Bir süredir okurlarımızdan ve izleyicilerimizden kitap önerisi yapmam yönünde talepler alıyorum. Bu iş benim için çok zor. Evvela seçki yapmak zordur – “falancaların uzun boylu oğluyla evlensem filancaların güzel gözlü oğlu kalıyor” diye diye nihayet evde kalan Çerkes prensesinin hikayesi gibi, “şu güzeldir” dediğimde zihnimin gerisinden bir ses “ama bu da güzel” diyor. Güzel bulduklarımın hepsinin listesini çıkarsam mutlaka unuttuklarım olacağından bu defa vicdanım iyice rahatsız olacak. Tam olarak bu yüzden mesela, en sevdiğin şair, en sevdiğin ressam, en sevdiğin şarkı gibi sorulara da cevap vermekte epey zorlanırım, çoğunlukla cevap vermem.
Fakat bir seçki yapmak da istiyorum – zira son zamanlarda okuduğum birçok kitap ufkumu genişletti, kaleme aldığım iki ciltlik Seküler Milliyetçilik eserime epey katkısı da oldu. Gerçi kitabın kaynakçasını aynı zamanda bir okuma listesi önerisi olarak tasarlamıştım, fakat günümüzün tembel okuru bu kadarcık zahmete dahi dudak büküyor; önüne direkt olarak “liste” koymalısın ki kulak kabartsın. Aynı tembellikle birazdan sıralayacağım kitapları okursa ne kadar faydalanabileceğinden şüpheliyim; kitap okurken anlamadığı konsept/kelime/tespitler için yeni yan okumalar yapan, deyim yerindeyse kitabı paralayarak okuyan kaari pek kalmadı gibi. Fakat en azından bunu tavsiye edebilirim: Kitaplar edilgen okunmaz. Anlaşılmayan kısımlar eh işte denip geçilmez. Bir kitap sizde yeni okumalar tetikliyorsa iyi kitaptır, siz de durup, elinizdeki kitaptan daha iyi verim alabilmek için yanda başka bir kitap yahut makale okuyup geri geliyorsanız iyi okursunuzdur. Ne demişler? Tek kitabı olandan kork.
Aşağıdaki liste maalesef İngilizce olacak. Türkçeyi küçümsemiyorum fakat ilgi alanlarıma dair Türkçe kitap pek çıkmıyor, çıkanlar da arzu ettiğim kalitede olmuyor. Keşke Türklerin Türk dilinde kaleme aldıkları kitaplar dünyayı sarsa, yalnız açıkça ve doğrudan Türklerle ilgili diye kodladığımız meselelerde değil, insana dair her hususta kaliteli kitaplar yazsak ve çevirmenler kapımıza dizilse – sair dillere bizden fikirler, tespitler, teoriler çevrilse. O başarıyı ben tek başıma inşa edecek değilim ve o an gelene kadar hepimiz İngilizce okumaya mahkum gibiyiz. Öyleyse başlayalım:
On Food and Cooking: The Science and Lore of the Kitchen - Harold McGee.
Şu sıralar göbeğimle ön planda olduğumdan manidar bir giriş yapalım. Kitap, yeme içmenin bilimini anlatıyor fakat sıkıcı değil. Falanca peynir neden ısınınca süner de filanca peynir sünmez? Az pişmiş yumurtanın içindeki kimyasal reaksiyonlar nedir de daha lezzetli olur? Hangi hayvan hangi otu yediğinde güzel et verir, güzel süt verir? Bütün bu sorulara ve daha fazlasına biyoloji ve kimya kuralları dahilinde cevap veren kitap aynı zamanda çok eğlenceli. Mesela kokulu peynirleri sevmeyen bendeniz, dostlarımın bu pahalı ama iğrenç peynirlerde ne bulduğunu düşünür dururdum. Yazar Fransız bir şairin kokulu ama tadı enfes (bence değil) olan bu peynirlere “tanrının ayakları” lakabı taktığını söylüyor. Son zamanlarda gördüğüm en şairane metaforu böyle bir kitapta bulmak ilginç bir deneyimdi.
Secularization - In Defence of an Unfashionable Theory – Steve Bruce
Seküler Milliyetçilik’in Pratik cildi, Bruce’un bu eserini omurgasına alarak yazıldı diyebilirim. Bruce Sekülarizmin, Batı’da şimdilik post-modern zırvalar yüzünden gözden düşse de Batı’nın “önde” olmasının sebebi olduğunu ve gerekliliğini açıklıyor. Bunu yaparken literatürden ve güncel tartışmalardan süzülen argümanları değerlendiriyor, çürütüyor yahut destekliyor. Her ne kadar kitapta konu ettikten sonra eleştirse de, “vekaleten iman” diye çevirdiğim vicarious religion ifadesini burada gördüm ve üzerine düşünmeye değer buldum.
