Suskun günler yaşadık. Sığınaklarımıza çekilip gecenin karanlığında kendi vicdanımıza karşı boyun bükerek yaşadık. El ayak çekildiğinde kendi kendimizle, tek başımıza idik. Farkında olmadan göz yumduklarımıza yönelik isyanlar kabardı yüreğimizde ama öyle sıkışmıştık ki köşeye, konuşmadık. Zehirli bir sessizliğe mahkûm edilen irademizin acısıyla kıvrandık. Susmanın verdiği zararın, konuşmaktan büyük olduğunu göremedik. Susarak direndiğimizi zannederken acı acı yenildik. Vazgeçtik, bastırdık benliğimizi. Bizler susarken ölenlerin kanı hepimizin ellerine bulaştığında anladık katil olduğumuzu. Korkunun esiri olup sustuklarımızın altında ezileceğimizi hiç düşünmemiştik oysa. Yine de olanlar oldu. Konuşmadık.
Toplumda ahlakın kendiliğinden gelişmesini bekledik, hata ettik. Giderek çığrından çıkan olayların hızından sersemledik. Anormal olan her şey normale dönerken çarka elimizi uzatıp ‘dur’ diyemedik. Yanlış yapana şiddetle karşı çıkmak yerine onun bulduğu kestirme yolu kullanmayı tercih ettik. Tercih etmeyenlerimizse susmanın yanında körlüğü kabullendi. Görmedik. Görmeyi reddettik. Birçoğumuz ‘Bana dokunmayan yılan…’ diyerek arkasını döndü. Zaman ilerledikçe dönen çarkın içinde eriyip gittik. Vicdanımızla yaptığımız hesaplaşmalarda fark ettik ki yanlışız biz. Yanlışa bulaşmayınca temiz kaldığımızı zannederken görmedik, duymadık, konuşmadık ve biz de o pisliğe bulaştık. Bulaşmakla kalmadık. Tepeden tırnağa o pisliğe battık. Ellerimizdeki kanın sebebi, bizim hatamızdı. Karşı çıkmalıydık. Çok geç anladık. Anlamayan çoğunluğa rağmen sonunda biz anlamıştık. Peki ya şimdi ne yapacaktık? Bunu bilmiyorduk.
Ey suskun toplum, ey duyarsızlar topluluğu, bir ahlak ve değer sistemi böyle böyle tükenmedi mi? Günlerini sayamadığımız yıllar boyunca sessiz kalmadık mı? Tek tek isyankâr yüreklerimizle birlikte bu düzene suskunluğumuz ve tepkisizliğimizle hizmet etmedik mi? Bizim de ellerimiz çok kirli. Engel olmamakla parçası olduğumuz yıkımda biz de suçluyuz. Birlikte olmayı denemedik, insanları asıl olanı biteni anlatmayı denemedik. Deneyenleri ayıpladık, suçladık hatta yuhladık, alaya aldık korkumuzdan. Düzenin karşısında durursak düzen güçlerinin bizi birer böcek gibi ezeceğinden ödümüz koptu. Birleşip güçlü olmayı akıl edemedik. Şimdi içinde yaşadığımız korku imparatorluğundaki hücremizi, tek tek taşları üst üste koyarak kendi kendimiz inşa etmedik mi?
Ertesi günün neye gebe olduğunu bilemeden uykuya dalmak için çabaladığımız gecelerimizden kimsenin haberi olmadı. Durmadan örselendik. Durmadan budadılar hayallerimizin dallarını. Örselene örselene can verdi heveslerimiz. Duyarsız, suskun insanlardık her birimiz. Gemisini yürüten kaptanları seyre daldık. Bizim çabamızın yarısını göstermeyenlerin altında kalarak yaşadık. Kimseye biat etmedik belki ama biat düzenini yıkmayı da başaramadık. Giderek toplumda daha da büyüyen uçurumlar oluştu ve hiç kimse ses etmedi bu uçurumlardan atlayanlara.
Korkularımızı sakladık güçlü görünmek için. Gerçekleri kendimize sakladık. Kim bilir, belki bilgisizlikti sebebi, belki de güvensizlik. Her koşulda hata ettik çoğumuz ama bir türlü hatamızla yüzleşemedik. Her gece uykuya ait zamanların karanlığında vicdan mahkememizi kurup belki de kendimizle birlikte onlarcasını sallandırdık darağaçlarında ama kimse bilmedi. Görmedik, duymadık ve bilmiyor taklidi yaptık. Bedel ödeme zamanı geldiğinde hiçbir şey dindiremedi çoğumuzun vicdanındaki sızıyı. Pişmanlıklar biriktirdik ama kimselere bir şey söylemedik.
Hayata ilk atıldığımızda böyle miydik? Bir kere erdemli ve gururluyduk. Özgürlüğümüze kıymet verirdik. Hayatın gerçek yanına ilk adımı attığımızda başladı kırılmalar. Umutlarımız dallanamadan söküldü filizlendiği yerden. Hayallerimiz kırılıp binlerce parçaya ayrıldı. Hayatlarımızın en güzel çağı olan çocukluğumuza özlem biriktirmeye başladık ve yavaş yavaş söndü içimizdeki ateş. Ses çıkarmaz, yorum yapmaz olduk. Gece boyu süren vicdan mahkemeleriyle tanıştık. Binlerce gece idama mahkûm edildik ama sabah olunca düzenin içindeki esir hayatımıza geri döndük. Ölmeyi de beceremedik. Duyguların esareti altında durmadan küçüldük. Üstümüzü arasalar bulacakları tek şeydi yalnızlığımız. Biz sadece kendi yalnızlığımızda var olabildik. Dünya kirlendikçe kendi saflığımızı arar olduk. Oysaki artık her şey için çok geçti.
Hatalarımızın farkına vardığımızda çoktan geçmişti iş işten. Cinayet silahında parmak izlerimiz değil ama suskunluklarımız vardı bizi ele veren. Her şey yerle bir olduktan sonra tek yapabildiğimizdi yas tutmak, biz de onu yaptık. Aile kurumu çöktü, ahlak veda etti bizlere can çekişerek, istenmeyen çocuklar gibi tek tek tek tek çöp kutularının yanlarına terk edildi değerler. Duygular silindi, empati yokluğa karıştı çıkar ateşlerinin dumanlarında. Biz direnmek için cesaretimizi toplama kararını bile alamadan üzerimize çöktü her şey. Şimdi enkaz altından “Sesimi duyan var mı?” diye sesleniyoruz ama sesimizi duyan yok!
…
Olayların sonu buraya varmadan, insanlığımız, vatanımız, bayrağımız ve Türklüğümüz tamamen yok edilmeden önce son çıkışa çok az kaldı. Ya sizi değerlerinize ve benliğinize kavuşturacak olanlarla omuz omuza mücadeleye katılırsınız ya da sessiz çığlıklarla bir devrin kapanmasına önce neden olur sonra da şahitlik edersiniz.