Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - XI | Sekülarizm Milli Davamızdır

TAKİP ET

"Şimdi TamgaTürk çevresinde de 'bu konu tartışılsın' çağrısı yapan zat olarak benim de birkaç söz etme vaktim geldi."

M. Bahadırhan Dinçaslan'ın "Ulusalcı Olmayacağız" çıkışıyla birlikte yaptığı davet üzerine, TamgaTürk okurları "Seküler milliyetçilik nereye/nasıl?" sorularına verdikleri cevapları gönderdiler. Seküler Milliyetçilik dosyası boyunca zaman zaman müstakil makaleler, zaman zaman derleme ve analizler halinde bu cevaplara yer verdik.

Dosyanın son makalesi, Bahadırhan Dinçaslan'ın kaleminden "Sekülarizm Milli Davamızdır"

Sekülarizm Milli Davamızdır

Bir süredir lehte ve aleyhte paylaşılan görüşlerle epey tartışmalara konu olan Seküler Milliyetçilik meselesine dair TamgaTürk üzerine düşeni yaptı. Epey bir makale yayımladık, bu tartışmanın çıkmasını tetikleyen hamlelerin ekserisi TamgaTürk çevresinden neşet etmişken aksi düşünülemezdi. Şimdi TamgaTürk çevresinde de 'bu konu tartışılsın' çağrısı yapan zat olarak benim de birkaç söz etme vaktim geldi.

“Milliyetçilik seküler olmaz – sekülarizm milliyetçiliğe aykırıdır – sekülarizm milletimize, geleneklerimize zıttır” nevinden eleştiriler varsa da bu eleştirilere cevap vermeye bile lüzum yok; bunlar, zira, “seküler” yani “dünyevi” olmayan bir tartışmayı biz dünyalıların yürütebileceğine inanan zavallı meczuplar. Fakat bir eleştiri türü var ki, en yakınlarımdan bile alıyorum: “Milliyetçilik zaten sekülerdir, ayrıca seküler demeye gerek yoktur.” Bu eleştiri, cevap vermeye değer bir eleştiridir.

Evvela söylemek lazım gelir ki (sosyal medyada tartışma serimize dair yorum yapanlardan birkaçı da buna dikkat çekti) insanların “farklı adlandırma” arayışına dikkat etmek gerekir. Böyle bir arayış neden var? Herhalde en büyük paralellik Sivas Kongresi’ni toplayan İttihatçıların, halkta İttihatçılığa karşı bir tepki olduğundan, İttihatçı olmadıklarına dair yemin etmek zorunda kalmalarıyla kurulabilir. “Türk Milliyetçiliği” ifadesi o kadar farklı kafalar ve aktörler tarafından kullanıldı ki, halkın bir kısmında buna karşı bir tepki var; üstelik o “kısım” halkın en kıymetli, en nitelikli cüzünü teşkil ediyor. Basit bir örnek olarak Ötüken’in 1968 tarihli 50. sayısında İsmail Kahraman’ın başkanı olduğu MTTB’ye yapılan bir eleştiri verilebilir: Ötüken heyeti, imzasız eleştiride MTTB yönetiminin üniversiteye giden kızların başlarını kapatması talebine “adınızı Dini Türk Talebe Birliği olarak değiştirin” diye cevap veriyorlar. Üniversiteye giden kızlar başını örtsün diyen de, buna “deli misiniz?” diye tepki veren de kendisine Türk milliyetçisi dedi; sol iktisadi görüşleri savunan da milliyetçi oldu, serbest piyasayı savunan da. Türk milliyetçiliğine dair son bir asırda yazılıp çizilenleri okursanız demek istediğimi daha iyi anlarsınız – Türk milliyetçiliği kadar “ne idüğü belirsizleştirilen” başka bir fikir akımı yoktur. Üstelik bunlardan bir damar şu veya bu sebeple (bu sebebin ne olduğuna dair tartışmalarda bile Avrasyacı etki ajanları eliyle zehirli galat-ı meşhurlar yayılıyor) kalabalıklaşmış ve ana temsili üstlenmiştir: Türk-İslam sentezi yahut milliyetçi-mukaddesatçılık.

