Suriye iç savaşı 11 yaşında. 2011’de yani savaşın ilk yılında Türkiye’de doğan Suriyeli bir bebek şimdi 11 yaşında ergenliğe adım atan bir delikanlı olmak üzere. Hiç şüphesiz iç savaşın Suriye’nin kendi topraklarından sonra en çok etkilediği ülke Türkiye. Rusya ve ABD’nin en büyük payla başını çektiği daha sonra koalisyon ülkelerinin çıkarları doğrultusunda hegemon politikalarla sömürdüğü Suriye topraklarından Türkiye’ye kala kala sözde 5,5 milyon ama gerçekte belki 8 milyona yaklaşan Suriyeli, adı mülteci, göçmen, sığınmacı, geçici koruma statüsündeki birey -her neyse- onlar kaldı. Sadece Suriyeliler değil bugün İran sınırından Türkiye’ye yaklaşık 1 yıldır sistematik bir Afgan göçü var. Sistematik diyorum, çünkü bu insanların Afganistan’dan İran’a, oradan Türkiye’ye uzanan yolculuklarını koordine eden bir üst akıl muhakkak var. Peki "Hudut Namustur" sözünü düstur eden Türkiye Cumhuriyeti topraklarının sınırlarının bu kadar geçirgen olmasının sebebi nedir, bu soruya neden doğru düzgün bir cevap verilememektedir veya geçiştirilmektedir? O da ayrı bir muamma.
Geldiğimiz noktada Gaziantep’te Suriyeli gençlerin bıçaklaması sonucu hayatını kaybeden Necati Bağcı’nın, Gebze’de bir Afgan’ın saldırısıyla kafasına taş darbesi alarak günlerce bitkisel hayatta kalıp daha sonra hayatını kaybeden Ayşegül’ün, Ankara Altındağ’da 2 Suriyeli tarafından bıçakla öldürülen Emirhan’ın ve ismini sayamadığım diğer Türk evlatlarının hesabını kim verecek?
Türkiye’nin şimdiye dek kendi fay hatlarından yeterince canı yandı, bu ülke yıllarca Türk-Kürt, Alevi-Sünni, muhafazakar-laik gibi uç noktaların çatışmasına sahne oldu. Artık yeni bir uçurumu kaldıracak takati yok. Sayın Cumhurbaşkanı'nın tabiriyle maalesef ne biz ensarız, ne de onlar muhacir. Ensar kendi milleti açken pazarlarda artık meyve sebzeleri toplarken 8 milyona yakın sığınmacıya milyar dolarlar harcayan değildir, muhacirse kendi vatanından bir şekilde kopmuş ama sığındığı ülkede haksız rekabetle ticaret yapan, suç örgütü kuran, olağanüstü oranda çocuk doğuran, lobicilik faaliyeti yürüten değildir.
Göç sorunu Türkiye’nin bir milli güvenlik meselesidir.
Gelelim göç sorunu üzerine siyasal partilerin söylemlerine. Malumunuz muhalefetin özellikle CHP’nin "İktidara gelirsek Suriyelileri göndeririz" söylemlerine karşılık geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Muhalefet iktidara gelirsek Suriyelileri göndereceğiz diyor, biz göndermeyeceğiz, Ensar ne demektir biz unutmadık" açıklamasını dinledik. Yine geçtiğimiz günlerde DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın "Hukuken ve insani yönden gönderilmeleri mümkün değil" açıklamasını dinledik. İYİ Parti’nin net olarak göçmen politikası nedir, bunu açıkçası tam olarak bilemiyoruz, Sn. Akşener’in ağzından keskin ve net bir açıklama şimdiye dek duymadık. Hiç şüphesiz tek siyasetini göç sorunu çerçevesinde kuran Ümit Özdağ ve Zafer Partisi'nin alenen dik tutumunu da hepimiz biliyoruz. Burada ben Babacan’ın iktidarın ekmeğine yağ çalar nitelikteki yaklaşımından çok CHP’nin ve Zafer Partisinin keskin söylemlerini daha etkili buluyorum. Tüm partilere de göç sorununun artık Türkiye’nin birinci sorunu olduğunu hatırlatarak vatandaşın "imkansız değil", "biz çözeriz", "göndeririz" cevabını duymaya ihtiyacı olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Bugün Gaziantep’in yüzde 22’si Suriye nüfusuna ait, yani her yüz kişiden yirmi ikisi, her beş kişiden biri Suriyeli, bu 10 yıl sonra çok ciddi bir demografik katliama yol açacak. Daha geç olmadan, uluslararası arenada yeniden açık kapı değil de sıfır sorun politikasına dönerek güvenli, toprak bütünlüğü sağlanmış bir Suriye’nin oluşmasına destek vererek burada resmi rakamlarla 5.5 milyon insanın geri dönmesini sağlamalıyız. Aksi takdirde yarın bugünlerden daha da zor ve karanlık olacak.
