Trabzonlu bir siyasetçinin “UEFA'nın sitesinde güncel olarak hâlâ Beşiktaş ve Fenerbahçe ‘şikeci kulüp’ olarak duruyorken utanmadan bu iki kulüp 2011'in Süper Kupası'nı oynamaya kalkıyor. Aklımızla dalga mı geçiyorsunuz?” sözleri Türkiye’nin gündemine bomba gibi düştü. Gelişmeler Beşiktaş'a ve Fenerbahçe'ye gönül veren milyonlarca taraftar için büyük bir öfkeyle ve isyanla devam ederken ‘’topa girmenin’’ gerekliliğini düşündüm. İşin içine çocukluğumdan bu yana siyah-beyaz renklerine tutkun olduğum Beşiktaş birileri tarafından çekilince bir şeyler yazmaya karar verdim.
Yıllar önce, Barış Tut’un ‘’Futbol Nedir ki’’ isimli akıcı, hiç bilmediğim anekdotları öğrendiğim için sarsıcı ve içinde çok ilginç hatıraların ve hikayelerin yer alması sebebiyle şaşırtıcı bir kitabını okumuştum. Yazarın yaşadığı bazı olaylarda ve bulunduğu mekanlarda tam da o günlerde benim de bulunmam başlı başına bir tesadüfü içinde barındırıyordu. Okudukça şaşkınlığım ve heyecanım daha da artıyordu. (2001 yılında İnönü’de Beşiktaş ile Gençlerbirliği arasında oynanan Türkiye Kupası yarı final maçını izlemiştim. Henüz 16 yaşımdayken hayatımda ilk kez gittiğim İstanbul’da, ilk kez Beşiktaş maçını canlı olarak hem de İnönü’de yaşamak, o büyülü ve unutamadığım atmosferin içinde bulunmak nasip olmuştu bana. Ne tesadüftür ki yazar tam da eşinden boşandığı günün akşamı bulunuyordu orda.) Çocukken başladığı futbol serüveni onu spor yazarlığına, kitap editörlüğüne kadar getirmiş. Bu süreç çok hareketli, sancılı ve bir o kadar da maceralı ve üretken geçmiş. Küçükken taraftarlığa Karşıyakalı olarak başlamış, İzmir’de Beşiktaş’ın o muhteşem seyircisi ile tanışmış, gözünün Beşiktaş taraftarlarına takılmasıyla gönlünün Beşiktaş’a kapılması aynı zaman dilimine denk gelince artık kendisi için yol haritası çizilmiş. 1980’lerin sonunda, Karşıyaka’nın deplasmanda maç yaptığı bir hafta Altay’ın kendi sahasında Beşiktaş’ı konuk etmesi Atatürk Stadı’na gitmesinin ve Beşiktaş taraftarlarının arasında maçı izlemesinin yolunu açmış. O gecenin bitiminde, artık bir Beşiktaşlı olduğunu itiraf etmiş. Yazdığı marşlar on binlerce kişi tarafından hep bir ağızdan söylenip kendisini Karşıyaka tribün liderlerine ve tribünlerine kabul ettirmişken Beşiktaş maçına gitmesinin görülmesi onun ertesi gün yolda yürürken sıkıştırılmasına, biraz hırpalanmasına, “Artık Karşıyaka tribünlerinde yerin yok senin. Bir daha herhangi bir maçta görürsek seni, karışmayız. Aramızdaki hainleri bir bir temizliyoruz. İzmir’deki Beşiktaş maçlarında da çıkma karşımıza.’’ tehditleri almasına, gözyaşlarının akmasına ve bu sevdayı sonlandırmasına sebebiyet vermiş. Bundan sonra Beşiktaş aşkı kendiliğinden alevlenmiş, kıvılcım yangına dönüşmüş ancak tarafsızlığını, soğukkanlılığını kaybetmemiş. Bu sebepten içinde bulunduğu spor camiası tarafından sıkça yadırganmış ve eleştirilmiş. Ne olursa olsun doğru bildiği yoldan şaşmamış, ilkelerinden ve meslek ahlakından taviz vermemiş. Bir sevdayı böylece bitirirken yeni bir sayfa açarak bambaşka bir sevdaya gönlünü kaptırmış…
Bütün bunları niye yazdığımı merak ediyorsunuzdur. Beşiktaş taraftarı olmak zor zanaattır. Engebeli yollar aşılarak, doğru bildiğimiz yolda ‘’Kartal Bakışlı Abimiz’’ Eşber Yağmurdereli’nin ‘’muhalif olduğum için Beşiktaşlı değilim, Beşiktaşlı olduğum için muhalifim’’ sözleriyle belirttiği gibi gerekirse hep muhalif ve tek başına kalınarak, tehditler alınarak, şantajlarla karşılaşılarak, gözyaşlarına boğularak, gerekirse yaşamlarımızda simsiyah bir sayfanın ardından bembeyaz bir sayfa açılarak Beşiktaş’ın kalbine varılır... Ben bir Beşiktaşlıyım ve siyah-beyaz renklere gönül vermekten büyük onur ve gurur duymaktayım. Beşiktaşlı yazar Esra Kahraman’ın çocuk yaşta karar verdiği ve sonradan bir yazısında ‘’Aklım ve duygularım beni Beşiktaş’a sürüklediğinde, açtığım kapının muhteşem bir dünyayı armağan ettiğini biliyordum. Bir tarafta, sadece yengileri kutsayan, kendilerini haklı ve üstün gören, lümpen, oyun tezgahlayıcısı takımlar, diğer tarafta da renklerine vurulduğum, kaliteli, kolejli ve şerefli Beşiktaş vardı. Tüm yaptığım, onura, duruşa ve sevdaya dair bireysel ve özgür bir seçimdi.’ sözleriyle bahsettiği gibiydi benim seçimim. Bu tercihimden ötürü şimdiye kadar asla pişman olmadım ve pişman olmayacağım. Normal hayatta genelde sakin karakterdeyim ancak Beşiktaş’ın maçlarını izlerken ufak çapta da olsa kendimden geçebilme özelliğine sahibim. Hakem hataları art niyetli aleyhimize olduğunda, sabrımız taşırıldığında, takımımız istediğimiz gibi oynamadığında, iyi sonuçlar alamadığında, gerçek gücünü ve ‘’Beşiktaşlılık ruhunu’’ sahaya yansıtamadığında içim içime sığmaz, duygularımı dışa vururum. Bütün bunlar geçicidir ama… Bir yüzyılı devirmiş köklü, namuslu, haysiyetli, şerefli bir kulübe mensup olduğumdan şike gibi iğrenç bir ithamla karşılaşınca milyonlarca ‘’Kara Kartal’’ gibi resmen kahrolurum, kahroldum da…
2011 yılının mayıs ayında Beşiktaş ve İstanbul Büyükşehir Belediye Spor (şimdiki Başakşehir) arasında oynanan Türkiye Kupası finalini izlemek için Kayseri’ye gitmiş, maçı statta izlemiştim. 120 dakika boyunca kıran kırana bir mücadele seyretmiş, nefes nefese kalmıştık. Penaltı atışları sonunda kupayı hakkımızla kazanmıştık. Şike yaptığı iddia edilen İbrahim Akın maçta bir gol atmış, elinden geleni yapmış, bizi en çok zorlayan oyuncu olmuştu. Kendisi yaptığı açıklamada ‘’Savcılık sorgum esnasında soruşturma savcısı Mehmet Berk’in şike olayını itiraf etmem halinde tutuklanmayacağım yönündeki beyanları ve uygulamış olduğu psikolojik baskı nedeniyle gerçek olmamasına rağmen suçu kabul etmiş bulunmaktayım. Emniyette vermiş olduğum ifadede açıkça reddettiğim hususların savcılıkta kabul edilmiş olmasını temel sebebi bahsetmiş olduğum psikolojik baskıdır. Konuyla ilgili itirazlarımı ve savunmamı yargılama aşamasında yapacağımı ve gerçek dışı iddiaların tamamını reddettiğimi saygılarımla kamuoyunun bilgilerine sunarım.’’ diyerek iddiaları reddetmişti. İnsan düşünüyor o zaman iddianamelerde ismi dahi geçmeyen ve Süleyman Seba gibi efsane bir başkanın kefil olduğu Tayfur Havutçu, hiçbir görüşme gerçekleştirmeyen Serdar Adalı, yine ifadelerde ve itiraflarda ismi olmayan güvenlik şefi Ahmet Ateş niçin tutuklandı diye… Her neyse… Neticede şike ithamları ile Beşiktaş’ın tarihine kara leke sürülmeye çalışılmıştır. Böyle bir şey Beşiktaşlıların, ‘’Beşiktaş felsefesi’’ni hayatına uygulamış, ‘’Beşiktaşlı duruşu’’nu bozmamış olanların canını çok yakar, ruhunu çok acıtır. Dillerde kekremsi ve tuhaf bir tat bırakır. Yenilen yemekten, içilen sudan bile zevk alınmaz hatta ne yiyip içildiğinin farkına bile varılmaz. Hep o aynı lanet duygu beyinleri kemirir: ‘’Gerçekten böyle bir ihanet gerçekleşmiş midir?’’ Bu soru hep aklının bir köşesindedir. İnanmak istemez çünkü ‘’şerefli ikincilikleri’’ yaşamış, bununla gurur duymuştur. Takımının Futbol Şubesi kurucusu Şeref Bey’in mirasına sahip çıkarak ve onun ölümsüzlüğüne inanarak ‘’Beşiktaş Şeref’tir. Şeref Beşiktaş’tır.’’ sözünü çekinmeden haykırmıştır. Beşiktaş’a futbolculuk, teknik direktörlük ve başkanlık yaparak hizmet eden Baba Hakkı’nın çarşıda gezerken bir taraftara rastladığında ‘’Baba üşüyorum.’’ lafını duyar duymaz sırtındaki paltoyu garibana verecek kadar ki merhameti, duyarlılığı ve vicdanı ‘’Baba’’sının izinden giden oğullarınca benimsenmiş, kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Her ne pahasına olursa olsun asıl gerçek hayattır. Hayat direnmek, mücadele etmek ve inandığımız değerler uğrunda savaşmaktır. Bize göre hayatın kalbi Beşiktaş’tır. Kalplerimiz hep o asil takımımız için atacaktır. Yaşadığımız, böyle bir aşktır...