Turkey in Europe – Charles Eliot
Eliot yıllarını Türkiye’de geçirmiş bir İngiliz entelektüel-diplomat. 19. Yüzyıl sonu 20. Yüzyıl başında Türkiye’deki gözlemlerini, Türklerin tarihine dair şaşırtıcı ölçüde isabetli bilgi paylaşımları ve tespitler ekleyerek paylaşıyor. Yer yer sevimsiz ve hatta düşmanca görünse de öyle olduğunu sanmıyorum – neticede Türk olmayan biri olarak Türklere bakıyor ve gördüklerini kendi kültürel penceresinden aktarıyor. Kitap, Eliot’un iddialarının yanında müthiş ayrıntılarla dolu, mesela karşılaştığı bir Mevlevi’nin İngiltere’deki İslam’la değil doğrudan Mevlevilikle ilgilenmesini anlattığı kesit; tarikat anlayışının en olumlu addedilen örnekte bile ne kadar zehirli ve sorunlu olduğunu gözler önüne seriyor. Türkleri “küçük bir çantayla, yolda sürekli bir şeyler bırakıp alarak seyahat eden bir seyyah”a benzetmesi de enfes.
The Power of Ritual in Prehistory – Brian Hayden
Hayden’ı TamgaTürk söyleşisinden hatırlayabilirsiniz. Müstekbir diye çevirdiğim aggrandizer konsepti etrafında, arkeolojik bulgulara dayanarak bu müstekbirlerin toplumların örgütlenmesinde nasıl bir rol oynadıklarını, yaratılan ritüellerin arkasındaki somut mekanizmaları açıklıyor. Bütün argümanları doğru mudur? Emin değilim, fakat insanın ufkunu açan bir yerden baktığını ve hem din hem millet gibi konseptlerin neden, nasıl, kimler eliyle doğduğunu anlamakta mutlaka kulak vermemiz gereken bir ses olduğunu düşünüyorum.
Economics of the Free Society – Wilhelm Röpke
Sevgili dostum Ömer Faruk Engin bana “Röpke Keynes’e Karşı” başlıklı küçük bir risale hediye etmişti. Röpke ile uzaktan aşinalığın ötesine geçen tanışmam böyle oldu. Akabinde müthiş etkilendim; sosyalistik meyiller gösteren milliyetçiliğimizin ihtiyaç duyduğu ekonomik bakışın temellerini gördüğümü düşündüm. Röpke, özetle devlet gibi “ekonomi-dışı” konseptleri piyasa işleyişinde dengeleyici aktörler olarak görmek gerektiğini söylüyor ve yine ekonomi-dışı bir faktör olarak etiği gözetiyor. Serbest piyasanın “nimet yaratan ama zarar vermeyen” bir halde tesisi için bu araçların piyasayı çerçevelemesi ve düzenlemesi gerektiğini söylüyor. Verdiği saat örneği yıllardır alıntılamaktan usanmadığım, basit ve etkili bir metafor: Nasıl bir saatin tahrik ve tahdit edici mekanizmaları varsa, piyasaların da buna ihtiyacı vardır. Saatin yayı kadranı çevirir ancak çarkları arzu ettiğimiz şekilde yavaş akıp saati göstermesini sağlar. Kar talebi piyasayı döndürür, ancak bu talebe ortak menfaat gibi tahditler gelmezse piyasa yalnızca tekeller yahut oligarklar için döner.
In and out of Stalin's GRU: a Tatar's escape from Red Army Intelligence – İsmail Ahmedov
İsmail Ahmedov eski bir GRU ajanı, yani Rus askeri istihbaratının bir üyesi. Ancak kendisi Başkırt kökenli, dedesinden Türk soyluların efsanelerini dinlemiş, Türkmenistan’da görev yaptığı sürede eski ittihatçılarla tanışıp sevmiş, gençliği boyunca hep Türk soylulardan yardım görmüş birisi. 2. Dünya Savaşı esnasında tesadüfen Türkiye’de görevlendirilince, soyuna ihanet etmediği için iltica ediyor ve Ruslar tarafından öldürülmemek için İstanbul’da bir ilçe emniyet müdüründen söz istiyor. Emniyet müdürü sözü Atatürk adına verince rahatlıyor, bir Türk’ün Atatürk’ün adını boş yere ağzına almayacağını biliyor. Bu müthiş hatıra kitabını dijital yollarla okudum, kitap elimde olsaydı her tarafını çizip her yaprağın kenarını bükmekten mahvederdim. Maalesef yasal varislerine ulaşamadım, ulaşırsam mutlaka çevireceğim.
