Yaşayan ve geçmiş insanları kuşaklara bölerek ele almak, bu kuşaklar altında örüntüler tespit edip kuşaklar arasındaki farklılık ve paralellikleri yorumlamak oldukça yaygın. Genellikle ABD ve bir dereceye kadar AB’nin dönüm tarihi olan olaylar kuşakların başlangıç ve bitişi kabul edilip, bu olayların belirlediği zaman dilimleri arasında doğmuş insanların ilerleyen yaşamlarında aşağı yukarı benzer bir çevre ve anlayışla kuşatılmış olmaktan ötürü benzeşeceğini düşünmek gelenek haline geldi. Öyle ki, bu anlayışın böldüğü ve adlandırdığı kuşaklar yalnız sosyal bilimlerin konusu olmaktan çıktılar ve günlük hayatımıza girdiler: Artık Z neslinden bahsetmek klişe bile oldu denebilir, “boomer” ifadesi ise Türkiye’de dahi hakaret olarak kullanılıyor.
Bu yaygın anlayışa dair eleştiriler ve şüpheler olsa da en azından genel hatları itibariyle yanlış olduğunu söyleyemeyiz. Yerel ve küresel trendler gerçekten belli dönemlerde doğanların kaderini tayin ediyor, onların nasıl bir çocukluk geçireceğini, nasıl bir ortamda yetişkin olacağını, neler yiyeceğini, neler giyeceğini, kimlerle iletişim kuracağını (…) belirliyor. Bu belirlemelerin belki de en önemlisi, çocukluk.
Psiko-tarih
İnsanın davranışlarını, fikirlerini, duygularını ve hatta siyasi görüşünü belirlemede çocukluk dönemi büyük rol oynuyorsa… Tarihte de çocukluk dönemleri rol oynuyor olabilir mi? Amerikalı Lloyd deMause de böyle düşünmüş ve ortaya psiko-tarih isimli bir konsept ileri sürmüş.
deMause’ye göre tarih çocukluk anlayışlarına göre ayrılır: Çocukların öldürüldüğü çağ, çocukların terk edildiği çağ, kararsız çağ, müdahaleci çağ, sosyalleştiren çağ ve yardım eden çağ. Her çağda ebeveynlerin ve toplumun çocuğa bakışı farklıdır; erken dönemlerde mesela korumasız çocukların cinsel obje olarak görünmesi bile, bugün uyandırdığı kadar tepki uyandırmaz. Her bir çağda çocukluk anlayışı nasılsa, o çağda doğup büyüyen herkesi etkilemiştir, bu yüzden o çağda karşımıza çıkan rejimleri, bilimin merak edip araştırdıklarını, dinlerin tutumunu (…) hep bu çocukluk tecrübeleri belirler.
deMause’nin bu konsepti oldukça tartışılmış ve genellikle bilim-dışı bulunmuş. Gerçekten de tespitlerini ortaya atarken somut verilerden çok yakıştırmalara ve sezgilere dayandığını söyleyebiliriz. Ancak her ne kadar sonraları bu tespit üzerine yanlış bir teori inşa etmiş olsa da, en azından çocuklara davranışımızın kuşaklaşma fenomeni nedeniyle çağı etkileyeceğini tespit etmekte haklı diyebiliriz.
Kuşakların her biri farklı esas ve usullere göre bir çocukluk geçiriyor, bu bakımdan her kuşağın davranışları, bir sonraki kuşağın davranışlarını ebeveyn etkisi üzerinden belirliyor. X kuşağının anne-babaları kimlerdi? Z kuşağının? Özgehan Şenyuva’nın aktardığı bir örnek oldukça ilginç: Y kuşağı, Harry Potter nesli. Harry Potter özeldir, biriciktir, arkadaşları temizdir, öğretmenleri onunla ilgilidir, herkes kadar sorun yaşar ancak sevgi dolu bir ortamdadır ve büyük felaketlerle karşılaşsa bile (terör gibi) onunla değerlerine tutunarak başa çıkar. Z kuşağı ise Katniss Everdeen nesli. Ortaya bırakılmış, oldukça kötü bir çevreyle kuşatılmış, biricik ve kıymetli değil ancak biricik ve kıymetli olacağı bir senaryo arıyor. Buradan hareketle, kuşakları anlamak için ebeveyn neslini kurcalamak daha doğru değil midir?
