Diye sorsam sizlere, pek çoğunuzun bana - hiçbiriniz kendi hayatında, kendi kendine uyguladığı şiddetin zerre kadar farkına bile varmadan - "aaa olur mu hiç öyle şey, benim şiddetle hiç işim olmaz, asla kimseyi dövmem, kimseye küfür ve hakaret etmem, kaba konuşmam, mecbur kalmadıkça kimsenin kalbini kırmam v.s." diye cevap vereceğinizden neredeyse eminim ama bana verdiğiniz bu cevapların sizlere sormuş olduğum sorunun gerçek karşılığı olup olmadığından emin değilim nedense. Zira şiddet sizin zannettiğiniz gibi uzak bir kavram değil bizlere, hatta günlük hayatımızın tam ortasında o kadar zarif, o kadar naif bir şekilde yer tutuyor ki, o zerafet içinde şiddetin, şiddet olduğunun farkına bile varmadan, bu şiddeti çeşitli vesilelerle hem kendimize hem de çevremizde bulunan insanlara ince ince uygulayarak yaşamımıza devam ediyor ve bundan da hiç rahatsız olmuyoruz aslında. Hayatımızı örümcek ağları gibi saran şiddet dolu bu davranışlarımızın içeriğine baktığımız zamansa en sağlıklı ve en güzel şiddet sebebi olarak "zayıflamak", en iyiyi yaşamak için en gerekli şiddet sebebi "para", en sevgi dolu şiddet sebebi "anne baba olmak", en dürüst şiddet sebebi "söz vermek", en hijyenik şiddet sebebi "temizlik, titizlik", en haklı şiddet sebebi "haklı olmak", kişisel gelişim için şiddet sebebi "otokontrol" v.s. uzayan bir en'ler listesi hemen karşımıza çıkıveriyor.
Tabii şimdi bana "hey sen, ne yazdığını biliyor musun, diğer maddeler hadi neyse de anne baba olmak nasıl bir şiddet sebebi olabilir ki, biz çocuklarımızı çok seviyor, onları iyi eğitmek için her türlü fedakarlığı yapıyoruz" diye itiraz edeceğinizi biliyorum ama sizlerin bu düşüncesine katılmıyorum. Çünkü bizim toplumumuzda bilinmez bir nedenle "aile" üzerinde konuşulmayan kutsal bir kurum olarak tanımlanmış olup, bu özelliği nedeniyle gelişime ve değişime kapalıdır ve bu yüzden anne babalarımız bizi nasıl yetiştirdiyse biz de çocuklarımızı - hiçbir değişikliğe uğratmadan- harfi harfine onların bizi yetiştirdiği gibi yetiştirir; onlara, onların bize davrandığı gibi davranır ve aynen onlar gibi çocuğumuzun davranışlarında beğenmediğimiz, onaylamadığımız bir şey olduğu zaman onunla oturup konuşmak, davranışının sebebini, bir problemi olup olmadığını öğrenmek yerine çocuğumuzu eğitmek bahanesiyle onu cezalandırır ya da anne baba olarak ortalama zekaya sahip olduğumuz halde çocuğumuzun dahi olduğuna inanıp, çocuğumuzun okul v.s. başarısını, kendimizin anne babalıktaki başarısının ölçütü olarak alır ve onda beğenmediğimiz ne kadar huy varsa onları yok etmek için de - yani tıpkı anne babalarımız gibi çocuklarımızı olduğu gibi değil, kendi istediğimiz gibi oldurmak için- uğraşıp dururuz ama bu davranışlarımızın şiddet içerdiğini ve bir insanın sevgiyi de nefreti de ailede öğrendiğini ve hangisini öğrendiyse o bilgiyle bir ömür boyu yaşadığı hayatın yönünü belirlediğini bir türlü kavrayamayız. Ve içten içe o çocuğun "kendi çocuğumuz, kendi ruhumuz, kendi genetiğimiz yani aynadaki kendi yansımamız" olduğunu bildiğimiz halde, herhalde anne babamızdan kendimizi sevmeyi öğrenemediğimiz için o çocuğu da sevmez ya da onu olduğu gibi değil de sadece bizim istediklerimizi yaptığı sürece sever ve onaylar; onda gördüğümüz kendimize katlanamadığımız için de çocuğumuzu değiştirmek için öyle deli uğraşırız...
Keşke ama keşke, kendi çocuğumuza, onun hayatı ile ilgili kendi isteklerimizi dikte etmeden önce onun da bir kimliği, kişiliği olduğu yani onun da bir insan olduğu aklımıza gelse, keşke eşyalarımıza gösterdiğimiz özenin hiç olmazsa yarısını ona göstersek ve sadece kendi hayatıyla ilgili konularda bari olsa onun da fikrini almayı akıl etsek diyor ve lafı daha fazla uzatmadan üzerinde biraz düşünmeniz için konuyu burada bırakıyorum...
İclal Türkmen