Bu çizginin bilimsel temelsizliğine ve tutarsızlıklarına dair yıllardır yazıp çiziyorum, fakat bu yazının konusu değil. Asıl dikkat çekmek istediğim mesele, bu çizginin bagajıdır: Türkiye Cumhuriyeti’ni sol işgalden korurken kullandığı aletler, uzun süre hilti kullananların iç organlarının hasar görmesi gibi, bu çizgiye kalıcı hasarlar bırakmış ve taktik maksatlı ittifak ettiği İslamcılık, nihayet onun stratejik kurmay merkezini ele geçirmiştir. Bu yüzden toplumun belli kesimleriyle diyalogu büsbütün kapanmıştır – diyalog kurabildiği kesimde müspet ve makul bir gelişimi tetikleyebilme yeteneği de git gide İslamcılık tarafından törpülenmiştir. Türkiye’de Kemalizm ve Sol’un eşitlenme süreci biraz bununla alakalıdır; asla iktisadi manada solcu olmayan, hatta mensup bulundukları sosyo-ekonomik sınıf sebebiyle solcu olamayacak insanlar, medeni Türkiye projesinin gerektirdiği sekülarist prensiplere uygun bir milliyetçi çizgi bulamadıklarından kendilerini solcu addetmeye başlamışlardır. Son tahlilde bugün Türkiye’nin yüksek nitelikli beşeri sermayesi ile Türk milliyetçiliği arasında yeterli etkinlikte köprüler kurulamamasının sebebi bu bagajdır. Ancak bu süreç 2000’lerden itibaren sekteye uğradı; nedenine dair fikirlerim bir başka makalenin konusu olmakla birlikte, insanların -milliyetçiliğin ve millet konseptinin fiziki haklılığını ispatlar şekilde- milliyetçi olma arayışına kendi iradeleriyle ve insiyakla girdiklerini gördüm. Kendilerine “ait oldukları kimlikle birlikte” kıymetli ve muteber olduklarını hissettirecek bir kimliğe ihtiyaç duyuyorlardı; ait oldukları zihin dünyasının estetik kriterlerini karşılayan bir ”Türklük” ve “Türk milliyetçiliği” arıyorlardı.

İşte bu kitleler kendiliğinden milliyetçi reaksiyonlar göstermeye başlarken bir isim de aramaya başladılar, zira “ben onlar gibi değilim” deme ihtiyacı hissediyorlardı. Buna en güzel örnek, “Atatürk milliyetçiliği” ifadesidir ki, bu Atatürk Aleyhisselam gibi her Türk’ün minnet ve hürmetle anması gereken bir insan dahi olsa, milliyetçilik tanımının şahıs üzerinden yapılmasının yanlışlığı bir yana, arkasındaki mesaj ile hakikat arasındaki makas ilginçtir. Bu insanlar “ben kafatasçı değilim, medeniyet düşmanı barbar değilim, din saikiyle hayatımı şekillendirmiyorum” demek için Atatürk milliyetçisiyim ifadesini kullanıyorlardı ancak, diğer iki maddede haklı olsalar da unuttukları bir şey vardı; Atatürk dönemi Türk milliyetçiliğinin en kafatasçı dönemi olabilir. 

“Atatürk milliyetçiliği” aynı zamanda 80 darbesinin milliyetçiliği ezen, onun 44’le başlayan “devletten ayrı, müstakil ve muhalif” damarını büsbütün öldürerek basit bir devlet aygıtı haline getiren devlet milliyetçiliğinin de adıydı. Bu ifade aynı zamanda kullananlar tarafından çoğu zaman “Turancılık iddiası olmayan bir milliyetçilik/ulusçuluk” anlamında da kullanılıyordu. Bu ifade nedense tutmadı, tutmayışının arkasında büyük ideolojik sorgulamalar olduğunu zannetmiyorum, ancak tahminimce “Atatürk milliyetçiliği” ifadesini kullanan “diğerleri”nin “berikiler”le uyuşamayışı, bu ifadenin kullanım maksadının herkes için başka oluşu bunda rol oynamıştır. 

