Avelina Lésper'le Modern Sanat Saçmalığı Üzerine Söyleşi

TAKİP ET

Çağdaş sanat furyasının arkasında yatan kandırmacayı ve piyasa ilişkisini ele aldığı bir söyleşisiyle sanatın gidişatına ilgi duyanların odağına giren Meksikalı sanat eleştirmeni Avelina Lésper'le TamgaTürk için bir söyleşi gerçekleştirdik.

Avelina Lésper, Meksikalı bir sanat eleştirmeni – son olarak bir galeride sergilenen rastgele objelerden oluşmuş bir sanat eserini “yanlışlıkla” parçalamasıyla gündeme gelmişti. Rastgele asılmış günlük objelerden ibaret esere 20.000 dolar değer biçiliyordu, Bayan Lésper eserin önüne boş bir gazoz kutusu bırakmak isterken eserin dağılmasına sebep oldu. Açıklamasıysa ilginçti; “Esere dokunmadım bile, ama sanki hakkındaki fikirlerimi hissetmiş gibiydi ve bir anda dağılıverdi”.

Çağdaş sanat furyasının arkasında yatan kandırmacayı ve piyasa ilişkisini ele aldığı bir söyleşisiyle sanatın gidişatına ilgi duyanların odağına giren Lésper’le, TamgaTürk için bir söyleşi gerçekleştirdik. Neyin sanat olduğuna, sanatın neye ihtiyaç duyduğu ve duymadığına dair konuştuk – “insanlığın en salak çağı”nı ele aldık.

***

BD: Madam Lésper, adet olduğu üzere kişisel bir soruyla başlayalım. Sizi Türkçeye çevrilen bir röportajınızla tanıdım. Hakkınızda bütün bildiğimiz bir sanat eleştirmeni olduğunuz, “modern sanat” diye adlandırılan sahtekarlıktan hazzetmediğiniz ve üslubunuzu yumuşatma ihtiyacı duymadan buna dair konuşacak kadar cesur olduğunuz. Fakat şüphesiz Avelina Lésper bundan fazlasıdır; peki kimdir?

AL: Ben güzelliğe müptela olmuş bir insan evladıyım; sanata şahitlik edişimizin şimdimizi sarsmasına, zihnimize kazınmasına. Bu yüzden kendime düşündüklerimi söyleme ve açıkça iddia etme yetkisi verdim, ideolojilerden ya da baskıdan çekinmeden “bu sanat değildir” deme yetkisi. Ayrıca hayvan hakları ve sanat etiği savunucusuyum.

BD: Bazı modern ressamlara “palyaço” diyorsunuz. Eğitimsiz bir göz dahi, Goya’nın bir tablosuyla bir modern ressamın tablosunu karşılaştırınca “bunlardan biri sanatsa, diğeri değildir” fikrine varacaktır. Yine de bu çılgınlık entelektüel çevreleri avucuna almış durumda – yalnızca görsel sanatlarda da değil. Şiir gizemli bir şeye dönüştü, nesir diye bugünlerde muğlaklığa deniyor ve tam olarak bu muğlaklık eleştirmenlerin çoğu tarafından övülüyor. Bunun arkasındaki temel neden sizce nedir? Entelektüel çevreler biz sıradan insanların bilmediği bir şeyi mi biliyorlar – yoksa entelektüel çevreler artık entelektüel değiller mi?

AL: Yeteneksizliklerini yargıladığım modern sanatçılar yerleştirme, video ve performans sanatı yapanlar; bunlara Video, Installation ve Performance sözcüklerinin baş harflerinden mülhem, VIP sanatçıları diyorum – fakat “palyaço” sıfatını hiç kullanmadım. Şu an yaşanmakta olan “ilerleme” fikrinin istismarı ve bozulması, artık “şeylerin” emek harcamadan mümkün olması gerektiğine inanıyoruz; yemeklerden fikirlere her şey anlık ve tek kullanımlık. Çağdaş sanat ve entelektüeller Duchamp’ın “hazır yapılmış her şey sanattır” icadıyla zehirlenmiş durumdalar. Artık müzelere gittiğimizde sanat eserleri yerine çöp yığınları, kirli elbiseler, parçalanmış kitaplar, müze dışında sanat olamayacak sayısız obje görüyoruz. Ben de, bir obje müzenin ve küratörün himayesinin dışına çıkınca sanat olma özelliğini yitiriyorsa, sanat eseri değildir diyorum.