Nadir Shah – A Critical Study Based Mainly Upon Contemporary Sources – L. Lockhart
Avşar olduğum için ceddimin kahramanlarına iltimas geçtiğim düşünülmesin. Nadir Şah’ı döneminin seyyahları, keşişleri, bilginlerinin yazdıklarını derleyerek bir portreye çeviren Lockhart, bizim tarihçilerin tarafgirliğinden bağımsız olduğundan daha isabetli bir fotoğraf çekiyor kanaatindeyim. Bugün İran denen coğrafyadaki Türklük ve diğer etnisitelerin manzarası pek bildiğimiz bir alan değil, bilsek müthiş tespitler yapabiliyoruz. Her şeyin ötesinde, Nadir Şah’ın “Mizaha, özellikle kara ve sivri mizaha düşkün, öfke patlaması yaşamaya müsait, dinsiz, çalışkan, saçı vaktinden erken beyazlamış, devlet işlerini bitirince evine çekilip rahatsız edeni idam ettiren [Nadir Şah ile Nadirkulu'nu karıştırmayın diyor], barış zamanını işsizlik olarak görüp sürekli savaş peşinde koşan [cennette savaş olmadığını duyunca cenneti eleştiriyor], Osmanlı ve Babürlülere ortak Türk kökenini hatırlatan, yüksek sesle ve kaba konuşmayı seven, dedeleriyle değil kendisiyle övünen, gösterişli giyinmekten kaçınan, çekik küçük gözlü, delici bakışlı..." tasviri çok hoşuma gitmişti.
Cannibals and Kings: Origins of Cultures – Marvin Harris
Biyolojik evrimimiz ile sosyal evrimimiz arasındaki ilişki epeydir ilgimi çeker. Protein ağırlıklı beslenen toplumlar nasıl mitler yaratırlar mesela, sonra o mitler yaşam tarzı değiştiğinde nasıl işlevler üstlenirler? Toplumla ilişkisi değişen ya da derinleşen hayvanlar nasıl önem kazanırlar yahut domuz örneğinde olduğu gibi nasıl düşmanlaşırlar? Harris her sayfası müthiş tespitlerle dolu ve bilimsel olarak ayakları yere basan argümanlarla ördüğü bir eser yaratmış. Geçmişimizi anlamak için mutlaka okunmalı – özellikle gelecekte de pek farklı olmayacağımızı fark ettikçe.
Merv the Queen of the World and the Scourge of Man-Stealing Turcomans – Charles Marvin
Şu sıralar Rusya ve İngiltere arasındaki nüfuz ve vekalet savaşları ile sömürgecilik yarışının sahasıyken Türkistan’ın neye benzediğini anlamak önceliklerim arasına girdi. Okumalarımdan bir örnek olarak bunu seçtim, fakat diyebilirim ki benzer seyahatnameler -her ne kadar popüler olup bol kitap satmak maksadıyla yazıldıklarından tedbirli okunmasında fayda varsa da- Türkistan’ın o acıklı dönemine ışık tutuyorlar. Meşhur Göktepe Savaşı ve Kara Batır’a şahitlik eden Marvin’in bu kitabı, mesela, birçok hususta ilk elden bilgi verdiği için kıymetli. Sorunlu yöneticiler, bozuk bir sofuluk, dünyanın değişimine ayak uyduramamış yaşam tarzı üçgeninde işgal olmaya mahkum olan soydaşlarımızın her şeye rağmen Türk’e has o yiğitlik ile Ruslara bedel ödetmesini okumak insanı hüzünlendirse de zaman zaman dudakları yukarı doğru kıvırıyor – “uzun boylu, iri kıyım, yağız yüzlü, kaba kaşlı, gözü dönmüş atlılar… Ağızlarında kan damlayan bir kavisli kılıç, ellerinde iki piştov… Ansızın hücum edip, Ruslar nişan alana dek çoktan yok olmuş oluyorlardı…” pasajını okuyunca kim öyle olmaz ki?
Seküler Milliyetçilik/Teori ve Pratik – M. Bahadırhan Dinçaslan
Kendi eserimi koymadan kitap seçkisi yapacak kadar mütevazı bir insan olduğumu düşündünüz değil mi? Tabii ki öyle birisi değilim. Hem okuyucunun talebi yeni okuma listeleriyse, iki ciltlik bu eserin kaynakçası birçok farklı alanda oldukça ilgi çekici ve kıymetli kitap ve makaleleri derlemiş oldu. Eser hiçbir işe yaramasa bile bu seçkiyi yaptığı için kıymetlidir – kaldı ki epey işe yaradığını düşünüyor ve görüyorum. Bütün milliyetçiler “mevcudun sorunlu olduğu”na dair hemfikir fakat pek azı bunlara açıkça meydan okudu ve çok daha azı elini taşın altına koydu; ben yanılabilirim ancak gururla ifade ediyorum ki inandığım değerler uğruna ne yorucu bir tempoyla çalışmaktan ne milletime layık olma çabasından kaçtım. Milliyetçiliği mutenalaştıracaksak böyle eserlerle başaracağız.
Bahadırhan Dinçaslan
Ahahahah sonda kendi kitabını önermen ayrı güldürdü abi :D