Kiracılar Çağı: Mülksüz Neslin Yeni Ekonomisi

TAKİP ET

Mülksüz neslin yeni ekonomisi; şirketler, hayır kurumları ve toplu konut projelerinin bütün dünyadaki başat finansörü devletler tarafından mülkiyeti üstlenilen evlerde yaşayan, kazandığı parayla ancak gününü geçirebilen, aile kurma yeteneği baltalanmış, dolayısıyla gerektiğinde kalabalığa ve hatta devlete karşı hem muhkem mevzi hem moral kaynağı işlevi görebilecek aidiyetleri olmayan yığınların ekonomisi olacak.

Bütün dünyada yüksek enflasyon yaşanır ve bunun yarattığı toplumsal infial siyasetin en önemli belirleyicilerinden biri olurken, alım gücünün düşmesi ve artan nüfus, mülksüzleşme problemini de beraberinde getirdi. Bütün dünyada borçluluk çok yaygın (TÜİK’e göre Türkiye’nin %70’inin borcu yahut taksit ödemesi var) ve tasarruf imkansızlaşıyor. Azalan tasarruf, yüksek enflasyonla birleşince,günlük giderler haricinde birikim gerektiren harcamaların yapılması git gide daha zor hale geliyor. Bu durum, özellikle 2000’den sonra doğanların tarihe mülksüz nesil olarak geçmesi demek

Bunlar yaşanırken Alman propaganda kanalı DW, artan kira fiyatlarına karşı “paylaşımlı ev” modelinin çözüm olabileceğini iddia eden bir içerik yayımladı. Paylaşımlı evlerin oranının en çok arttığı dönem, endüstri devrimi sonrası İngiltere’ydi. Köyden kente iş aramak için göçen yığınlar paylaşılan evlerde kalıyorlar; bu evlerin sağladığı konforlar ödenen paraya göre değişiyordu. Kimileri ancak bir insanın sığabileceği tabut ölçüsünde yatacak yer sağlar ve başka hiçbir hizmet vermezken, bazıları günde bir öğün yemek de veriyordu. Bu evler devlet ve kilise tarafından sürekli denetime tabi tutuluyorlardı.


 
Bu evlerdeki yaşam, aynı zamanda oy kullanma hakkından ve siyasi temsilden mahrum olmak anlamına da geliyordu: İngiltere’de oy kullanma hakkı mülk sahibi olmak, dolayısıyla vergi mükellefi olmak şartına bağlıydı. (Gelir üzerinden vergi 1842’de yasalaşsa da, 1860’larda bile işçilerin yıllık geliri 150 pound tutarındaki eşiğin çok altındaydı.) İngiliz orta sınıfı bu dönemde küçük mülk sahibi olup vergi veren ve bu yüzden temsil isteyen kitlelerden doğdu. İşçilerse oy haklarına ancak 1918’de, kanlarını ve canlarını ülkeleri için “harcadıktan” sonra ulaşacaklardı. 

Modern insanın icat, keşif yahut inşa ettiği hemen bütün güzellikler, bireyin müstakil bir aktör olması hikayesine sıkı sıkıya bağlıdır. Mülkiyet, özellikle toprak mülkiyeti bunun için gerek-şartlardan biridir. Bütün dünyada pandemi bahanesiyle dayatmacı devlet anlayışı normalleşme yoluna girerken, geniş yığınların oturduğu evin bile sahibi olamadığı bir ortamda kazananın birey olmayacağı; kolektif yaşam pratiklerinin ancak devletin, dinin, mahalle baskısının ve kolektif kimliklerin birey üzerindeki baskı ve tasarrufunu artıracağı aşikar. 

 

Ev Sahibi Olma Oranı Düşüyor

Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de ev sahibi olmak zorlaşıyor. TÜİK verilerine göre “oturduğu evin sahibi” olma oranında düzenli bir düşüş var. 2018’de %59 olan bu oran, 2021’de %57,5 oldu. Türkiye’nin 90’lar sonu - 2000’lerin başında yaklaşık binde 14 olan yıllık nüfus artış oranı bir referans olarak göz önüne alındığında, 2022 yılında “hayata atılan” insan sayısının yarım milyon olduğu düşünülebilir. Konut sahipliği oranındaki düşüş, bu insanların hayata evsiz başlamalarının yanı sıra, halihazırda ev sahibi olan insanların da evlerini yitirdiklerini ortaya koyuyor. 