Performanslar ustalığın asgari gerekliliklerini bile karşılamayan pespaye temsillerden ibaret; mazoşist teşhirciliği sanat olarak kabul etmemizi bekliyorlar. Teknolojik bir araç olan video, bu “sanatçılar” elinde sinemanın hatta reklamların kalitesine ulaşamayan sekanslardan ibaret ve bize bunun sanat olduğunu söylüyorlar. Bu sanat değildir, sanat yetenek gerektirir, malzeme ve araçlarda ustalık gerektirir, incelikli bir dil ve gerçekliğe dair vizyonumuza katkı yapan bir tema ister; bütün bunlar modern sanat tarafından sürgüne gönderilmiş halde.

BD: Harold Bloom estetiğin sanattan dışlandığını ve postmodern bir ideoloji ve ajanda tarafından ikame edildiğini iddia ediyor. Sanat eserinde estetik artık önemli değildir – önemli olan sanatçının cinsiyeti, etnisitesi ya da cinsel yönelimidir. Bugünlerde akademi ve medyada yaygın olan pozitif ayrımcılığın sanatı pozitif etkilediğini düşünüyor musunuz? Özellikle siz bir kadın olarak, bir kadın sanatçıyı eserinin özgünlüğünden önce “patriarkaya karşı çıktığı” için övmemize dair ne düşünüyorsunuz – yeni Kahlolar, Sappholar yaratmanın yolu bu mudur?

AL: Bloom çağdaş VIP sanatının en büyük problemine parmak basmış. Bütün eserler, ne kadar kaba ya da aptalca olurlarsa olsunlar, eğer sahip olduğu “iyi niyetli” bir sosyal diskur onu meşrulaştırıyorsa, sanattır. Irkçı bir enstalasyon çalışması yapabilirsin, ya da hayvanları öldürebilirsin, müstehcen bir performans sergileyebilirsin ama moda olan meselelerden, mesela hava kirliliği, cinsiyet, göçmenlik gibi mevzulardan bahseden bir mesajın varsa, yaptığın iş sanat kabul ediliyor. Sanat bayağılığı yüceltip onu sloganlar ve ideolojilerle kisveleyen bir sivil toplum kuruluşuna dönüşmüş durumda.

Sözde “feminist sanat” da benzer bir demagogluğa dönüştü. Çok aşikar, ilkel ve vasıtasız bir dile başvuruyorlar – temizlik malzemeleri, kadın eşyaları, iç çamaşırları ve bez bebeklerle enstalasyon yapıyorlar ve “kadına karşı şiddeti teşhir ediyoruz” dediklerinde, ya da feminist hareketin diğer sloganlarını attıklarında, yaptıkları işin sanat kabul edilmesini sağlıyorlar. Hakiki feminizm beceri göstermektir, kadınların bu denli inceliksiz veya slogancı olmadan sanat yapabildiklerini kanıtlamaktır. Aşikar olanı değil, karmaşık eserleri ustaca yaratabilecek yetenekte olduğumuzu gösterin. Her performansa ya da enstalasyona sanat demek kadın sanatçı sayısını arttırmaz – bayağılığı arttırır.

Eşitlikçi eğitim, müzelere ve sergilere yatırımlar, kitapların bedava yayımlanabilmesi için teşvikler, sanat ve kültür alanında incelikli devlet politikaları – ihtiyacımız olan bunlar. Tabii, fikir özgürlüğü ve din özgürlüğü de. İki yüzlü hükumetler bu “feminist” eserleri destekliyorlar, sokaklara bir iki graffiti çizdiriyorlar ve kültür adına bir şey yaptıklarını iddia edip işin içinden sıyrılıyorlar – maalesef asıl tehlike de, bu “feminist”lerin de çıkarları adına kendilerini bu saçmalıklara satmaları ve eğitime, kültüre dair asıl yapılması gerekenleri dile getirmemeleri.

BD: Daha teorik bir soru – sanat hangi şartlar altında gelişir? Bütün maddi zenginliklerine rağmen, mesela Körfez ülkeleri şimdiye dek büyük bir şair, büyük bir ressam ya da düşünür yetiştiremediler. Zenginlik sanat meylini öldürüyor desek, mesela, Tolstoy zengin ve soylu bir aileden geliyordu. Siyasi baskı sanatı öldürüyor desek, beyaz bir gül yetiştiren Marti ya da imkansız eli arayan Lorca, şiirlerini büyük bir siyasi baskı ortamında yazdılar. Başka bir şey olmalı, başka bir şey ya da şeyler, ortamı sanatın gelişmesi için uygun hale getiriyor olmalı. Bu konudaki fikriniz nedir?

