Türk ekonomisi şu meşhur 2001 krizinden sonra en büyük ekonomik daralmanın, enflasyonun, hatta devalüasyonun yaşandığı bir dönem içerisinde adeta cebelleşiyor. Türk parası, dolar ve euro karşısında günlük %20-%25’lere uzanan kayıplar yaşıyor. Hiç şüphesiz en ağır faturayı da Türk halkı ödüyor. Artan girdi maliyetleriyle sanayici, esnaf zaten zor olan piyasa koşullarının karşısında bırakın kâr etmeyi, yalnızca ayakta durmaya çalışıyor. Çalışan kesimse temel gıda maddelerinde dahi her gün artan fiyatlar karşısında "ay sonunu nasıl getiririm"in hesabını yapıyor.
AKP hükümetinin yıllardır dilinden düşürmediği o büyük 2023 hedefini, neredeyse kuru ekmeğe muhtaç hale gelecek on binlerce hatta yüzbinlerce aileyle karşılayacağız. Türkiye deyince akıllara üç tarafı denizlerle çevrili, dört mevsimi yaşayan, toprağa ne eksen fışkıracak dediğimiz bereketli toprakları olan bir ülke gelirdi. Artık Türkiye deyince bırakın buğdayı, pirinci, bakliyatı, hububatı; samanı dahi ithal eden, kendi kendine yetmeyen bir ülke aklımıza geliyor hatta direkt yaşıyoruz bu tabloyu. Her gün yeni bir zamla uyanan vatandaş, marketten şekeri, unu, sütü sınırlı sayıda alabiliyor. Bu gidişle yağ kuyruğundan, mazot kuyruğundan, şeker kuyruğundan bahsederek eski günlere dem vuran amcaların yaşadığı günlerdeki gibi karneli sisteme döneceğiz.
Bu tablonun böyle olacağı şeker fabrikalarının satılmasıyla, tarım ülkesi Türkiye’de tarımın desteklenmeyip İsrail tohumuna teslim edilmesiyle, hayvancılığın desteklenmeyip ithal hayvana mahkum ettirilmesiyle dünden belliydi zaten.
Peki ya kötü ekonomi? Hiç uzağa bakmaya gerek yok. Milyonlarca dolar harcanan Suriyeliler, tek bir tane dostumuzun olmadığı dış politika, ABD-Rusya arasında sıkışmış ilişki üçgeni, devletin her kurumunu sarmış israf düzeni, satılan devlet fabrikaları ve cabası. İşte bunların hepsi bugün bu kötü ekonominin, Türk parasının, Papua Yeni Gine parası karşısında bile değer kaybetmesi için yeteri kadar geçerli bir neden.
Devlet, Merkez Bankası aracılığıyla piyasaya döviz servis ederek doğrudan müdahale etse de, piyasa adeta ex olmak üzere olan bir hastaya son çare elektroşok vererek hayata döndürme çabası gibi mucizelere kalmış bir durum içerisinde.
2001 krizinde dahi piyasa ekonomisi bu derece kangren durumda değildi, evet gecelik faizler yüksekti, hazine boştu, merkez bankası rezervleri sıkıntılıydı fakat esnaf ve sanayici tıkır tıkır iş yapıp para kazanıyor, çalışan kesim bu derece fiyatlar karşısında ezilmiyordu.
O dönem merhum Başbakan Ecevit’e Başbakanlık'tan çıkarken yazar kasa atıp doları yükseltenler bugün aynı olayı tekrarlasa emin olan dolar reaksiyon bile göstermeyecek kadar yüklü durumda.
Bu şartlarda asgari ücretin 4000 lira dahi olması hangi yaraya merhem olacaktır meçhul. Hele bir de işçiden çok işvereni kollayan bu sistemde biz neyi konuşuyoruz, bilemiyorum.
Bolluk ülkesinden kıtlık ülkesine doğru gittiğimiz şu süreçte ekonomik kurtuluş savaşında Türk halkına üstün muvaffakiyetler dilerim.
AKP hükümetinin yıllardır dilinden düşürmediği o büyük 2023 hedefini, neredeyse kuru ekmeğe muhtaç hale gelecek on binlerce hatta yüzbinlerce aileyle karşılayacağız. Türkiye deyince akıllara üç tarafı denizlerle çevrili, dört mevsimi yaşayan, toprağa ne eksen fışkıracak dediğimiz bereketli toprakları olan bir ülke gelirdi. Artık Türkiye deyince bırakın buğdayı, pirinci, bakliyatı, hububatı; samanı dahi ithal eden, kendi kendine yetmeyen bir ülke aklımıza geliyor hatta direkt yaşıyoruz bu tabloyu. Her gün yeni bir zamla uyanan vatandaş, marketten şekeri, unu, sütü sınırlı sayıda alabiliyor. Bu gidişle yağ kuyruğundan, mazot kuyruğundan, şeker kuyruğundan bahsederek eski günlere dem vuran amcaların yaşadığı günlerdeki gibi karneli sisteme döneceğiz.
Bu tablonun böyle olacağı şeker fabrikalarının satılmasıyla, tarım ülkesi Türkiye’de tarımın desteklenmeyip İsrail tohumuna teslim edilmesiyle, hayvancılığın desteklenmeyip ithal hayvana mahkum ettirilmesiyle dünden belliydi zaten.
Peki ya kötü ekonomi? Hiç uzağa bakmaya gerek yok. Milyonlarca dolar harcanan Suriyeliler, tek bir tane dostumuzun olmadığı dış politika, ABD-Rusya arasında sıkışmış ilişki üçgeni, devletin her kurumunu sarmış israf düzeni, satılan devlet fabrikaları ve cabası. İşte bunların hepsi bugün bu kötü ekonominin, Türk parasının, Papua Yeni Gine parası karşısında bile değer kaybetmesi için yeteri kadar geçerli bir neden.
Devlet, Merkez Bankası aracılığıyla piyasaya döviz servis ederek doğrudan müdahale etse de, piyasa adeta ex olmak üzere olan bir hastaya son çare elektroşok vererek hayata döndürme çabası gibi mucizelere kalmış bir durum içerisinde.
2001 krizinde dahi piyasa ekonomisi bu derece kangren durumda değildi, evet gecelik faizler yüksekti, hazine boştu, merkez bankası rezervleri sıkıntılıydı fakat esnaf ve sanayici tıkır tıkır iş yapıp para kazanıyor, çalışan kesim bu derece fiyatlar karşısında ezilmiyordu.
O dönem merhum Başbakan Ecevit’e Başbakanlık'tan çıkarken yazar kasa atıp doları yükseltenler bugün aynı olayı tekrarlasa emin olan dolar reaksiyon bile göstermeyecek kadar yüklü durumda.
Bu şartlarda asgari ücretin 4000 lira dahi olması hangi yaraya merhem olacaktır meçhul. Hele bir de işçiden çok işvereni kollayan bu sistemde biz neyi konuşuyoruz, bilemiyorum.
Bolluk ülkesinden kıtlık ülkesine doğru gittiğimiz şu süreçte ekonomik kurtuluş savaşında Türk halkına üstün muvaffakiyetler dilerim.