Rakı’nın geçtiğimiz günlerde yayımlanan reklamı, tam olarak bu koloniyi hedef alıyor gibi. Güzel bir hayat yaşıyorlar; mutmainler ve keyifleri yerinde. Ancak özellikle İstanbul’u özlüyorlar: Son gördükleri İstanbul’dansa nefret ediyorlar. Türkiye’nin eski güzelliklerinin işgale uğradığını düşünüyorlar.

Çoğu köken olarak küçük şehirlerden gelen ailelerin çocukları ama hemen hepsi büyük şehirlerde büyümüşler, neredeyse tamamı İstanbul’da okumuş. Türkiye’de en çok ailelerini, eski İstanbul’u ve yemekleri özlüyorlar. Yenilikleri keşfetmeye açıklar, ancak F. diğerlerinin sözcüsü gibi:

“Birçok mutfağın tadına bakma fırsatım oldu. Yeni yerler, yeni yaşamlar keşfettim. Fakat gördüm ki Türk mutfağı gerçekten çok iyi. Diğerlerinden zevk alıyorum, ama ne bileyim, belki de doğduğumdan beri damak tadım öyle geliştiğinden Türk yemeklerini çok özlüyorum. Keşke Türkiye böyle bir işgale uğramasaydı da güzelim yemeklerimizi güzelim vatanımızda yeseydik.”

Hemen hepsi mevcut/müstakbel çocuklarının orada büyümesini istiyor. Bunun nedeni, çocuklarının zihin ve beden sağlığının ancak yurt dışında temin edilebileceğini düşünmeleri; Türkiye’yi bir çocuk büyütmek için çok tehlikeli, sorunlu ve sağlıksız buluyorlar. Pek azı kısa vadede geri dönmek istiyor; bunlar da Türkiye’ye gelince döviz kazanmaya devam edebilecek, biraz tahmin yürütürsek, tecrit edilmiş bir hayat kurmak için yeterli maddi imkanlara sahip insanlar.

Fakat yine hepsi, çok uzak, müphem bir tarihte Türkiye’ye dönmeyi düşünüyorlar, en azından “dönmeyeceğim” derken “belki” diyerek bunu ekleme gereği hissediyorlar. Türkiye’den büsbütün kopmuş değiller; itiraf edemeseler, doğrudan söylemeseler bile Türkiye onlar için tutkulu ve çalkantılı bir aşk macerası yaşanmış eski bir sevgili gibi. O sevgilinin şimdilik “hayırsızın biri”yle evlendiğini düşünüyorlar, ancak boşanırsa ve bir gece ararsa, geri döneceklerini itiraf etmeye çekiniyor gibiler.

S. ve K., sürekli Türkiye’ye odaklanmanın, dönme planı yapmanın uyumu, yeni bir yaşam kurmayı zorlaştırdığını söylüyorlar. A. aynı fikirde, “Türkiye’yi, gündemi takip ediyorum, ama bu kadar. Yeni bir yaşam kuruyorum, hayallerim, amaçlarım var. Bunlar için uğraşıyorum, şu sıralar hem eğitim görüyorum, hem çalışıyorum. Sürekli dönme fikriyle bunların üstesinden gelemem. Üzgünüm, dönesim gelse, hatta zaman zaman ailemi özleyip ağlasam bile, dönmeyeceğim demeye devam edeceğim.”

Birçoğu, Türkiye’ye döndüklerinde kendilerini “avam”dan tecrit edebilecekleri, güvende hissedebilecekleri bir yaşam kurabilecek birikimi yaptıktan sonra dönmelerinin mümkün olabileceğini söylüyor.

Kahi olur gurbet vatan, kahi vatan gurbetlenir

Bu insanlar Türkiye açısından bir kayıp: Siyasetten beklentileri, mesela, sosyal yardım almak, torpilli atama istemek değil. Kendilerini geliştirmeyi, bir yeri, makamı, geliri hak etmeyi umursuyorlar; dertleri geçim değil, tatmin. Siyasetin unuttuğu incelikleri mesele ediyorlar, gündelik hayatta karşılaşılan sevimsizlikler, bunlar için falancanın ezan okunurken müzik dinlemesinden yahut filancanın eşcinsel oluşundan daha önemli ve daha “korkunç.” Bu kaygıları ve öncelikleri paylaşılmadığı için gittiler zaten – gidişleri Türkiye açısından net bir kayıp. Gidişat, fırsat bulabilenlerin daha büyük kitleler halinde gitmeye devam edeceğini gösteriyor, bu da şairin “eyvah biz kaldık esfel-i safilinde!” kehanetinin gerçekleşmesi demek.

Fakat Türklük açısından topyekun bir kayıp değil diyebiliriz. Bu yeni Türk kolonisi, aslında Türk imajı için yeni bir fırsat demek. Bu eğitimli, terbiyeli, ahlaklı ve yüksek sosyo-ekonomik tabakalardan insanlar, yurt dışındaki Türk imajına olumlu katkı yapıyorlar. Ö. bunun en güzel örneklerinden biri:

“Burada Türkiye’yi temsil ettiğinin de her zaman bilincinde olmak -istemesen de hatırlatılan bir gerçek  bu- kendine bir çekidüzen vermeni sağlıyor. Ben kendi adıma çok kez ‘Boş ver o iş de yamuk yumuk olsun’ diyeceğim noktada, ‘aman bu Turco da böyle yamuk yumuk iş yaptı demesinler diye özel çaba sarf ettim.”

Üstelik, bu koloni yurt dışındaki diğer iki koloniyle de etkileşime girmeye başlıyor: İşçi kolonisi ve FETÖ'cüler. İşçi kolonisiyle girdikleri etkileşim, onların geldikleri sosyo-ekonomik arkaplandan ötürü takıldıkları çıkmazı açıyor; bir tür rol-modellik yapıyorlar, o koloniye güzel bir aşı oluyorlar. FETÖ'cülerin etkinlikleri ise, bu “Beyaz Türkler” sayesinde daralıyor: FETÖ'nün İslamcı bir terör örgütü olduğunu en ikna edici şekilde anlatabilenler onlar, çevrelerinde etkinlik kazandıkça, bu açıdan Türk Milleti’ne epey katkı yapacakları aşikar. Mevcut iktidarın itibarsızlığı ve ciddiyetsizliği sebebiyle kaybedilen itibar, bu kitlenin serpilip gelişmesiyle yeniden kazanılabilir.

Henüz gerçek bir “koloni” teşkil edemediler, bir topluluk olarak karakteristikleri gelişmedi, oturmadı. Ancak bu sürecin içindeler ve bu kitleyi hitap eden yayınlar yaparak, bu kitlenin sesi olan, sözcülüğünü üstlenen bir yapı, uluslararası planda oldukça işlevsel bir konuma yükselebilir.

“Ehl-i dil aram eder her kanda kim rağbetlenir
Kahi olur gurbet vatan kahi vatan gurbetlenir”

Gurbeti vatan eden bu kitlenin kıymetini düşündükçe, vatanı gurbetlendiren iktidara bir kez daha kinlenmemek elde değil.

M. Bahadırhan Dinçaslan

beyaz türkler beyin göçü yurt dışındaki türkler akp fetö koloni işçi kolonisi yeni Türk kolonisi türk imajı türk milliyetçiliği yeni rakı reklamı