Z Kuşağı: Öyle bir nehri muazzam gibi cûş etmişsin
Z kuşağını ortaklaştıran yahut ortada böyle bir kuşak bulunmadığı, bulunsa dahi henüz davranış kodlarının netleşmediğini iddia eden epey bir çalışma var. Literatürü ve kişisel gözlemlerimizi harmanlarsak diyebiliriz ki Z kuşağı daha yıkıcı, umutsuz, kısa vadeli düşünüyor, bağlanma sorunları yaşıyor, dürtüsel ve sanat anlamında oldukça zevksiz. Buna karşın daha cüretkar (Jules Verne’nin cesur-cüretkar ayrımı akla düşüyor.) ve hayatta kalma dürtüleri yüksek. Birey olmayı başarmakta zorlansa da tekil olarak hayatta kalmak zorunda – bu yüzden anonimleşmeyi ve bu anonim konforun içinde hissettiği öfke ve hayal kırıklığını sansürsüz olarak kusmayı yeğliyor.
Peki neden? Şimdiye dek TamgaTürk sayfalarında ve ekranında buna dair oldukça çeşitli analizler yaptık. Bu analizlerde tespit ettiğimiz faktörlerin çoğu muhtemelen doğrudur. (Eğitimin artık sınıf atlama aracı olmaması, mevcut sistemin değerlere bağlı insanı ödüllendirmemesi, iyi ve güzele dair rol modellerinin olmaması vb.) Fakat atladığımız hususlardan biri, kimlerin çocuğu olduklarıydı.
Z kuşağı eğer 1997 sonrası doğumluları işaretliyorsa, anne babaları 1970’ler ve sonrasında doğmuşlardır diyebiliriz. Elbette farklı yaşlarda çocuk sahibi olanlar vardır, fakat Z kuşağının 2012’ye kadar doğanları kapsadığı düşünülünce, aşağı yukarı 1975’i seçmek uygun bir tarih gibi görünüyor. Z kuşağının anne babaları 90’larda genç yetişkin olup 90’ların sonunda çocuk sahibi olmak isteyecek – olabilecek yaşta olmalılar. Bu bakımdan biraz sezgiyle 1975’i dönüm noktası seçmemiz ilerleyen paragraflarda oldukça manidar bir hale gelecek.
Z Kuşağı: Fakat eyvâh, çorak yerde akıp gitmişsin!
Z kuşağını anlamak için anne-babalarına bakacaksak, anne babaların doğduğu yıllar ve çocukluk dönemlerinde yaşadıkları önemlidir. Bütün yılları kapsayan bir çalışma yoksa da, Türkiye tarihinde işveren kesimin hiçbir yılda %5’i geçmeyeceği düşünüldüğünde, bu anne babalar ve onların ebeveynlerinin meslek türleri ile gelirlerindeki değişim ve kırılmalar, çocuklarını etkileyecektir. Bunun yanında diğer sosyal olaylar, siyasi gelişmeler, savaşlar ve afetler mutlaka belirleyici olacaktır.
1975 civarında doğanlar, 80 ihtilali ve onun getirdiği ortamda çocukluklarını geçiren insanlar. Köyden kente göçün nihai ve son evresine vardığı ve ancak bu göçün artık sınıf atlayarak & eğitim yoluyla değil, pervasız bir mecburiyet, kabullenişçi ve kaderci bir zaruret olarak gerçekleştiği dönemin çocukları. Bu dönemde artık eski şehir kültürü kalmamıştır; Y kuşağının anne babalarının döneminde şehirlerde hala şehirli ve şehir kültürü vardı, ekseriyeti eğitim alarak kente göçenler de bu şehirlilere özeniyor, onlara dönüşmeye çalışıyorlardı. Fakat sonraki yıllarda gelen kalabalığın kaba gücü, şehri ve şehirliyi boğmuştur. Bu dönemde yaşayan çocuklar artık şehirli davranış kodlarını özenilesi bulmazlar. Siyasi aktivizm de özellikle kötü kodlanmıştır. “Gemisini kurtaran kaptan” olmak, büyük bir ideolojik değerler dizgesi üzerinden örgütlenip mücadele vermekten önemlidir.