Eşinden boşandığı aynı günün akşamı İnönü Stadı’na, Beşiktaş’ın yarı finalde elendiği kupa maçına giden ve maç sonu Dolmabahçe’den Beşiktaş’a doğru yürürken arkadaşına ‘’her şey alabildiğine ters gidiyor ve ben nasıl da mutluyum’’ diyen yazarın, karşılığında aldığı şu cevap açıklar vaziyetimizi: ‘’Evet, böyle hissettirir Beşiktaşlı olmak.’’
SON SÖZ: 2010-2011 Türkiye Ligi şampiyonu Fenerbahçe'dir. 2010-2011 Türkiye Kupası şampiyonu Beşiktaş’tır. Bu iki güzide kulüp arasında yıllardır oynanmayan Süper Kupa Finali derhal oynanmalıdır. Bu maçı oynatmayanlar, iki camiaya utanmadan şikeci diyenler malum terör örgütünün kumpasını savunmaktadır. Etimizle kemiğimizle nefret ettiğimiz badem bıyıklı aşağılık insanlar Türk futbolundan elini çekmelidir! Futbol yoluyla ülkemizi bir kaos ortamına çekmek isteyenler görevden alınmalı ve mutlaka yargılanmalıdır!
Kaleminize sağlık.. Aslında bu ülkede kimlerin şikeci olduğunu, hangi kulüplerin maklubeci çetelerle kol kola girip şerefli kulüplere kumpas kurduğunu da herkes biliyor. Kendi çirkeflerini örtmek için başkalarına iftira atmaktan çekinmeyen şerefsizlerin canı cehenneme.. Beşiktaş ve Fenerbahçe bu ülkenin şerefli kulüplerindendir.
Mutlaka okunması gereken ve yakın tarihimize ışık tutan güzel bir yazı kaleme almış olan Salih hocam kutlarım ellerinize sağlık selam ve sevgilerimle
Bu kadar samimi ve temiz anlatımınızla bir daha "ne mutlu Türküm" diyene de hissettiğimle, "ne mutlu Besiktaslıyım "derken hissetigimle aynı duyguyu yazınızda hissettim.Kutlarım sizi
Siyah beyaz renkler bize bir ömür yeter. Bu yazıyı kaleme alıp bizlere okutturmanız doğru bir iş yaptığınızın belirtisi..kutlarım.
2010-2011 Türkiye Ligi şampiyonu Fenerbahçe'dir. 2010-2011 Türkiye Kupası şampiyonu Beşiktaş’tır. Bu iki güzide kulüp arasında yıllardır oynanmayan Süper Kupa Finali derhal oynanmalıdır.
Leziz bir yazı olmuş.
Ne mutlu ki Beşiktaşlıyız
Harika bir yazı.
2011 kupa maçını bizde hanımla beraber stattda izlemiştik. o maça şike diyecek kişinin futbolla hiç alakası yoktur.. ellerine sağlık, çok gzel bir yazı olmuş Kartal ..
SON SÖZ: 2010-2011 Türkiye Ligi şampiyonu Fenerbahçe'dir. 2010-2011 Türkiye Kupası şampiyonu Beşiktaş’tır. Bu iki güzide kulüp arasında yıllardır oynanmayan Süper Kupa Finali derhal oynanmalıdır. Bu maçı oynatmayanlar, iki camiaya utanmadan şikeci diyenler malum terör örgütünün kumpasını savunmaktadır. Etimizle kemiğimizle nefret ettiğimiz badem bıyıklı aşağılık insanlar Türk futbolundan elini çekmelidir! Futbol yoluyla ülkemizi bir kaos ortamına çekmek isteyenler görevden alınmalı ve mutlaka yargılanmalıdır! Son söz muhteşem teşekkürler. SALİH ŞENÖZ.
Şükürler olsun ki Beşiktaşlıyız