Seküler Milliyetçilik Kitabının Eleştirisi - V

TAKİP ET

Uğur İsmail Aygün, Bahadırhan Dinçaslan'ın Seküler Milliyetçilik kitabını TamgaTürk okurları için inceledi.

Yazı dizisinin önceki bölümü için tıklayınız.

Yazı dizisinin bu bölümünde, 5. Bölüm Turancılık ve Ek Bölüm Muhafazakarlık başlıklarını birlikte irdeleyeceğiz. Şimdiye kadarki analizi özetlemek gerekirse, Dinçaslan'ın seküler milliyetçiliği:

1- Faydacıdır
2- Sekülerdir
3- Bilimseldir.
4- Uzlaşmacıdır.
5- Düşünme, ifade, mülkiyet, inanç ve rekabet hürriyetinden yanadır.
6- Maduna (eşcinsellere, kadınlara, diğer ırklara, dinlere, etnisitelere) "karşıt" değildir.
7- Adaletçidir. (Orta sınıf vurgusu bağlamında bunu sosyal demokrasiye yakındır şeklinde de anlamak mümkün.)

Dinçaslan Turancılık bölümüne çok geniş coğrafyaya yayılmış Ural-Altay dillerini konuşan sapiens grupları bir millet midir diye sorarak başlar ve kızgın-üzgün bir tonda Türkiye'nin kendi içinde bile bir ulus olmadığını söyleyerek bitirir. Ancak bunun üstüne Turancılık mümkün müdür dediğimizde "gayet temelli ve makul" olduğunu söyler.

Önce Dinçaslan'ın Turancılık tanımından başlayalım: "Turancılık, Türk milliyetinin tamamını kapsayan bir millet halini kazanmak ve bu birlik içindeki ulusların işbirliğini temin etmek uğraşıdır."

Seküler Milliyetçilik: Bahadırhan Dinçaslan'ın Beklenen Kitabı Çıktı

O halde öncelikle Turancılığın bir işbirliği gayreti olduğunu anlıyoruz. Dinçaslan Türkçü olduğunu iddia edip Turancı olmadığını iddia edenlere gayet yerinde bir soru sorarak akıl yürütmesini başlatıyor: "Iğdırlı bir Türk ile aranda bağ varsa neden Iğdır'ın az ilerisindeki ile bir bağlantın olmasın?" Bir Iğdırlı olarak buna bir destek çıkayım. Ben Iğdırlı bir Türk olarak -ki kendime Azeri derim- ve adı Turan olan bir babanın evladı olarak düğünlerimizde hala İran'ın Maku şehrinden akrabalarımızı ağırlarız. Maku şehrinin yerine bakarsanız tık! durumu daha iyi anlayabilirsiniz. Türkçe konuşan kabilelerin yayılması maalesef Türk milliyetinin pek çok suni sınırlar tarafından bölünmesini kolaylaştırdı. Aynı şeyi Türkiye'deki Kürtler ve Araplar için de söylemek mümkün bu arada. Bu sebeple Türkçü olmak Turancı olmaktan bağımsız düşünülemez diyerek bu bahsi burada kapatalım.

Dinçaslan Turancılık meselesini şu argümanlarla ele alıyor:

1- Turan sadece Türkiye’ye değil, tüm Türk milliyetine fayda sağlayacaktır. Zira sadece Türkiye değil, tüm Türk milliyeti dünya arenasında yalnızdır.
2- Turan mutlaka tek devlet çatısı altında birleşmek değildir.
3-Turan hayaldir mantığı a) Türk devletinin kuruluşundaki temkinlilikten b) Turandan çekinen ülkelerin (Rusya, İran, Çin) espiyonaj faaliyetleri sebebiyle Türkiye'de popüler olabilmiştir. Esasında Turan düşmanı ülkelerin politikalarında Turancılık gerçek bir tehdittir ve buna karşı önlemler almaktan asla geri durmamaktadırlar.

Bu üç argümanda da bir sorun göremiyorum. 1. Argüman kesinlikle haklı, Turancılığın yaratacağı doğu-batı eksenli bir güç odağı olmayacaksa buradaki devletler ya batı bloğuna girecek ya da Rusya, İran, Çin, ve Hindistan etki alanları içinde kalacaklardır ki ne biz ne de Orta Asya'da yerleşmiş milletler bunu ister.

Seküler Milliyetçilik Kitabının Eleştirisi - I

2. Argüman daha ziyade bir yaklaşımı gösteriyor. Sadece aynı milliyetten olanlar arasında değil tüm insanalar arasında kültürel ve ekonomik faaliyetler geliştirilmelidir ve gelişmektedir. En yakın olanlarla başlamakta herhangi bir mahzur yok. 3. argüman ise bence "Turan demek İran, Çin ve Rusya’yı yenebilmek demektir. Türkiye bunu yapamaz." şeklinde özetlenebilir. Bu açıdan doğrudur, Türkiye'nin önce Ermenistan, sonra İran'ı savaşta yenerek Turancılığa girişmesi beklenir. Öte yandan, Ermenistan'ı Azerbaycan aradan çıkarmıştır ve İran Batı'nın hedefindedir. Rusya Ukrayna'da yıkılmış- gününün gelmesini beklemektedir. Bu şartlar altında Turancılık hayaldir demek biraz sert bir yaklaşım olabilir.

