Psikolojiyle ilgili bir yazı okuduğumuzda aklımıza hemen düşen bir isim vardır. Düşünceleri neydi, bu konuda kifayeti var mıydı ya da ne denli ciddiye alınmalıydı diye sorgulamayız. O adam, bugünkü Çek Cumhuriyeti sınırlarında doğmuş Avusturyalı nörolog ve psikanalizin kurucusu Sigmund Freud. Aslında adı Avusturya’da epey yaygın bir isim olan Sigismund’du. Kullandığı teknikler, elinden düşürmediği sigarası, beyaz saç ve sakalları ile gayet karizmatik görünen bu adam bulunduğu döneme damgasını vurmayı başarmıştı. Çeşitli hipnoz taktikleri de insanları adeta büyülemişti. Ancak bu büyü pek de uzun sürmedi. Önce kendi dönemindeki insanlar bazı uygulamalara karşı çıktılar. Burun ameliyatının hastalıkları gidermediğini ve mastürbasyonun insanı deli etmediğini anladılar. Hatta Freud’un arkadaşı Fliess’le birlikte tedavi maksadıyla hastaların burnunu dağlamaları bardağı taşıran son damla olmuştu. Zamanla insanlar Freud’un düşüncelerini sorguladılar, çeşitli hatalar buldular ve modern psikoloji ile psikiyatrinin temelini oluşturdular.
Freud, özellikle çocukluk dönemine dair yaşanan her şeyin gelecekte insanları etkileyeceğini düşünüyordu. Çok sayıda insanla görüştü, kanepeye uzananların çocukluklarına indi, ilaçlar verdi, hipnotik teknikler kullandı. Psikanaliz de dediği bu teknikler uzun yıllar boyunca kabul edilse de bir süre sonra sorgulanır oldu. Çeşitli bilim insanları Freud’un hastalara telkinde bulunduğunu belirtti. Hatta hastalıklarının temelinde farklı sebepler olan insanları bu şekilde yönlendirmesi sebebiyle epey eleştirildi. Hele hele zamanla modern ilaçlar da devreye girince psikanaliz artık başvurulmayan bir alan haline geldi. Ellili yıllardan itibaren hayatımıza giren psikiyatrik ilaçlar çok sayıda sorunun çözülmesine yardımcı oldu. 2016 yılında yapılan çalışma o ilaçların bile pabucunu dama attı. Bugün daha çok serotonin seviyesini düzenleyen ilaçlar yaygın olarak kullanılıyor. Ellili yıllarda önerilen ilaçlar ise sekonder ilaç olarak veriliyor. Bunu mayıs ayında Psikiyatrinin Anahtarı Serotonin Hormonu: Varlığı Bir Dert Yokluğu Yara isimli yazımızda ele almıştık.
Hipnoz, birtakım sözler ederek ya çeşitli gereçler kullanarak insanları sersemletmektir. Aslında bu teknik çok kolay bir şekilde diğer canlılara uygulanabilir. Bir tavuğun gözlerine kalemi yaklaştırıp uzaklaştırırsanız kolaylıkla hipnoz edebilirsiniz. Lakin insanlarda hipnoz süreci oldukça zordu. İşlem esnasında hasta uyuyabilir, bilinçli olarak yanlış cevaplar verebilir. Hatta bazı hastalar karşılarındaki kişiden ve yaptığı tuhaf hareketlerden sıkıldıkları için hipnoz olmuş gibi davranabilirler. Hipnoz tekniğinde en iyi bilinen yöntem ipe geçirilmiş yüzüğün sarkaç gibi kullanılmasıdır. Hızlı nefes alıp vermek, elektik akımına maruz bırakmak, çeşitli görseller kullanarak hastayı yormak, ortamı giderek karanlık hale getirmek, mistik bir ortam yaratmak yahut inanamayacaksınız ama hastayla seks yapmak bile kullanılan teknikler arasındadır. Kimi zaman hastaya kendisinde olmayan bazı özellikleri telkin edilir, gereğinden fazla güçlü, güzel, yetenekli olduğuna inandırılır. Ancak şunu bilmek gerekir; hipnoz teknikleri her ne kadar iyi olursa olsun genellikle işe yaramaz.