Üstelik, Türkiye tarihinin en önemli kırılmalarından birinin yaşandığı yıl, 1976 yılıdır. Ahmet Yılmaz ve Togan Karataş’ın Türkiye Ekonomisinde Ücret ve Maaşlar: 1970–2021 makalesi, oldukça önemli bir veri içeriyor: 1970’den bu yana Türkiye’de emek verimi, artış hızında dalgalanmalar olsa da sürekli olarak artmıştır. Ancak tam olarak 1976 yılında reel ücretler düşme trendine girmiş, 90’ların başında kısa bir pozitif dalga hariç asla 1970 yılını yakalayamamıştır. Yani Z kuşağının anne-babalarının doğduğu yıllar Türkiye’de çalışanın reel ücret açısından en şanslı olduğu yıllardır. Z kuşağının anne babaları, emeğin daha çok para ettiği çocukluk yıllarından sonra ciddi bir düşüş görmüşler, siyasi manzaranın ve bireyin siyasete katılımının radikal değişimine sahne olmuşlar, yetişkin olduklarında kısa umut sahnelerinde 94 ve 2001 krizlerini yaşayarak fakirleşmişler ve… bunlardan etkilenerek çocuk yetiştirmişlerdir. Yani Z neslindeki umutsuzluk, boşvermişlik, kısa vadelilik kendi suçları değil diyebiliriz: Z kuşağının böyle davranması için bulabileceğimiz somut nedenlerden daha fazlası, anne babaları için geçerlidir. Umutsuz ve boşvermiş, “arabesk dönemi” çocuk ve gençleri olan Z kuşağı ebeveynleri, böyle çocuklar yetiştirdiler.
Yanlış Babaların Çocukları
Bu tespitimizi sınamak için TamgaTürk okur ve izleyicileri ile Milliyetçi Kongre Derneği üyelerini kapsayan bir anket yaptık. Bu anket elbette bilimsel yeterlilikte değildir. Ancak 306 kişinin katılımıyla bazı işaretler barındırdığı kesindir.
Bu insanlara ebeveynlerinin meslek ve eğitim durumları ile -sıkı durun- müzik zevklerini ve onlarla iletişimlerine verdikleri puanı sorduk. Konumuzdan bağımsız belirtiler arasında, halk müziğinin hem anne hem babalar arasında en çok dinlenen tür olduğunu gördük. Fakat erkekler arasında %55’i bulan oran kadınlar arasında %35’e düşmüştü. Erkekler arasında “müzik dinlemez” seçeneğinden (%14) sonra üçüncü grup arabesk(%9.4) dinliyorken, kadınlarda ikinci grup %27.5 ile pop müzik dinleyenler, “müzik dinlemez” denenlerse erkeklerden biraz fazla, %15’te.
1975 yılını milat kabul ettiğimizde, anne-babasının 1975 öncesinde doğduğunu belirtenlerle sonra doğanları iki gruba ayırdık. İlginç bir motif ortaya çıktı ki, 1975 öncesinde doğan kadınlar arasındaki ev hanımı oranı ile sonra doğan kadınlar arasındaki ev hanımı oranı arasında çok büyük bir fark yoktu. (%44 ile %41.) Belki de bu yüzden, kadınlar arasında meslek kategorisi farkı da belirgin değildi. Sosyal medya kullanıcısı olacak yaşta çocuğu olup çalışan bir kadının 1975 öncesinde öğretmen, hemşire yahut hizmetli olması ihtimali ile 1975 sonrasında olma ihtimali aşağı yukarı birbirine eşit göründü. Sebepleri bu analizin konusunu dağıtacağı için tahlil etmesek de anlamlı veriler oluşturmadığı için başlığı anneler değil, babalara atfen attık. Yalnızca şunu söylemek gerekir ki anketimize katılan sosyal medya kullanıcıları anneleriyle çok daha iyi iletişim kuruyor, babalarıyla iletişim sorunu yaşıyorlar.