Benim esas söylemek istediğim ise Turancılığı büyütmek mümkün mü meselesi? Yani Turancılığa globalleşme, Türkçülüğe de kozmopolit insan dersek tüm Turancılık argümanları aslında tüm insanlar için geçerli değil mi? Elbette aynı dili konuşan, aynı kültürel kodlara sahip olan insanlar daha kolay uzlaşacaktır ancak bu şartlar Sapiens’e hala bir milletlerden müteşekkil olarak bakmanın yanılgısı değil midir? Daha geniş bir perspektiften tüm insanlar tüm canlılar arasında çok daha birbirine yakın değil midir? Böyle bir durumda aslında dayanışma ve birlikte ilerleme fikrini Sapiens’i dahi aşarak neden "canlılık" olarak düşünüp örgütlemeyelim ki? Turancılık tanımına geri dönersek:

Turancılık, Türk milliyetinin tamamını kapsayan bir millet halini kazanmak ve bu birlik içindeki ulusların işbirliğinin temin etmek uğraşıdır.

demek yerine neden “Globalleşmecilik, insan türünün tamamını kapsayan bir aidiyet halini kazanmak ve bu birlik içindeki bireylerin işbirliğini temin etmek uğraşıdır.” demiyoruz?


Ek Bölüm: Muhafazakarlık Başlığı


Bu bölümde Dinçaslan muhafazakarlığın belirleyicisi olduğunu iddia ettiği din ile şu şekilde hesaplaşıyor: "Bu kitabın tamamı dini düşünce tarzının reddedilmesi ve din olgusunun düşüncenin değil, inancın düzleminde tahdit edilmesi gerektiğini savunmak için yazıldı."

Seküler Milliyetçilik Kitabının Eleştirisi - II

Son yüz yıldır sekülerlerin çabaladığı şey. Dinin kendi alanında tutulması. Bu konudaki görüşlerimi üçüncü ve dördüncü bölümde yazdım ancak burada da kısaca açıklamak isterim. Din, görüşlerden bir görüş, inançlardan bir inanç olduğu anda din olma vasfını kaybeder. Dini din yapan şey onun mantıki sınırları, argümanlarının sağlamlığı, insan hayatına olan katkıları vs. değildir. Din tüm sorunları tüm zamanlar için kendinden başka bir kaynağa gerek duymaksızın çözer. Dinin büyüklüğü buradadır. Dindar kimsenin düşünmesine gerek kalmaz zira tüm yanıtların olduğuna inandığın andan itibaren soruşturma ancak bir retorik mesele haline gelir. (bkz: Caner Taslaman) Caner Bey'in "göya" bilimsel araştırmaları hakikati öğrenmek değil, bir savı kanıtlamak istemektedir.

Dinin muhafazakarlığın belirleyicisi olma meselesi de bu açıdan bakıldığında gücünü yitirir. Öncelikle muhafazakarlık hakkındaki bir çalışmayı hatırlatalım ve alıntılayalım: 

"The cognitive functioning of individuals with stronger endorsement of right-wing and prejudiced attitudes has elicited much scholarly interest. Whereas many studies investigated cognitive styles, less attention has been directed towards cognitive ability. Studies investigating the latter topic generally reveal lower cognitive ability to be associated with stronger endorsement of right-wing ideological attitudes and greater prejudice."

Sapolsky'nin durumu okuması ise biraz daha sert sayılabilir (Davranış: En İyi ve En Kötü Haliyle İnsan Biyolojisi, Sapolsky):

"One particularly thorough demonstration of this involved more than fifteen thousand subjects in the UK and United States; importantly, the links among low IQ, RWA, and intergroup prejudice were there after controlling for education and socioeconomic status. The standard, convincing explanation for the link is that RWA provides simple answers, ideal for people with poor abstract reasoning skills."

Devamında ise diyebiliriz ki "Özet geçmek gerekirse ortalama olarak sağcılar (burada muhafazakar anlamında kullanılmış) belirsizlikten daha çok endişe duyuyor, daha güçlü bir kapalılık istiyor, yenilikten hoşlanmıyor, yapı ver hiyerarşiye yatkınlar, koşulları tehditkar görmeye hazırlar ve empati konusunda daha dar görüşlüler.” (a.g.e.) Yani aslında muhafazakar dediğin toplumun çaresiz ve korkak kesimidir. Bu kesimi dinden kurtarırsan burçlara saplanır, oradan kurtarırsan vegan-Budistliğe saplanır. Mesele muhafazakarlığın düzeltilmesi değil, muhafazakarlığı yaratan yoksulluğu ve cehaleti ortadan kaldırmaktır.

