Türkiye’deki işsizlik sorununun nedenlerini açıklamadan önce resmi anlamdaki işsizliğin ve işsizlik oranlarının tespit edilmesinde kullanılan kriterlerin izah edilmesinde fayda vardır. Resmi anlamda bir kişinin işsiz sayılabilmesi için 4 hafta boyunca işsiz olması ve bu süre zarfında iş arama kaynaklarına başvurması gerekmektedir. Bu iş arama kaynaklarına İŞKUR örnek verilebilir. Yani son 4 haftadır işsiz olup iş arama kaynaklarına başvurmayanlar resmi anlamda işsiz sayılmamaktadır. Resmi rakamların üstüne bir de iş arama kaynaklarına başvurmayan işsizleri eklediğimizde gerçek anlamdaki işsizlik oranı önemli ölçüde artmaktadır.
Türkiye’de yaşanılan ve artık 2000'li yıllardan sonra kronikleşen bir sorun haline gelen işsizlik probleminin en önemli nedeni 2001 ve 2008 yılında yaşanılan ekonomik krizlerin toplam talepte yarattığı daralma ve buna bağlı olarak işletmelerin varlıklarını sürdürmede sorunlar yaşaması oluşturmaktadır. Türkiye’deki işsizlik oranının artmasının diğer nedenleri ülke tasarruf ve yatırımlarında yaşanan ciddi düşüş eğilimidir. Krizler neticesinde Türk lirasının dolar karşısında yaşadığı düşüş ve faiz oranlarındaki artış bireysel yatırımcıyı yatırım yapma noktasında daha risksiz alternatiflere doğru itmiştir.
İşsizliğin başka bir nedeni de eğitim politikasında yaşanan plansızlık ve öngörüsüzlüktür. Türkiye’nin hemen her ilinde açılan üniversiteler neticesinde ülkemiz mühendis ve yönetici kadrosunda istihdam edilmeye namzet insanlar ordusuna dönmüştür. Ara eleman bulma noktasında sıkıntı yaşayan işletmeler teknik personel istihdam edememektedir. Bu durum işgücü piyasasında önemli bir arz talep sorununa neden olmaktadır.
Son açıklanan veriler ışığında Türkiye’deki işsizlik oranı bir önceki aya göre yüzde 2,5 azalarak yüzde 10,6 olarak açıklanmıştır. Şüphesiz bu düşüşün en önemli sebeplerinden birisi de mevsimlik tarım işçilerinin yaz aylarında istihdam edilmesidir.
Türkiye’deki işsizlik sorununun çözümü noktasında iktidar partisine önemli görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Hükümetin uygulayacağı politikalar ülkedeki işgücü piyasasını olumlu etkileyeceği gibi büyüme rakamlarını da yukarı yönde değiştirecektir. Üretim ve istihdam şeklini inşaat sektöründen çıkararak katma değeri yüksek ürünler üretmeye doğru kanalize etmek ve bu doğrultuda yapısal reformlara imza atmak kısa vadede büyük bir etki göstermese de orta ve uzun vadede ülkemizdeki istihdam sorununa çare olacaktır.
Bu duruma paralel olarak ülke içerisindeki vatandaşların tasarruf etmesine olanak sağlayacak ekonomik ve hukuki altyapının oluşturulması ve risklerden arındırılmış bir piyasanın varlığı ulusal ve uluslararası yatırımcıların dikkatini çekecektir. Ayrıca bölgemizdeki komşu ülkeler ile ilişkilerimizin iyi tutulması son derece önemli ve olmazsa olmaz bir etkendir. Bölgedeki yatırımcılar için güvenli bir ortamın tesis edilmesi yatırımcının ülkede kalıcı olmasını ve yatırımın büyüklüğünü dolayısıyla işsizlik rakamlarını ciddi manada etkilemektedir.
Ülkedeki döviz kurlarının esnek oluşu ve sürekli olarak yukarı yönde bir eğilim içinde olması işletme sahiplerinin hammadde tedarik etmesine engel olmakta dolayısıyla yatırımcının işgücünde azalmaya gitmesine neden olmaktadır. Ülkemizdeki döviz piyasasının sağlam bir temele oturtulması bu kırılganlığın ortadan kalmasına neden olacaktır.
Türkiye’deki çalışma saatlerinin dünya ve Avrupa ortalamasının üzerinde olduğunu buna bağlı olarak Türkiye’deki çalışma saatlerinin düşürülmesi ve bu yolla daha çok istihdam sağlanması gerektiği iktidar tarafından bir çözüm olarak dile getirilmektedir. Fakat bu durum çözüm olmaktan ziyade çözümsüzlüğün daha da derinleşmesine neden olacaktır. Bu durum çalışanların daha düşük bir ücret düzeyinden çalışmasına neden olacak ve toplam talepte daralmaya neden olarak enflasyonist baskıyı daha da arttıracaktır.