Bugün belki de Freud’un en iyi teorileri arasında gösterilen rüya yorumları kısıtlı eğitim almış çevrelerin elinde oyuncağa dönüşmüştür. Örneğin Freud rüyasında uçan bir insanın ya cinsel yönden azgın ya da hırslı biri olacağını düşünüyordu. Her zaman olduğu gibi yine rüyaların çocuklukta bastırılmış duygulardan dolayı ortaya çıktığına inanıyordu. Rüyasında balık gören bir kadının annesi astrolog olabilirdi. Lakin modern bilimler hayatımızı kuşatınca rüyaların kaynakları da önem kazandı. Beyin aktivitelerimiz, göz hareketlerimiz, uyku evrelerimiz ve bedensel faaliyetlerimiz rüya görmemizi sağlar ve rüyalarımızın içeriğini etkiler. İnsanların ilgilendikleri alanlar rüyaların yönünü de belirler. Bir müzisyen gece uykusunda beste yapabilir, film yapımcısı aksiyon sahneleri görebilir yahut galeri sahibi biri yeni model bir araba tasarlayabilir. Hayatını dini boyutta yaşayanlar rüyalarında evliyaları görebilir, peygamberle konuşabilir hatta emir aldığını ve bunu uygulaması gerektiğini düşünebilir. Yani yaşamımız çocukluğumuz kadar önemlidir. Bazen çocukluğumuzdan bize kalan hiçbir şeyi rüyalarımızda görmeyebiliriz. Rüyalarımızda yeni bağlantılar kurabilir, bazen anlayamadığımızı anlayabilir, sosyalleşmek için yöntemler geliştirebiliriz. Hatta normal hayatta ses etmediğimiz insanlardan intikam bile alabiliriz.
Sigmund Freud travma yaşandığında bunun baskılanması durumunda kişinin tüm hayatını etkileyeceğine inanıyordu. Örneğin çocukken istismar edilmiş bir erkek bunu gizlediğinde ömrü boyunca erkeklere düşman olabilirdi. Hatta sağlığı, davranışları ve fiziksel özellikleri dahi etkilenebilirdi. Bununla ilgili sorgulama yaratan ilk çalışma 2014 yılında yayınlandı. Önceden travma yaşadığı ve bunu saklama eğilimi gösterdiği bilinen çok sayıda insan FMRI’dan geçirildi. Bu esnada bazı testlere de tabi tutuldular. Sonuç; travma sonrası duygularını bastıran insanların bazen bundan fayda gördükleri ortaya çıktı. Yani Freud’un travma yaşayan insanlar duygularını bastırırsa hasta olur düşüncesi pek de doğru değildi. Aslında bu parmak izleri, kokuları ve DNA’ları birbirinden tamamen farklı olan insanlar için beklenen bir sonuçtu.
Freud’un en önemli sorunlarından birisi; kişide yer alan özelliklerin muhakkak bir kökeni olduğuna dair kesin ve keskin inancıydı. Bilim adına yapılan çalışmalar hiçbir zaman kesin sonuçlar vermez. Bundan henüz 150-200 yıl kadar önce Isaac Newton’ın öne sürdüğü tezler reddedilemez ya da yanlışlanamazdı. Adı üstünde, hepsi kanundu. Hele hele kütle çekimini tartışan bir fizikçi hemen toplum gözünde kendini göstermeye çalışan bir muhteris gibi görülürdü. Ancak zamanla ışık hızına yakın hızlara yaklaşıldıkça değişen parametreler Newton’ın teorilerinin sorgulanmasına neden oldu. Max Planck, Albert Einstein gibi bilim insanları farklı şeyler söylediler. Bilime adeta çağ atlattılar. Sonra da Einstein’ın teorileri sorgulanamaz oldu. Lakin her konuda olduğu gibi bu tabu da yıkıldı. Bugün Einstein’ın yaptığı hatalar da ciddi anlamda sorgulanıyor. Sicim Teorisi (Tel Teorisi) evrenin boyutlara sığdırılamayacak kadar geniş olduğunu, göreliliğin ve kuantum mekaniğinin birlikte değerlendirilebileceğini gösterdi. Şu sıralarda üzerinde en çok çalışılan alanlardan birisi. Şimdi bir de takyonlar var. Işık hızından daha hızlı olduğu düşünülen varsayımsal parçacıklar. Sicim teorisinin de ötesinde. Anlayacağınız bilimin sınırı yok.