Geldiğimiz noktada Gaziantep’te Suriyeli gençlerin bıçaklaması sonucu hayatını kaybeden Necati Bağcı’nın, Gebze’de bir Afgan’ın saldırısıyla kafasına taş darbesi alarak günlerce bitkisel hayatta kalıp daha sonra hayatını kaybeden Ayşegül’ün, Ankara Altındağ’da 2 Suriyeli tarafından bıçakla öldürülen Emirhan’ın ve ismini sayamadığım diğer Türk evlatlarının hesabını kim verecek?
Türkiye’nin şimdiye dek kendi fay hatlarından yeterince canı yandı, bu ülke yıllarca Türk-Kürt, Alevi-Sünni, muhafazakar-laik gibi uç noktaların çatışmasına sahne oldu. Artık yeni bir uçurumu kaldıracak takati yok. Sayın Cumhurbaşkanı'nın tabiriyle maalesef ne biz ensarız, ne de onlar muhacir. Ensar kendi milleti açken pazarlarda artık meyve sebzeleri toplarken 8 milyona yakın sığınmacıya milyar dolarlar harcayan değildir, muhacirse kendi vatanından bir şekilde kopmuş ama sığındığı ülkede haksız rekabetle ticaret yapan, suç örgütü kuran, olağanüstü oranda çocuk doğuran, lobicilik faaliyeti yürüten değildir.
Göç sorunu Türkiye’nin bir milli güvenlik meselesidir.
Gelelim göç sorunu üzerine siyasal partilerin söylemlerine. Malumunuz muhalefetin özellikle CHP’nin "İktidara gelirsek Suriyelileri göndeririz" söylemlerine karşılık geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Muhalefet iktidara gelirsek Suriyelileri göndereceğiz diyor, biz göndermeyeceğiz, Ensar ne demektir biz unutmadık" açıklamasını dinledik. Yine geçtiğimiz günlerde DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın "Hukuken ve insani yönden gönderilmeleri mümkün değil" açıklamasını dinledik. İYİ Parti’nin net olarak göçmen politikası nedir, bunu açıkçası tam olarak bilemiyoruz, Sn. Akşener’in ağzından keskin ve net bir açıklama şimdiye dek duymadık. Hiç şüphesiz tek siyasetini göç sorunu çerçevesinde kuran Ümit Özdağ ve Zafer Partisi'nin alenen dik tutumunu da hepimiz biliyoruz. Burada ben Babacan’ın iktidarın ekmeğine yağ çalar nitelikteki yaklaşımından çok CHP’nin ve Zafer Partisinin keskin söylemlerini daha etkili buluyorum. Tüm partilere de göç sorununun artık Türkiye’nin birinci sorunu olduğunu hatırlatarak vatandaşın "imkansız değil", "biz çözeriz", "göndeririz" cevabını duymaya ihtiyacı olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Bugün Gaziantep’in yüzde 22’si Suriye nüfusuna ait, yani her yüz kişiden yirmi ikisi, her beş kişiden biri Suriyeli, bu 10 yıl sonra çok ciddi bir demografik katliama yol açacak. Daha geç olmadan, uluslararası arenada yeniden açık kapı değil de sıfır sorun politikasına dönerek güvenli, toprak bütünlüğü sağlanmış bir Suriye’nin oluşmasına destek vererek burada resmi rakamlarla 5.5 milyon insanın geri dönmesini sağlamalıyız. Aksi takdirde yarın bugünlerden daha da zor ve karanlık olacak.