Bu bağlamda Türkiye’nin kronik problemlerinden birisi “gelir problemi.” TÜİK’e göre en yüksek %20’lik gelir grubu, toplam gelirden %46,7 pay alıyor.  En düşük %20 ise yalnızca %6,1’lik bir paya sahip. Maaşlı ve yevmiyeli çalışan kesim toplumun kahir ekseriyetini oluşturuyor. TÜİK rakamlarını baz alarak maaşlı kesimin aylık iş gelirini asgari ücretle kıyasladığımızda, aşağıdaki tablo ortaya çıkıyor. 


 
Asgari ücrete yıl ortası zammı yapılan 2022 yılında, maaşlı çalışanın aylık ortalama iş gelirinin asgari ücrete daha fazla yakınsayacağını tahmin etmek mümkün. Asgari ücretliler sürekli resmi enflasyonun üzerinde zam alırken, daha üst seviyelerdeki maaşlı çalışanlar için aynısı mümkün olmuyor. Bu, orta sınıfın erimesi anlamına geliyor. Hane gelirlerinin dağılımına baktığımızda durum daha vahim: TÜİK verileri, hanelerin toplam gelirinde sosyal transferlerin; yani yardım ve benzeri gelirlerin %23,9 oranına ulaştığını gösteriyor. Her yıl azalan müteşebbis geliri ise %17,5 oranında. Yani Türk halkı temel barınma ihtiyacını bile karşılamaktan mahrum bırakılmış, yardıma muhtaç bir yığına dönüşüyor. Üstelik bu tablo, sınıf atlamayı imkansızlaştırıyor – yardımlar ve “ancak yetecek kadar” bir ücret, insanların günübirlik yaşamasına, ticaretten, atılımdan, inovasyondan ve dolasıyla sermaye gerektiren/sermaye artıran teşebbüslerden uzak kalmasına neden oluyor.

Asgari ücret nominal olarak artsa da, her yıl açıklanan konut birim fiyatı ortalamasını baz alarak yıllara göre 100 metrekarelik bir konutun ortalama fiyatı çıkardığımızda, tasarruf yapması mümkün olmayan asgari ücretlinin donmuş bir sınıf teşkil edeceği daha açık şekilde ortaya çıkıyor.



 

2022 yılında bir asgari ücretli, 100 metrekarelik bir evi 192 maaşıyla, yani 16 yıllık emeğiyle alabiliyor. Ortalama maaşlı çalışan geliri asgari ücretin yaklaşık %30 üzerinde seyrettiğinden, maaşlı çalışan sınıfının tamamı için tasarrufla ya da borçlanarak ev almak, tasarruf etme ve borçlanma kapasitesinin çok üzerine çıkan bir işe dönüştü demek gayet makul. 

Dünyadaki Manzara Türkiye'den Farklı Değil

Dünyadaki manzara da Türkiye’den farklı değil. Amerikan orta sınıfı için ev almak benzer bir hayale dönüştü. Üstelik yurt dışında ilginç bir manzara da ortaya çıkıyor: Evler artık şahıslara değil, şirketlere satılıyor. Bu durumda vergiden kaçınma gibi kaygılar rol oynasa da, asıl sorun dev bir eşitsizlik problemi: Artık ortalama vatandaş ev alabilecek sermayeye sahip değil. Borçlanma kapasitesi de ancak günlük ihtiyaçlarını karşılayan kredi kartları ve ihtiyaç kredilerine yetiyor. Ancak şirketler ev alabilecek sermayeye sahip; üstelik ucuza borçlanarak ev alabiliyor, bu sayede fiyatları artırabiliyor, hem portföylerinin değerini artırıp hem kira geliri elde edebiliyorlar. 

Eşitsizlik: İşçi Arıların Dünyasına Doğru


Pandemi döneminde birçok finans devinin gayrımenkul sektörüne girmesi tesadüf değil. Bu dönem tarihin en büyük mülksüzleştirme operasyonlarından birine şahit oldu. Ortaçağ’daki veba salgını işçi ücretlerinin artmasına (ve bu yüzden paranın tekrar yaygın kullanılan bir değişim aracı olmasına), ortalama bireyin sosyal ve ekonomik pozisyonunun güçlenmesine neden olmuştu. Modern çağın salgını ise tersini tetikledi: Artık Malthus döngüsü yok, “gereğinden fazla” bir nüfus var ve tüketici olarak kıymetleri varsa da, üretimde insanın değeri, özgül ağırlığı eskisinden çok daha az. In Time filminin işlediği bir tür distopyayla karşı karşıyayız. 