Freud’un belki de en sorunlu yaklaşımlarından birisi penis kıskançlığı (Penis envy) konusudur. Penis Kıskançlığı, belli bir yaşa gelmiş kız çocuklarının penisi olmadığını fark etmesidir. Freud’a göre bu organa sahip olmayan kızlar yoksunluk hissederler ve kıskançlık duygusuna kapılırlar. Sonradan bu durumu kabullenip penisi olan erkekleri tercih ederler. Çocukları olunca bu kıskançlık geçer. Halbuki tüm insanlar embriyo gelişiminde bir kadın olacakmış gibi büyürler. Zamanla hormonal baskınlığa bağlı olarak cinsiyet ya erkek ya da kadın olur. Bu sebeple kadınlarda penisin öncülü olan klitoris bulunur. Hatta bekaret dönemlerinde kadınlar mastürbasyon yaparken genelde klitorisi uyarırlar. Erkekler ise meme uçlarına sahiptirler. Emzirme maksadıyla kullanılan memelerin erkeklerde bulunması da bu sürecin bir kanıtıdır. Yani anlayacağınız ne bir kadın penisi olmadığı için yoksunluk çeker ne de erkekler memeleri olduğu için travma yaşarlar.
Peki Sigmund Freud’a ne oldu, nasıl öldü diye sorarsanız o konu tam anlamıyla izaha muhtaçtır. Zira bir türlü vazgeçemediği sigarası ile purosu yüzünden uzun yıllar boyunca ağız ve solunum yolları hastalıkları ile mücadele eden Freud yaşamının son dönemlerinde çok ağır sancılar çekiyordu. Ağız kanseri giderek yayılmış ve artık yaşam kalitesini etkiler olmuştu. Doktor arkadaşına artık bu duruma bir son vermesi için talepte bulundu. Anna Freud’un tüm itirazlarına rağmen morfin uygulamalarına başlandı. İki gün boyunca ağır dozlarda morfin alan Freud üçüncü günün sabahında hayatını kaybetti. Bu bir nevi ötenaziydi. Yakıldıktan sonra külleri İngiltere’nin Golders Green bölgesindeki bir krematoryuma konuldu. Hâlen ziyaret edilebiliyor. Bu arada ötenazi uygulamalarına ilişkin ilginç detayları önümüzdeki aylarda Ölüm İstenir mi: Ötenazi isimli yazımızda ele alacağız. Bugün hâlen kitapları yok satan Sigmund Freud’un önemli saydığı tüm tezleri teker teker çürütülmesine karşın ilgi devam ediyor. Hatta pedagoji eğitimde tüm öğretmenlere Freud’un sınıflamaları öğretiliyor. Psikanalizin tamamen terk edilmesi kimsenin umurunda değil. Zira Freud insanlara istediği şeyleri söylüyordu. Yapılan hatalar hep çocukken başkalarının yarattığı travmalardı. Zira hiç kimse ölümcül hatalar yaptığını kabullenmek istemez. Suçu başkalarına atmak en kolay yoldur. Freud ise bunun için bulunmaz bir hazine.
Bir sonraki yazımızda dine bakışta yaşanan değişimleri, dindarlığı ve bağnazlığı ele alacağız. Dindarlık ile dincilik ya da bağnazlık arasındaki farklar nelerdir? İnsanlar hem dindar hem de bilime yüzde yüz inanan bireyler olabilir mi? Din ve bilimin birbirini sağlama zorunluluğu var mı? İman ile sorgulama ne kadar bir arada olmalı? İnsanlar neden dinden uzaklaşır? İnançların temelinde neler var? Dinlerin birbiriyle benzer ya da farklı yönleri var mı? Politeist dinler ile monoteist dinler arasındaki bağlantılar nelerdir? Paganizm tüm bunların neresinde? Kutsal kitaplarda geçen ifadelerle ilgili neleri sorgulamalıyız? Huruf-u mukattaa ile ilgili bilinmeyenler nelerdir?
Görüşmek dileğiyle…