Hepimiz bu ay yapılacak yerel seçimlerin heyecanı içerisindeyken aklıma iki tablo geliyor.
Bir önceki yerel seçim ile bu yerel seçim arasındaki atmosferi mukayese ediyorum istemsizce. Eğer Hatay'dan bir önceki yerel seçim heyecanından bir görüntü görecek olsaydık buranın Türkiye'nin bir ili olduğunu tahmin etmek hiç de zor olmazdı. Ancak şu an Hatay'dan bir görüntü görecek olsak, sığınmacılar ve elbette depremin etkisi ile evvela buranın bir Suriye veya bir Irak kenti olduğunu düşünürüz, sonra yer yer yollarda 20-30 santimetreyi bulan çukurları ve suratımıza doğru esen enkaz tozlarını gördüğümüzde kanaatimizi değiştirip buranın olsa olsa bir sahra şehri, bir Kuzey Afrika şehri veya varoşu olduğunu zannederiz.
Bu intibada depremin etkisi elbette önemli ancak daha mühim olanı demografik değişim. Geçtiğimiz günlerde yolda yürürken bir araba yavaşladı ve bana doğru yanaştı "Türkçe biliyormusunuz?" diye sordu -bıkkın bir ifadeyle- "Evet" dediğimde suratındaki bıkkın ifade mutluluğa dönerek "Özür dileyip" başka bir şehirden geldiğini ve benden önce birçok kişiye yol sorduğunu ancak sorduğu kişilerin Türkçe bilmediklerini söyledi. Aslında bu; içinde bulunduğumuz durumu hülasa eder nitelikte (Türkiye'nin bir kentinde yol tarifi isteyip karşılık bulamıyorsunuz).
Hatay'da okullarda yer yer yarı yarıya veya Türk öğrencilerden çok daha çok Suriyeli öğrencilerin olduğunu olduğunu duymuş olmalısınız. Öyle ki özellikle son zamanlarda tekrardan gündem olan "Hatay'da Türkiye ile Suriye arasında plebisit olabilir mi?" sorusunun cevaplarından biri evini yıllık kiraya verip başka şehire taşınmış hemşerim için "Bunlar alacağın son birkaç kira olabilir" şeklinde de olabilir. Suriyeli sığınmacıların Türkiyeye çok kalabalık kitleler halinde geldiği bir dönemde en önemli yetkililerden birinin gelen eleştiriler üzerine "ne güzel bir işgal" dediği bir ülkede asla gözardı edilmemesi gerekilen bir senaryo.
Peki eğitim ne durumda? Asrın meşum felaketi, Hatay'dan söküp aldığı birçok müthiş şey gibi, Hatay'da eğitim denince akla gelen en önemli kurum olan Antakya Anadolu Lisesi'ni de yıkmıştı. Bir zamanlar Türkiye'nin en iyi liselerinden biri olan Antakya Lisesi; AKP hükümetinin eğitim politikasından payına düşeni zaten almış, gittikçe alelade bir kurum olmaya başlamıştı. Bina yıkılmış olmasına rağmen bu okulun mirasına Antakya Lisesinin idealist öğretmenleri sahip çıkıyorlar. Şu an çadırokul olarak eğitim hayatına devam eden bu okul artık sadece bir gelenegi değil bir fedakarlığı ve azmi temsil ediyor. Bir gün fedakarlık nedir? Sorusunu somut bir örnekle cevaplandırmak isterseniz bu çadırokulu ziyaret etmenizi tavsiye ederim.
Tabii şehirdeki diğer öğretmenlerin de fedakarlık anlamında Antakya Lisesindeki ögretmenlerden eksik kalır yanları yok. Kentteki öğretmenlerin büyük çoğunluğu konteynerlerde yaşıyorlar ve hatta kısa bir süre önce görev yaptığı okul binasında ikamet etmek durumunda kalan öğretmenler görmüştüm. Bu öğretmenlerin bazılarının ilk görev yeri Antakya. Bizler gibi taşra çocuklarının "Vatana hizmet" denince aklına hep askerlik gelir. Elimize silahımızı alıp, canımız pahasına vatanı koruyup kelleyi koltuğa almak... Halbuki bu öğretmenlerin de dağın bilmem kaç rakımındaki kahraman bir askerden pek bir farkı yok. Belki çok zor şartlar altından gelip o ana kadar hazlarını ertelemiş (Bahadırhan Dinçaslan'ın Temiz Türkler yazısından alıntı) belkide ilk maaşını alınca ne yapacağını hayal etmiş yıllarca ama atandığı kentte hayalini gerçekleştirecek bir imkanı olmadığı gibi çoğunlukla elektirik, su ve konfordan mahrum olmasının yanında piskolojisini düzeltmeye söz verdiği öğrencilerinin önünde kendi kendinin psikolojik savaşını veriyor. Artık Antakya'da eğitimin içinde olmak ve bu bayık şartlarda aklıselim bir şekilde yaşamak bile hiç olmadığı kadar zor.
İrticanın hücre çeperlerinden içeriye giremediği Antakya'nın; Atatürk'ün emaneti ve gözbebeği olduğunu, Cumhuriyet'in meziyetlerini temsil ettiğini ve güzelliğe dair ne varsa ihtiva eden bu şehri bir an bile olsun unutmamak ve bu şehirde tekrardan güzel günler görmek umuduyla...
Esen kalın!