Popülist politikalar günü kurtarmaya yönelik kısa vadede çözüm üretse de uzun vadede kapatılamayan ekonomik ve toplumsal sorunlara neden olmaktadır. Ülkemizdeki işsizliğin kalıcı ve kesin olarak çözüme kavuşturulması için günü kurtaran politikaların yerine istihdamı ve üretimi önceleyen ve buna bağlı olarak işgücü piyasasında istihdamı arttıran yapısal reformların yapılması gerekmektedir.
Türkiye’de resmi kayıtlara göre 3.700.000 üzerinde Suriyeli sığınmacı ve 500 bin civarında da Afgan sığınmacı olduğu bilinmektedir. Tabii ki bu rakamlar resmi rakamlardır fakat gerçek ise bu rakamların bir hayli üzerindedir. Türkiye'de resmi olmayan rakamlara göre Suriyeli ve Afgan toplam 11 milyon sığınmacının yaşadığı tahmin edilmektedir. Bu fazla nüfus elbette Türk ekonomisi üzerine büyük bir yük getirmektedir. Son 10 yılda sığınmacılara harcanan paranın 100 milyar doları geçtiği tahmin edilmektedir.
İşgücü piyasası açısından olaya bakıldığında Türk vatandaşlarının iş bulması ve istihdam edilmesi bir hayli zorlaşmış ve buna bağlı olarak işsizlik rakamlarının yukarı yönlü seyri artış eğilimi göstermiştir. Özellikle Suriye’ye sınır olan illerimizde ve Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı büyük şehirlerimizde Türk vatandaşları dezavantajlı grup olarak göze çarpmaktadır. Suriyelilerin ve diğer sığınmacıların kayıt dışı olarak istihdam edilmesi ve buna bağlı olarak ta düşük ücret düzeyinden çalışmaya razı olması Türk vatandaşlarının iş bulamamasına neden olmaktadır. Ülkemizdeki tahmini 11 milyon sığınmacının ekonomimize yüklediği maliyetin yanı sıra toplam talepte yaşattığı artış ve işgücü piyasamızı olumsuz etkileyerek işsizlik oranımızı arttırması enflasyonist baskıya neden olmuştur.
Düşük ücret düzeyinden ve kayıt dışı olarak çalışmaya razı olan sığınmacılar ülkemizi önemli ölçüde vergi gelirinden mahrum bırakmaktadır. Bir silsile olarak ekonomimizi etkileyen sığınmacıların varlığı özellikle sınır bölgelerinde enflasyonist baskının Türkiye ortalamasının üzerinde seyretmesine yol açmaktadır. Buna bağlı olarak Suriye sınırındaki illerimizin ağırlıklı olarak tarımsal ve hayvancılık faaliyetleri ile geçimlerini sağladıklarını düşündüğümüzde mevsimlik olarak çalışan tarım işçilerimizin ve geçimini çobanlık ile sağlayan vatandaşlarımızın işsiz kalması gibi hazin sonuçlarla karşılaşmaktayız.
Ülkemiz ekonomisi üzerinde enflasyonist baskı oluşturan ve işsizlik rakamlarını arttıran sığınmacıların varlığı geleceğimiz açısından ciddi riskler teşkil etmektedir. Sığınmacıların hukuki olarak geldikleri ülkelerdeki yaşam şartlarının yeniden tesis edilmeden gönderilemeyeceğini düşündüğümüzde tek çarenin Suriye hükümeti ile görüşmek olduğu unutulmamalıdır. Yoksa ülkemizdeki sığınmacıların çoğunluğunu oluşturan Suriyelilerin ekonomimiz üzerindeki tahribatı ağır ve onarılamaz boyutlarda olacaktır.
Yıllara göre Türkiye’deki işsizlik rakamlarına baktığımızda mevcut iktidarı elinde bulunduran AKP dönemine kadar hiç iki haneli rakamlara ulaşmamış ve işsizlik genel seyri itibariyle yüzde 7 ve 8 bandında yer almıştır. Türkiye’de mevcut siyasal iktidarın yönetimi devraldığı 2002 yılından itibaren işsizlik rakamı genel olarak çift haneli rakamlarda seyretmiştir. İşsizlik rakamlarındaki bu artışın en önemli nedenlerinden biri de yaşanan 2001 ve 2009 krizidir. Özellikle 2009 yılındaki işsizlik rakamının yüzde 14 rakamına ulaşması bu durumun en önemli kanıtıdır. Suriye İç Savaşının çıkmasının ardından ülkemize yönelik stratejik ilk göç dalgası hareketi 2012 yılında yaşanmıştır. 2012 yılında yüzde 9.2 olan işsizlik rakamı 2020 yılında yüzde 13.2 seviyesine ulaşmış ve 2012-2020 yılları arasında hiç azalama eğilimi göstermemiştir.
Yüksek seyreden işsizlik rakamlarını düşürmek için üretimi merkeze alan ve önceleyen politikalardan yoksun olmak ve buna paralel olarak ülkemizdeki sığınmacı sayısında yaşanan artış mevcut siyasal iktidarı işsizlikle mücadele konusunda başarısız kılmıştır.
Barış Yüksel