1975 öncesi doğumlu babalarla 1975 sonrası doğumlu babaları kıyasladığımızda daha ilginç verilerle karşı karşıyayız. Yüksek nitelikli eğitim gerektiren mesleklerin 1975 yılından sonra oranının yaklaşık %13 kadar azaldığını görüyoruz. Meslek gruplarını yüksek nitelikli eğitim, orta nitelikli eğitim ve düşük nitelikli eğitim gerektiren üç gruba ayırdığımızda ve sırasıyla 3, 2, 1 puanlar verdiğimizde, 1975 öncesi 2.1 olan ortalamanın 1.9 civarına geldiğini görüyoruz. Bu hesabı yaparken, bir meslekte geçirilen yılın getirdiği yöneticilik sıfatlarını dikkate almadık (yani astsubay ve generali eşit kabul ettik, işçi sendikası başkanı ve temizlik görevlisini de.) ve mesleğin nasıl bir eğitim gerektirdiğini kestirebildiğimiz sonuçları dikkate aldık. Memur yazanları orta kabul ettik, doktor yazanları yüksek, kamu işçisi yazanları düşük. Ayrıca topladığımız eğitim durumu ile yapılan meslek arasında büyük bir ayrışma görmedik, ancak daha geniş bir örneklem olsaydı belirgin bir ayrışma gözlemleyebileceğimizi düşünüyoruz. (Yani yüksek eğitim almış olmasına rağmen daha düşük eğitim gerektiren bir işte çalışan yahut tersi senaryoların oldukça az olduğunu tespit ettik.)
Rock&metal türleri dinlediği söylenen babaların hepsi, evet istisnasız hepsi 1975 öncesinde doğmuştu. 14 kişilik bu küçük kitlede ilginç olan bir husus, bu babaların çoğunun lise mezunu oluşuydu. Ayrıca bu babaların çoğu 60’ların başında doğmuşlar; yani Anadolu Rock furyasının zirvede olduğu yıllarda ilk gençlik yıllarını yaşamışlar.
Arabesk&fantezi dinleme oranı 1975 sonrası doğumlularda daha yüksek, dinleyenlerin yaklaşık %65’i 1975 sonrasında doğmuşlar. Demografik bir veri olarak katılımcılara ailelerinin yaşadığı il ile aile köklerinin bulunduğu ili sormuştuk. 1975 öncesi doğumlu olup arabesk dinleyenler ise, ilginç bir şekilde, ekseriyetle köklerinin bulunduğu ilde yaşayan ancak düşük eğitimli babalar. 1975 sonrası doğup arabesk dinleyenlerse genellikle başka kentlere göç edenler. Biraz romantik bir benzetme yaparsak, arabesk iç göçün müziği – göçenler ve onların ardından bakıp hikayelerine imrenenler dinliyorlar. Bir diğer ilginç veri, iletişimde en düşük (1 ve 2) puan alan babalar arasında, pop müzik dinleyenlerin ortalamadan fazla temsil edilmesi. Halk müzik dinleyenler her grupta çoğunlukta olduğundan gözardı edilirse pop müzik dinleyenleri arabesk dinleyenler ve hiç müzik dinlemeyenler takip ediyor.
Bütün Bunlar Ne Anlama Geliyor?
Z neslinin ebeveynleri, Y neslinin ebeveynleriyle kıyas edildiğinde daha yüksek verimle çalışsa da reel getirisi daha düşük ücret almaya başlayan ilk kuşak. Arabesk döneminde, şehirli kültürün büsbütün yok olduğu yıllarda kentlerde büyüyen kuşak. Darbeye maruz kalan, darbeci zihniyetin formatladığı insan tipinin makbul olduğunu gören kuşak. Müzik zevki daha sınırlı ve sevimsiz. Çocukları bu yüzden Emre Fel dinliyorlar.
