Öncelikle Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutluyor, nice yüz yıllara, aynı heyecan ve aynı ümitle girmeyi diliyorum.
Bu yazıyı yazarken aklımın bir ucunda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyetinin temel dileği olarak temin edeceğiz.” Sözü aklımın bir köşesinde dönüp durdu. Gerçek manada millî kültürümüzü ne kadar yükseltebildik ve yüz yıldır cumhuriyetimizin temeline ne kadar yerleştirebildik bunları tartışmalıyız.
Bugün, Türk folkloru üzerine çalışmalara baktığımızda bizi mutlu eden ve tatmin etmeyen iki taraf görülüyor. Mutlu eden taraf, Sibirya’dan Balkanlara müşterek bir folklor anlatısı oluşturabilmiş olmamız ki, Ziya Gökalp, Abdülkadir İnan, Bahaeddin Ögel gibi kıymetli hocalar bu hareketi genç cumhuriyet devrinde başlatmış, Türk kültürünün sınırlarını Anadolu’dan dışarıya taşıyarak “kültürde birlik” şiarının taşlarını döşemişlerdi. Ancak bunu yaparken, aynı devirde Anadolu’da da hummalı çalışmalar devam ediyordu. Bir yandan Türk Halk Bilgisi Derneği kurulmuş, derneğe bağlı Halk Bilgisi Haberleri Dergisi içerisinde birçok derleme ve inceleme makalesi yayımlanıyor, öbür yandan Halkevleri büyük bir titizlikle folklor çalışmalarına devam ediyordu. Yusuf Ziya Demircioğlu, Mahmut Ragıp Gazimihal gibi değerli araştırmacılar ise İstanbul Belediye Konservatuarının öncülüğüyle Anadolu sözlü kültürünü derlemek üzere gezilere çıkıyorlardı.
Hâl böyleyken Genç Cumhuriyet’in belki de en büyük gayesi “Millî Kültürü” tanımaktı. Fuad Köprülü ve asistanları Cumhuriyetin temelini oluşturacak kültür öğelerini bundan dolayı neşrediyordu. Dede Korkut, Oğuz Kağan gibi büyük destanlarımız da bu devirde hüviyetlerini geri kazanıyordu.
Bundan dolayı Genç Cumhuriyetin folklor çalışmalarını “tanıma” devri olarak adlandırmayı doğru buluyorum. Millî kültürünü unutmuş, masallardan destanlara kadar “kocakarı masalı” olarak dışlanmış metinler Türk aydını tarafından yeniden tanındı.
Cumhuriyetin 100. Yılı ise “tanıtma” devri olmalıydı ki, yukarıda aktardığım ve folklor çalışmalarının “tatmin etmeyen” yanı olarak gördüğüm mesele de budur. Türk kültürü, Sibirya ve Balkan hattında bir bütün olarak orada duruyorken bu kültürü tanıtmaya yönelik çalışmalara yoğunlaşmak gerekir. Bu noktada maddeleyerek Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında yapılması gerekenleri aktarmaya çalışacağım.
- Türk sözlü kültürü arşivlenmeli ve bu arşivler dijital olarak açık erişim olmalıdır. Araştırmacıların geçmişte ve bugün yaptığı derlemeleri içeren büyük bir internet arşivi oluşturmalıdır. Burada Estonya örneğini vermek yanlış olmaz. https://folklore.ee/era/ava.htm Bu internet sitesinde kısa süreli bir gezinti yaparsanız sözlü kültürün nasıl arşivlenmesine dair fikir edinebilirsiniz ki, bizim ihtiyacımız olan da budur. Millî Kültürümüz aydınlarımız tarafından bilinse de, erişilemez olması kabul edilemez. Kültür unsurlarının erişilir olması, kültürün yeniden üretimi noktasında önemli bir meseledir.
- Kültür ve Turizm Bakanlığı ayrılıp, Kültür Bakanlığı müstakil bir bakanlık olarak görevini ifa etmeli, Türk kültürünün yayılması ve yaygınlaşması adına icra edilen işlere daha fazla ödenek sağlamalıdır. Biliyorsunuz ki kültür, her zaman bir hami ister. Bu hamilik sisteminde boşluk oluşması halinde kültürel projeler de aynı oranda sekteye uğrar. Bu projelerin sekteye uğramaması, liyakatli projelerin ödenek alması Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında Türk kültürünün tanıtılması açısından hayatidir. Bakanlığın yetersiz kaldığı noktalarda ise özel fonlar devreye girmeli, Türk milliyetçisi iş insanları Türk kültürünü desteklemelidir.
- Bir kültür endüstrisi oluşturulmalı, bu endüstri çerçevesinde Türk kültürü temel alınarak film, müzik, edebiyat, oyun ve resim gibi sanatsal üretimler arttırılmalıdır. Ancak bunu yaparken Türkiye’deki üretim algısı kökten değişmelidir. Misal verecek olursak, doğrudan bir Oğuz Kağan filmi çekmek yahut romanı yazmak yerine, tıpkı Tolkien’in başardığı gibi kendi büyük eserlerimizi “esin” malzemesi haline getirmemiz gerekir. Yüzümüzü hamasetten uzak, gerçekten sanatsal kaygılarla üretilen eserlere dönmeliyiz. Türk kültürünün uluslararası sahada tanınması ancak bu şekilde mümkündür. Özellikle dijital çağda bilgisayar oyunlarının da kültürü tanıtmak için ne denli büyük bir araç olduğunun farkına varılmalı, bu alanda üretmek isteyen gençler özellikle teşvik edilmelidir.
- Derleme ve kent kültürü çalışmaları devam etmeli, bu çalışmalar üzerine raporlar ve değerlendirmeler yazılmalıdır. Türk kültürünün geçmişi bizler için ne kadar kıymetliyse geleceği de aynı derecede kıymetlidir. Bu yüzden folklor konulu çalıştaylar ve kongrelerin sayısı arttırılmalı, üniversitelerdeki folklor kürsüleri kavuşamadığı değeri görmelidir.
Yukarıda sıralanan dört madde de birbirine göbekten bağlıdır. Arşivcilik ve bu arşivlerin halka açılması folklor çalışmalarını ve kültürel üretimi mutlaka zenginleştirecektir. Kültür Bakanlığı yahut özel girişimler marifetiyle yapılan işler fonlanmalı, Türk kültürü dünyaya hakkıyla tanıtılmalıdır. Folklor araştırmacılarının temel gayesi de tanıtmak üzerine kurulu olmalıdır. Kültür girişimlerinin geri kaldığı bir memleket düşünülemez ki belki de günümüzde en az ilgi bu işleredir. Ancak gerekli kıymet ve ilgi gösterildiğinde Türkiye’nin kültürel sahada büyümesi, kalan bütün sahalara da fayda sağlar. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında farkına varmamız gereken de budur. İkinci yüzyılımızın, Türk kültürünün yükseleceği bir yüzyıl olması dileğiyle...
Türk kültürü ile ilgili çalışmalarınızdan dolayı sizi tebrik ederim yazınızı çok beğendim kültür olmadan millet var olamaz. Nacizhane katkım bu arşiv çalışması yapılırken ilgili ve donanımlı öğretmenlerdende yararlanması gerekir zira anadolunun dört köşesinde köylerde kasabalarda bitmekte olan kültür ögelerine en rahat ulaşacak olanlarda onlardır. Tekrar teşekkürlerimi sunarım esenlikler dilerim.