İnsanlık tarihinin en eski hastalıklarından biri olarak kabul edilen şizofreni; Antik Yunanistan’dan Mısır’a kadar birçok farklı toplum içinde görülmüş, ne var ki psikoloji biliminin gelişmemesi sebebiyle şizofreni hastalığına dair tam bir tanım yapılamamış ve şizofreni hastaları üzerinde uygulanan tedavi yöntemleri de antik pagan ritüellerinden ileri gidememiştir. Şizofreni hastaları, insanlık var olduğundan beri her toplumun içinde yer almış ve her dönem toplumun kendilerine tanıdığı farklı roller altında var olma mücadelesi vermişlerdir. Antik çağlarda şizofreni hastalarının bir kısmı toplum içinde ’’ermiş, evliya’’ muamelesi görmüş, hatta doğu toplumlarında kralların huzuruna çıkartılarak fikirlerine danışılmıştır. Dünyanın gelişmesi ve toplumların bir düzen yaratmaya başlamasıyla şizofreni hastaları hayat akışı içinde daha fazla görülmeye başlamış ve Orta Çağ Avrupa’sında içlerine şeytan girmiş lanetli insanlar kabul edilerek yakılmışlar, kırbaçlanmışlar, gömülmüşler ya da sürülmüşlerdir. Orta Çağ’dan itibaren akıl hastanelerinin kurulmaları, çeşitli yöntemlerin geliştirmeleri ve bazı hastalıkların keşfedilmesi; şizofreni hastalığı üzerinde yapılan çalışmalara vesile olmuş ancak şizofreni teriminin ilk kez kullanılması ve doğru tanımlamalar yapılması 20. yüzyıla kadar sürmüştür. Bugün bile şizofreni bir hastalık olarak kendi içerisinde çözülememiş birçok gizem barındırmaktadır; yani şizofreni yalnızca en eski hastalık değil, aynı zamanda en az tanınan hastalıklardan biridir. Yunanca ayrık ve akıl kelimelerinin birleşimi olan şizofreni, büyük ölçüde genetik bir hastalıktır. Tabii çevresel faktörlerin de büyük etkisinin olması, şizofreni hastalığını günümüz dünyasında daha fazla yaygınlaştırmıştır. Şizofreni hastalığının içeriği, dalları ve tedavi yöntemleri oldukça derindir; bu bağlamda psikoloji çalışanı olmayan bir olarak benim bu konu hakkında yorum yapmam doğru olmayacaktır.
Şizofreni hastalığının kendisi kadar, şizofreni hastalarına karşı duyulan ön yargılar da çok eskidir ve ne yazık ki bu ön yargılar toplum içinde zaman zaman nefret diline dönüşmektedir. Bir kelime olarak ‘’Şizofren’’ çoğu zaman aşağılama amaçlı kullanılır ya da üzerinden mizah yapılır. Oysa ki şizofreni, ömür boyu süren çok trajik bir hastalıktır ve üstesinden gelmeye çalışan hastalar ve özellikle de aileleri çok büyük bir saygı hak etmektedirler. Buna karşın medya aracılığıyla şizofreni hastaları şiddete meyilli ve zarar verme odaklı insanlar olarak gösterilmektedir. Hiç kuşkusuz şizofreni hastalarına karşı duyulan bu ön yargıların temelinde, aslında kamuoyunun şizofreni hastalığı konusundaki bilgi eksikliği yatar. Şizofreni hastalığının toplum nezdinde öğrenilmesi ve farkındalık yaratılması öncelikli olarak kamu kuruluşlarımızın görevidir. Ülkemizde son yıllarda bununla alakalı değerli çalışmalar yapılmış olsa da ne yazık ki istenen ivme sağlanamamıştır ve toplum genelinde bir bilinç yaratmak için kat edilmesi gereken çok yol vardır.
Toplum genelinde oluşan yanlış algılar sebebiyle şizofreni hastalarının şiddet gerçekleştirmeye meyilli olduğu sanılırken; dünya genelinde yapılan istatistikler bunun yanlış olduğunu gösteriyor. Hatta birçok araştırmaya göre herhangi birimizin bir şizofreni hastası tarafıdan öldürülme ihtimali 14 milyonda bir. Yapılan son araştırmalar Türkiye’de en az 600.000 şizofreni hastası olduğunu söylüyor, hastaların aileleri de hesaba katıldığında ülkemizde üç milyona yakın insan Şizofreni ile mücadele ediyor. Şizofreni hastalığı yalnızca hasta için değil, hasta yakınları için de büyük bir sınavdır. Üç milyon hiç azımsanacak bir sayı değildir ve bu mücadelelerinde onlara destek olmak bizler için ahlaki bir sorumluluk olmalıdır.
Sağlık biliminin ilerlemesi ve tedavi yöntemlerinin gelişmesiyle Şizofreni hastalığı kontrol edilebilir bir hal almıştır ve dünya genelinde bununla alakalı başarılı örnekler mevcuttur. Hastaları topluma kazandırmayı amaçlayan devlet politikaları, doğru yöntemlerle uygulandığı zaman başarıya ulaşmaktadır. Ne var ki ülkemizde bu konuyla alakalı yapılan çalışmalar ne kadar iyi olursa olsun, hastalığa karşı toplum ön yargısı çok ciddi boyutlarda olduğu için şizofreni ile mücadele aksamaktadır. Şizofreni, insanlık tarihinin başından beri var olan bir hastalıktır ve her zaman da var olacaktır. Bu sebeple bu hastalığın mağduru olan insanları topluma kazandırmak; yalnızca ahlaki bir sorumluluk değil, aynı zamanda devletsel bir politika olmalıdır. Kurumlarımızda şizofreni hastaları için kontenjanlar oluşturulmalı, varsa sayıları arttırılmalıdır. Şizofreni hastası başarılı kişiler toplum genelinde tanıtılmalı, ilgili dernek ve STK’lar desteklenmeli ve medya aracılığıyla bir farkındalık yaratılmalıdır. Şizofreni hastalarının birbiriyle dayanışması kadar, bizim toplum olarak onları sahiplenmemiz de çok önemlidir. Şizofreni hastalarının maruz kaldığı dışlanma, hayatın her alanında kendini göstermektedir. Bugün hastaların en büyük problemlerinden biri olarak işsizlik gösteriliyor. Özel sektörden birçok kuruluş kendilerini işe almak istemezken, eğitim hayatında ise ciddi bir ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Bu adaletsizlik hakkında konuşmamız gerek, bazı şeyleri düzeltmemiz gerek.
Bu kısa yazımı tamamlarken, ömrünü bu hastalıkla mücadele ederek geçirmiş tüm vatandaşlarımızı derin bir saygıyla selamlıyorum.
Eren Kotil