Seküler Milliyetçilik Kitabının Eleştirisi - III

Dinçaslan'ın önerisi ise daha optimist: "Muhafakarlığı dinden soyutlayarak, dini inançlarla çelişen her türlü rasyonel tespite, iddiaya ve olguya, aynı zamanda her türlü sosyal gelişime, dönüşüme kategorik karşı olmak anlamından kurtarmak gerekir." Ben burada fahiş bir yaklaşım hatası görüyorum. Meselenin muhafazakar fikrin kendisinde değil, muhafazakarlığı yaratan sosyo-ekonomik şartlarda olduğu aşikardır. Dinden soyutlanan muhafazakarlık bir başka cehalet kaynağı tespit ederek ona yaslanacaktır. Dinçaslan'ın muhafazakarlığın kötü anlamı olarak saydığı şeyler muhafazakarlığı muhafazakarlık yapan şeylerdir. Rasyonel tespite kategorik olarak karşı olmamak zaten muhafazakar olmamanın temelidir. Muhafazakarlık rasyonel tespite güvenmemekle farklılaşır. Ona göre bilim yanılabilir, rasyonalite akıl yürütmeler arasından bir tanesidir, en doğru olan değil. Dinçaslan'ın belki biraz naif olarak dine yaptığı "görüşlerden bir görüş haline getirerek aslında onu bitirmek" eylemi, muhafazakarlarda tam olarak aynı şekilde bilimsel metoda karşı gösterilen yaklaşımdır. Bilimsel metot bir şey bilmenin yollarından bir yoldur. Ha vahiy, ha tarihsel kurallar, ha pozitif bilim.

Dinçaslan'ın son büyük argümanı da Edmund Burke'ün muhafazakarlığını tanımak ancak bu tip bir muhafazakarlığın ancak İngiliz toplumunda gerçekleşebileceğini söyleyerek şu an Türk milliyetçiliği için muhafazakarlığın "henüz tercih edilebilecek bir seçenek olmadığı" yargısına varıyor. Bu yargıya varılması beklenen ve kutladığımız bir şeydir ancak Burke'un muhafazakarlığının Thomas Paine progresifliği ile birlikte düşünülmesi gerekir. Burke'un muhafazakarlığı progresif Fransız devrimciliğinin terör dönemindeki uygulamaları temelinde şekillenen bir itirazdır. Bu itiraz antik ya da politik hürriyetin modern ya da sivil özgürlüğü ezmesine karşı ortaya konulmuştur. Buradaki tartışmada Thomas Jefferson "The liberty of the whole earth was depending on the issue of the contest and . . . rather than it should have failed, I would have seen half the earth desolated. Were there but an Adam and an Eve left in every country, and left free, it would be better than as it is now." (Dijn, Freedom: an Unruly History) diyerek tarafını belli etmiştir. Hürriyetçi bir dost olarak tanıdığım Dinçaslan'ın da muhafazakarlığı bu özgürlük tartışmaları bağlamında yeniden düşünmeye davet etmeyi bir dostluk vazifesi olarak görüyor ve metni okumayı sonlandırıyorum.

Seküler Milliyetçilik Kitabının Eleştirisi - IV

Dinçaslan kitabın son sözünde şöyle söylüyor: "Elbette bu katkı[kitabın kendisi ve anlamı] bütün sorunları çözecek ve bir anda milliyetçiliği arzu ettiğimiz seviyeye getirecek değildir - muhtemelen kendisi eksiklik ve hatalarla doludur. Ancak benden başkaları ve benden sonrakiler için bir işaret, en azından bir ilham kaynağı olursa, derlediğim bilimsel hakikatler ve yaptığım yorumlar yeni düşünceleri tetiklerse, vazifemi yerine getirmiş olacağım".

Ben de bu seri ile tam olarak haklı ve gerekli bulduğum bu vazifeye naçiz bir katkı sağlamaya, tetiklenen düşüncelerimle yeni düşünceler tetiklemeye çalıştım. En başta da söylediğim gibi Türkiye'nin eli kalem tutanları arasında hakiki bir entelektüel ortam yaratmak tüm bu çabaların bir neticeye ulaşması elzemdir. Üzerine konuşulmamış, tartışma yaratmamış, karşı çıkılmamış ve desteklenmemiş, hasılı, yurttaşa daha iyi bir yaşamın mümkün olduğunu ve bu yaşamın ancak yurttaşın kendi entelektüel ve politik eylemlerinin bir neticesi olduğunu hissettirememiş teori, anlamsızdır.

Umarım bu değerli çalışma Türkiye'de hak ettiği ilgiyi görür ve müreffeh bir Türkiye'nin anahtarının bu samimi ve kapsamlı çalışmaların sayesinde kurulabileceği geniş kitlelerce anlaşılır.

Uğur İsmail Aygün

Seküler Milliyetçilik M. Bahadırhan Dinçaslan Kitap İnceleme Uğur İsmail Aygün