Bu kitle nihayet kendisini “farklılaştıran” en önemli hususun sekülarist tavrı olduğunu fark etti; belki en önemli kavgasının bu olduğunu da gördü. Bu görüş fiilinde şüphesiz İslamo-faşist AKP iktidarının da payı vardır. Sekülarist kaygı ve kavganın tetiklenmesinde, yeni bir milliyetçi kimlik arayışında olduğu gibi, Türkiye’nin değişen (ve şehirlileşen) sosyolojisinin payı neredeyse küllidir. İnsanlar kendilerine bu adı takmaya başladılar; benzer gerekçelerle aşağı yukarı benzer reaksiyon veren diğerleri de, bu adı gördüklerinde sevip benimsediler.  Şu halde bu “yeni milliyetçiler”in kendilerine “seküler milliyetçi” demesinde bir beis olmamasının yanında, bunu demeleri şart gibidir. Zira milliyetçiliğin tarihi ve işlevsel kurumlarını dolduranlar, temsilini üstlenenler hala mistik ve dini bir zeminde konuşuyorlar. Bu yüzden bilimsel temellere oturamadıkları gibi, tarihin bize ısrarla tekrar ettiği üzere, rejimde söz sahibi oldukça doğrudan millete zarar veriyorlar. Bunu engelleyecek ve hem milliyetçiliği, yegane çıkış yolunun milliyetçilikte olduğunu görmemiz sebebiyle (öyle ya, aksini düşünsek milliyetçi olmazdık) hem de toplumu kurtarabilecek bir hareketin farklılaşarak o bagajdan uzaklaşması ve yüksek nitelikli beşeri sermayeyi kendi saflarına katılmaya ikna etmesi lazımdır. Milliyetçilik “zaten seküler”se, bunu ispat etmek gerekir; ispat edecek kitle, aksini nicel kalabalığıyla ispat ettiğini iddia edip duran muzır hareketlere karşı, en önemli prensibini isminin başına ekleyerek mevzilenir ve bunu başarabilir. Aksi takdirde, halihazırda dahi “diğer milliyetçilikler”e duyulan önyargı nedeniyle sesi sürekli kakofoni içinde kaybolan bu kitlenin haiz olduğu değişim potansiyelini asla fiiliyata dökememesi ihtimal dahilindedir. 

Pekala bu insanlar “ulusalcılık” orada dururken neden kendilerine seküler milliyetçi dediler? Cevap yine ulusalcıların bagajında gizli: Kimse zırvalayan delilerin, komplo teorisyenlerinin, pusu erbabı ahlaksız cahillerin kanaat önderliği yaptığı tuhaf bir post-modern tarikatın mensubu olarak görülmek istemez. Benim indimde seküler milliyetçilik “Türk deyince Türk Dünyasının tamamını anlamakla” ulusalcılıktan en başta ayrılıyor, ancak seküler milliyetçi kitle için bu ideolojik kaygıdan çok, mezkur imaj ve kimliğin estetiği kaygısı daha önemlidir. Bu insanların da düşünce kusurları, hatta düşünce ahlakı eksikleri varsa da, en azından daha objektif düşünebilen, okumuş yazmışlıkları 90’larda ulusalcı delilerin hitap ettiği kitleye nazaran daha yüksek, dünyaya dair dağarcıkları daha hakiki bir kitle olmaları bunda pay sahibidir. 