AL: Körfez ülkelerinde sorun “baskı”nın çok ötesinde; halk tam anlamıyla ideolojik bir kölelik altında yaşıyor, en basit insan hakları bile yok, en başta kadınlar ve farklı cinsel tercihler. Bu da genellikle Avrupa ve Amerika’nın petrol alıp silah satabildikleri sürece aldırış etmeme politikasıyla mümkün oluyor.

Sanat devrimcidir, özgürlüğü elde etmek için bir vasıtadır – sanat ideal ortam aramaz, onu yaratır. Sanat savaş zamanlarında var olabildi, salgın zamanlarında, toplama kamplarında; insanın içinde bulunduğu her şartta başlıca ümidimiz oldu. Körfez ülkelerinde sanat bu yüzden ölü tutuluyor – sanat varsa, halkın isyan etme ihtimali de vardır. Fakat bugünlerde de Batı’da, aşırı düzenleyici ve aşırı korumacı toplumumuzda, sahte bir özgürlük kisvesini korumak için en aptal ya da bayağı dışavurumların bile, her şeyin sanat olduğunu iddia etmeye başladılar.

BD: Kişisel olarak Latin Amerika’nın hikayesine ilgim var – İspanyolca (ve tabii Portekizce) Kıta Avrupa’sından geldi, ama çok geçmeden buralarda yeni kültürel ve etnik kimlikler doğdu. Fakat hala İber Yarımadası’nda doğan dilleri konuşuyorsunuz. Latin Amerikalı şairlerin, yazarların, sanatçıların kök dillerini ve kültürlerini etkiledikleri örnekler verebilir misiniz? Etkilenmenin yönünü değiştiren isimler…

AL: Bir şeyi açıklığa kavuşturmam lazım – Latin Amerika’da konuşulan İspanyolca İspanya’da konuşulandan farklıdır. Öz hala aynı tabii, ama her ülkede yalnızca o yöreye özgü binlerce kelime var – ABD’de yaşayan Latinoların dahi kendi dilleri var.

Kendi ülkem, Meksika, etkilenmenin yönünü tersine çevirenlerden oldu mesela, Sor Juan Inés de la Cruz’un şiirleri, Barok Novohispano döneminde güzel bir örnek. Diego Rivera, Alfaro Siqueiros, José Clemente Orozco’nun başını çektikleri Modern Muralist Akım, bütün dünyaya yaıldı ve “şehir sanatı”, “sokak sanatı” olarak kabul edilen fenomenin dilini şekillendirdi – bu etki bugün dahi devam ediyor. 70’lerde Latin Amerika edebiyatının patlama dönemini yaşadık, Meksika’dan Rulfo, Kolombiya’dan Garcia Marquez, Küba’dan Alejo Carpentier, Peru’dan Vargas Llosa çıktılar, hem dünya edebiyatını, hem İspanyol dilini etkilediler. Octavio Paz Nobel Ödülü aldı, üç büyük ressam Frida Kahlo, Remedios Varo ve Maria Izquierdo’yu da anmadan olmaz tabii.

BD: Son soru – benim sormadığım, unuttuğum ama sizin önemli gördüğünüz, eklemek istediğiniz bir şey var mı?

AL: Sanatı sanatçılar yapar; “sanatı sanat yapan eserin özellikleri değil arkasındaki fikirdir” diyerek boş bir kutuyu dahi sanat olarak gösterebilen akademisyenler ya da yazarlar değil. Gençler yeteneklerine inanmalı, onu çalışmayla geliştirmeli, çizimde ustalaşmalı ve galerideki birinin kusmuğunu ya da ölü bir köpeği sanat saymamalılar. Sanat piyasanın malı değildir, duvara yapıştırılmış bir muz yüz yirmi bin dolara satılabilir, ama sanat değildir: para bu şeyleri sanata dönüştüremez. Bu “şeyler”, cemiyetin çöküşünün neticeleridir ve bu dönem tarihe insanlığın en salak çağı olarak geçecek.

Söyleşi: Bahadırhan Dinçaslan

Okumalar:

Harold Bloom – Onlar Kalabalık, Biz Yükseğiz

Batı’ya Ağıt

İyi Şiir Üzerine

Alt-İnsanın Müziği: Rap

Avelina Lésper sanat eleştirmeni söyleşi modern sanat sahtekarlık aldatması çağdaş sanat furyası piyasa ilişkileri madam lesper harold bloom hayvan hakları sanat etiği savunucusu video installation performance