Evet, Emre Fel fenomeni bu dosyaya ilham vermişti. Daha önce rap müziği konu ettiğimiz gibi bunu incelemek niyetindeydik ancak veriler kısıtlı olduğu için pek mümkün olmadı. Ancak her yayımladığı video rekor kıran ve gözlemlediğimiz kadarıyla Z nesli mensupları tarafından makbul kabul edilen bu şarkıcının müziği zoraki, sözleri ise henüz deneme versiyonundaki bir yapay zeka programına yazdırılmış gibi. Neden hep böyle şarkıcıları seviyorlar? Neden kötü ve bütünlüksüz süper kahraman filmleri izliyorlar? Bunları anlamak için nasıl bir ailede büyüdüklerini, anne-babalarından ne görüp duyduklarını, kimleri rol model aldıklarını anlamak gerekiyor.
Bu dosyada bu hususların tamamını anlayıp tahlil etmemiz elbette mümkün değil. Ancak 1976 yılının iktisadi verilerindeki kırılma ile, Türkiye’ye hakim müzik zevkindeki kırılmanın örtüştüğünü, bu iki örtüşmenin (başka bileşenlerle birlikte) Z kuşağı ebeveynlerine mahsus bir anlayış yarattığını, bu anlayışın büyüttüğü çocuklarınsa şimdilerde şikayet ettiğimiz içerikleri popüler ettiğini, siyasetçilerin peşinden gittiğini, saçma bulduğumuz düşünce ve davranış kalıplarıyla yaşadığını söylüyoruz. Psiko-tarih, aşırı spekülasyona ve sezgilere dayalı teori inşasına girilmediği sürece, kuşakları anlamakta faydalı olabilir.
Z kuşağı için not: Bu çalışmada kuşağınızla ilgili yapılan tespitler doğru ya da yanlış olabilir. Ancak bunları kişisel algılamayın. Her kuşakta sonradan gelenlere dair bir memnuniyetsizlik hasıl olmuştur. Her kuşağın olumlu ve olumsuz karakteristik özellikleri de. Ayrıca bunlar sizin için geçerli olmayabilir, genellemeler tek tek bireyleri değil toplu yönelimleri irdelerler. Bu tespitlere öfkelenip bağırmaya başladığınızda, elinize bir şey geçmeyecek. Son tahlilde sorunsuz, hem psikolojisi hem biyolojisi sağlıklı Türkler yaratmak için bütün kuşaklar olarak el ele vermek zorundayız.
Hazırlayan: M. Bahadırhan Dinçaslan
Pop dinleyenlerin darbeyle formatlanmış ve şahsi ilişki kurmaktan uzak babalar olması muhtemel. Ancak babası arabesk dinleyen neslin çocuklarının emre fel dinlemesi çıkarımında açık bir bağlantı izleyemiyorum. Emre Fel şarkıları, Sıla şarkıları, modern şiirlerde anlamsızlığın popülerleşmesi, "keyf-i furya" vb cafe adları arasında belli ki bir örüntü var. Bunu Z kuşağındaki özel olma açlığına bağlamak mümkün görünüyor: anlayamadıkları şeylere fazla anlam yükleyerek rağbet gösteriyor ve kendilerine bunun üzerinden değer biçiyor gibiler. Dinlerin, doğruların, değerlerin silindiği kritersiz bir çağda kendini değerli hissetmek için kişisel gelişimin ve New age dinlerin "herkes özeldir" argümanıyla yetinmek çok zor.
Kişinin sosyoekonomik durumu ile müzik zevki arasındaki, apaçık gözler önünde duran ancak kimsenin bahsetmediği bağlantıyı okuyucunun suratına vuran bir yazı. Daha çok buna benzer yazılar görmeliyiz. Selamlar & sevgiler.