Şu halde bir başka meselemiz daha var: Sekülarizm davası. Türklerin modernleşmesi hikayesi hala süregelen bir macera ve milliyetçilik tek başına bir ideoloji değildir. Milliyetçilik sözgelimi Marksizm gibi bir “dinimsi” değildir. Zamana, şartlara göre içeriği, öncelikleri, yöntemleri sürekli değişebilir ve değişmelidir de – İskender Öksüz’ün dediği gibi milliyetçiliğin “yöntemi”, bilimsel yöntemdir. Böyle ise, milliyetçiliğin mutlaka bir milletin doğru düşünmesini, gerçeği tespit edebilmesini sağlayan bir zemine kavuşması için mücadele etmesi gerekir – Atatürk’ün küçük cihadı Kurtuluş Savaşı ise, büyük cihadı da bunu sağlamak için attığı adımlardan ibaret devrimleridir. Bilimin, düşünce ahlakının, hatta toplumsal terbiyenin tesisi ancak sekülarist bir zeminde mümkün olduğunu biliyorsak, toplumumuzun kamusal alanının seküler olmasını sağlamalıyız ki, o toplumdan büyük düşünce adamları, siyasi önderler, büyük projeler vb. çıkabilsin. 

Şehriyar’ın “Vetenden qalan bir quru kövşendir” dediği manzara, Türk yurtlarının epey süredir hazin fotoğrafından ibaret. Türk Yurdu dergisinin 18 nisan 1912 tarihli sayısında, mesela, İzzet Ulvi Aykurt, Kayseri seyahatini anlatırken şöyle söylüyor: “…Mesela Bor’da çarşı içerisinden bol su akıyor. Suyun iki adım bu tarafı bataklık. Herkes kayıtsız nazarlarla bakıyor. Çamura, göle tesadüf ederse bükülüverip geçiyor. İhtiyaçlar, asırlardan beri tevali eden elemler zavallıların ruhlarında bedayie, mehasine meyil duygularını yok etmiş. İntizam, güzellik, zevk bunlara galiba birer yabancı... Eğer kasabalarının hali kendilerini muazzeb etse idi elbette bu hal değişirdi.” Evet, Türk milliyetçiliği “orada bir köy var uzakta” diyerek gidilmesi insana azap veren köylerin halinden romantik pastoral sahneler tespit ederek güzellemeler yapmakla iktifa edemez, o köylerdeki artık asırlara varan zihin sorunlarının çözülmesi en büyük meselemizdir. Zira yeniliklere ve güzelliklere kapalı zihin, asırlara varan fakirlikle edindiği tutum ve zihin kodlarının ötesinde bir ufka açılamaz; bu yüzden yine aynı yazıda tarif edildiği gibi, binasının döküntülerini çamurla sıvayıp geçiverir. Bataklık kurutmak, evvela bir rahatsız olma işidir; Türk insanı neden rahatsız olması gerektiğini dahi bilmiyor. Bu yüzden bizler, zaten, sırf Türk olduğumuz ve Türk olmak “üstün” bir mesele olduğu için milliyetçi değiliz, hayır; bizler Türk olduğumuz ve bilimin tespitlerinin gösterdiği üzere ancak milletimiz “iyi” olursa en sürdürülebilir şekilde “iyi” olmayı başarabileceğimiz hakikatine uyandığımız, milletimizi dönüştürmeyi arzuladığımız için milliyetçiyiz. Bu zihin restorasyonunun yolu, seküler milliyetçilikten geçiyor: Milliyetçilik, milleti teşkil eden etno-sembollerle konuştuğu için, toplumun “genetik mühendisi” gibidir, onu dönüştürmeye en muktedir araçtır. Bu aracı nasıl kullandığınız, milliyetçiliğinizin mahiyetini ve tutarlılığını belirler: Milletin hayrına olmayan işler yapanlar, kimlik övgülerini ne kadar ileri götürseler, milletlerini ne kadar putlaştırsalar da, milletlerine zarar verdiklerinden milliyetçi olamazlar. 