Türkiye’de borsada işlem gören 38 gayrımenkul yatırım ortaklığı var. Erdoğan’ın “ilk evini alacaklara düşük faiz müjdesi”nden sonra bu müjdenin yegane adresi bu şirketler oldu. Şirketlerin hisseleri bir gecede %20 değerlendi. Ev fiyatları halihazırdaki yükselişini iyice artırarak fırladı. Mevcut durumda, Türkiye’deki şirketler mesken maksatlı kullanılan gayrımenkullerden çok, ofis olarak kullanılan gayrımenkullerden kira geliri elde ediyorlar. Kira gelirleri, bu şirketlerin geneli için toplam gelirin %30’unu oluşturuyor. Fakat dünyadaki trend Türkiye’den çok uzak değil: Yakın bir gelecekte, bu şirketler inşa ettikleri konutların sahibi kalmayı ve kiralamayı tercih edecek, mevcut gayrımenkullerin çoğunu da satın alarak ABD’de olduğu gibi kiralama yoluna gidecekler. Türkiye'den bunalarak kaçan gençlik, sosyal ve siyasi olarak diktatörlükten bir nebze olsun kurtulsa da, kendisini yine ait olduğu sınıfta kalmaya mahkum edilmiş bulacak.

Vatan Gurbetlenince: Yeni Türk Kolonisini Anlamak

Mülksüz Neslin Yeni Ekonomisi

Mülksüz neslin yeni ekonomisi; şirketler, hayır kurumları ve toplu konut projelerinin bütün dünyadaki başat finansörü devletler tarafından mülkiyeti üstlenilen evlerde yaşayan, kazandığı parayla ancak gününü geçirebilen, aile kurma yeteneği baltalanmış, dolayısıyla gerektiğinde kalabalığa ve hatta devlete karşı hem muhkem mevzi hem moral kaynağı işlevi görebilecek aidiyetleri olmayan yığınların ekonomisi olacak. Kirada yaşayacaklar, rap müzik dinleyecekler, anlık sosyal medya paylaşımlarına gülecekler, çaresizce debelenen yığınların çaresizliğinden beslenen sosyal medya fenomeni olma hayaliyle yanıp tutuşacaklar – çaresiz kitlelere anlık hazlar sağlayan “fenomenlik” mesleğinin tanımı gereği az kişiyi kapsayabileceğini, yığınların takipçi olması gerektiğini unutacaklar. Evleri olmayacak, aileleri, uğruna “meydan okuyabilecekleri” bir adresleri de. Dayanışma ortadan kalkacak – kalabalıklar içinde yalnızlık yalnız edebi bir klişe değil, milyarların hayatının gerçeği olacak. TÜİK verilerinde yalnız başına yaşayan fertlerin en fazla kullanılabilir gelire sahip olduğunu görüyoruz – tam olarak bu yüzden eşcinsellik bir “özellik”ten sıyrılıp kimlik ve hatta ideoloji haline dönüştürülüyor da insanlara dayatılıyordur belki, kim bilir? Zira yeni cinsiyet teorilerinin ve woke türü furyaların hedefinde en başta aile var; DINK (Dual Income No Kids) denen, pazarlamacıların çok sevdiği, iki geliri olup çocuğu olmayan, tasarruf meyli olmayan, kiracı olmayı tercih eden, tasarrufa ayırabileceği parayı “gereksiz” eşyaya harcamaya meyyal insan tipi, ancak böyle yaratılabilir.

Herodotus Tarihler eserinde göçebe kralından şöyle alıntılıyordu:

Ey Pers, ben hiçbir zaman bir adamdan korktuğum için kaçmadım ve şimdi de bu yüzden kaçmıyorum. Yaptığım şeyde benim için sıra dışı hiçbir şey yok: Her zaman sürdüğüm hayat budur, barış zamanı bile. Eğer neden savaşmayacağımı öğrenmek istiyorsan söyleyeyim. Bizim ülkemizde şehirler yoktur, ya da ekili topraklar; bu yüzden bunların mahvolduğunu görerek ya da bunları kaybedeceğimiz korkusuyla aceleyle savaşma meyli de yoktur. Fakat, eğer kandökmeye kararlıysan, uğruna savaşacağımız bir şey var – atalarımızın mezarları. Bu mezarları bul ve bunları yıkmaya kalk, o zaman seninle savaşmaya niyetli olup olmadığımızı hemen öğrenirsin.

Göçebeler dahi hayata bir sabit üzerinden bakıyorlardı: Atalarının mezarları. Mülksüzlük, yeni insanı aynı zamanda köksüz bir hale getirecek.  M. Bahadırhan Dinçaslan

kiracılar çağı kira mülk mülksüz neslin yeni ekonomisi bahadırhan dinçaslan malthus herodotus ey pers ben hiçbir zaman bir adamdan korktuğum için kaçmadım Tarihler eşitsizlik borçlanma şirketler Gayrimenkul yatırım ortaklığı asgari ücret zam temmuz zammı