Kilit; rahmetli Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun severek okuduğumuz eserlerinden birisi, sanırım içimizde okumayan yoktur. Şöyle bir hatırlayacak olursak, eserde Sultan Alparslan’ın hocası Sarı Hoca, Alparslan’a Bizans’ın köhnemiş, yıllanmışlığını anlatmak için paslı bir kilit kullanıyor. Alparslan daha çocuk yaşlarda iken onun kulağına fısıldanan Türk’e yurt tutma ülküsü ile büyüyor ve bunun karşısındaki en büyük engelin Bizans olduğunu görüyor. Sarı Hoca bu engeli aşmanın kolay olmadığını, Bizans’ın tıpkı bu pas tutmuş kilit gibi kolay kolay açılmayacağını, onu açmanın bildiğimiz yöntemle sadece anahtarını deliğine sokarak çevirmek olmadığını; farklı stratejiler geliştirmesi gerektiğini Alparslan’ın eline verdiği paslı kilidi açmasını isteyerek anlatıyor. Alparslan bir müddet kilitle ve anahtarla uğraşıyor fakat sonuç elde edemiyor, kilit o kadar pas tutmuş, paslar o kadar yıllanmış ki Alparslan’ın gücü yetmiyor kilidi açmaya.
Peki hatırladınız mı? Kilit nasıl açılmıştı? Sarı Hoca kilidi Alparslan’ın elinden alıyor, önce kilidin anahtar deliğine ve sağına soluna yağ damlatıyor, kilidi hafif sallıyor, yağın her tarafa ulaşmasını, sonra da kilidin sağını solunu yakınındaki bir taşa hafifçe vurarak pasın yumuşamasını sağlıyor. Sonra anahtarı yerine yerleştiriyor ve kilit kolayca açılıveriyor; tabii buraya kadarki uğraşlarını saymazsak kolayca.
Bu hikayeyi niye anlattığımı merak ettiniz değil mi? Ben bu hikayeyle şimdi yaşadığımız bazı şeyleri örtüştürüyorum da ondan. Tabii biz kimseyle savaşmadık, savaşmıyoruz, savaşmayacağız da. Fakat galip gelinen bir seçimin ardından kendi yönetim anlayışımızı, inandığımız değerleri tatbik etmek istiyoruz. 25 yıllık bir iktidarın ardından alınan bir büyükşehir belediyesi tıpkı bu kilit gibi pas tutmuş köhnemiş bir yapı, kuralsızlığın kurallaştığı bir yönetim anlayışının üzerine yeni bir yönetim geldi ve bazı şeyleri değiştirmek taşları yerinden oynatmak istiyor. Eski alışkanlıklarını kolay bırakmak istemeyenler direniyor, bizim arkadaşlarımız sabırsızlanıyor.
Hikâyeye devam edecek olursak, Alparslan Bizans’ı savaş meydanında yenmenin hiç de kolay olmadığını, Bizans’ı strateji geliştirerek içerden ve dışardan yıpratarak ordusunun düzenini bozacak planlarla yenebileceğini kavrıyor. Aslında Malazgirt Meydan Muharebesi'nden çok önce bir savaşı başlatıyor ve Horasan erenlerini Anadolu topraklarını fethetmeye yolluyor. Burada Bizans’ın ağır vergilerinden ve despot yönetiminden bunalmış Anadolu halkına Türk’ün adaleti ve yönetim anlayışı anlatılarak kale içten fethedilmeye çalışılıyor. Uzlar ve Peçenekleri, yani Bizans ordusunun en önemli unsurlarını oluşturan bu kuvvetlerin Türk olduklarını biliyor ve onları yanına çekebilmek için çocukluk arkadaşı, en güvendiği komutanı olan Ersagun Bey’i Rumeli’ne gönderiyor. Yani tarih kitaplarında bize anlatıldığı gibi İki ordu Malazgirt ovasında karşılaştı, Türk ordusu kendinden sayıca kat ve kat daha üstün olan Bizans ordusunu yendi değil; bu zafer anlatıldığı kadar kolay olmamış müthiş bir stratejinin sonucunda gelişmiştir.
Biz de yolun başındaki Alparslan gibiyiz. Önümüzde paslı bir kilit var. Anahtarımız da Mansur Başkan’ın mazbatasıdır. Ancak o anahtar tek başına işe yaramayacak. Pası sökmek gerek, anahtar yerine otursun, kilidi çevirsin diye uğraşmak gerek. Strateji gerek, akıl gerek; en önemlisi uzun vadeli düşünmek gerek.
Öyleyse biz de öncelikle farklılığımızı ortaya koymalıyız, yönetim anlayışımızın birilerinin değil, Ankara halkının çıkarlarına göre belirlendiğini hissettirmeliyiz. Bizim için devlet malının ne anlama geldiğini yaşam tarzımızla göstermeliyiz, alışılmış sıradan işler yapan değil sürekli üreten, araştıran olmalıyız. Kimseyi ayırmadan, ötelemeden, insanların fikirlerini önemsemeliyiz.
Şunu gördük ki, inandığımız zaman başarı o kadar da zor değil; yenilmez denilenler yeniliyor. Yıkılmaz denilenler yıkılıyor. Biz önce gücümüzün farkında olmalıyız. Kişi kendini başaracağına ikna edince yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Sadece kararlılığımızı ortaya koymalıyız, kimseyi yanlışlarından dolayı sorgulamayıp, yanlışlardan ders çıkartıp önümüze bakmamız gerektiğini, asıl önemli olanın yanlışı tekrarlamayıp yanlışlarımızdan öğrendiklerimiz olduğunu unutmamalıyız…
Lütfen hayat felsefemizi geçmişte yaşamak değil, geleceğe hazırlanıp başarılı olmak üzerine kuralım, başarmak makamdan ve paradan daha değerlidir. Çünkü çocuklarımıza bırakacağımız en önemli servet dürüstlüğümüz, onurumuz ve başarı hikâyelerimiz olacaktır…
Alparslan Yılmaz