 

Hülasa, Türkiye'nin en büyük meselesi dinci-mistik-metafizik düşünce sistematiğinin yok edilmesi ve bunun inşa ettiği kurumların tasfiyesi iken, seküler milliyetçilik demek zorundayız. Ülkemizde hala kız çocuklarının okumasını engelleyen, evrim teorisinin müfredata girmesine karşı çıkan, Türk milletinin terakkisine mani olan epey güçlü bir yapı var ve mevzimizi doğru belirlemeliyiz. Hem esastan, hem usulden seküler milliyetçilik ifadesinde bir beis olmadığı gibi, ancak "böyle bir milliyetçilik"in faydalı olabileceğini, dolayısıyla "milliyetçi olabileceğini" iddia ediyoruz. Eğer rüştümüzü ispatlar da milliyetçi %60'ın en kalabalık, en "merkez" yapısı biz olursak, evet, o zaman yalnızca "Türk milliyetçiliği" demekle iktifa ederiz.

Bunun yanında bazı hususların farkına varmak gerekiyor: Seküler milliyetçilik, evet, kalabalıklarda kendiliğinden uyanan bir arayışın neticesidir; ancak kalabalıkların aklı yoktur. Kalabalıklar bir araya geldiklerinde fikir değil, önyargı paylaşırlar. Ancak doğru bir kurmay merkez bunun önüne geçer. Örneğin gözlemlediğim kadarıyla birçok genç Türk milliyetçisinde “Turancılık” fikrine karşı bir antipati var. Kayıtsızlık bile değil, antipati. Bunda elbette Turan fikrini gerçek manada saçma zaviyelerden ve saçma usullerde dile getirenlerin payı olduğu kadar, gençliği bu fikirden soğutan karşı-propagandanın da etkisi vardır. (TamgaTürk, mesela, Turancılığın faydasına odaklanarak bu rüzgara karşı durmaya çalışıyor.) Sonra, doğru bir kurmay merkezle buluşamayan yığınlar, önyargılarının esiri olup, eğitilmemiş, işlenmemiş arayışlarının yarattığı hayal kırıklığı tesiriyle marjinalleşebilirler. Bu yüzden seküler milliyetçiliğin en büyük boşluğu, en büyük tartışması budur: Kurmay merkez. Tanımlarını, hiç değilse esas pozisyonlarını belirlememiş, ortak bir havuzdan beslenmeyen bir yığın, cemiyete dönüşemez, kalabalık olarak kalır ve güdülür. Güdülmekle de, karşı çıktığı Türk-İslamcıların vaktiyle düştüğü tuzağa düşer ve onun başka bir rengi olmaktan öteye gidemez.

 

Bahadırhan Dinçaslan Dosyanın Birinci Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - I | İdeolojik Kıtlık — Yiğit Özalkuş Dosyanın İkinci Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - II | Türk Milliyetçiliği Üzerine — Halil Doğangüzel  Dosyanın Üçüncü Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - III | Milliyetçiliğin Rotası Nereye Gidiyor? — Emir Abbas Gürbüz Dosyanın Dördüncü Makalesi: Seküler Milliyetçilik Tartışmaları IV | Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - IV | Türkçülük, Laiklik, Sekülerlik — İskender Öksüz Seküler Milliyetçilik Tartışmaları V | Gidiyor Gibi Ama Gitmiyor: Bir Erkek Yahut Erkeklik Dâvâsı Olarak Türkçülük — Abdulkerim Şeker Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - VI | 'Yeni Dünya Düzeni'nde Kurtuluşun Altın Anahtarı: Seküler Milliyetçilik — Emrah Birgül Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - VII | Seküler Milliyetçilik Nereye Gitmelidir, Nasıl Gitmelidir, Özellikleri Ne Olmalıdır? — Hakkı Başar Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - VIII | Uzaktan ve Dışarıdan — Oğuz Gürler Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - IX | Mülteciler Irkçılık Getirir mi? — Şamil Özlü Seküler Milliyetçilik Tartışmaları - X | Seküler Milliyetçiliğin Anlatacak Hikayesi – Hudut Namustu! — Ömer Faruk Engin

seküler milliyetçilik tartışmaları 11 son sekülarizm Bahadırhan Dinçaslan iskender öksüz milli davamızdır mttb Nihal Atsız din muhafazakar mhp Milliyetçi Hareket Partisi atatürk milliyetçiliği