Ermeni sorunu, ülkemizin gündemini yüz yılı aşkın bir süredir meşgul eden ve artık kronikleşerek Batılı devletler tarafından dış politikaya malzeme edilmiş, siyasi bir argüman haline gelmiştir. Ermeniler ısrarlar Türklerin soykırım yaptığını iddia etmekte, Türkler ise bu durumun bir soykırım olmadığını tehcir olduğunu söyleyerek iddialara cevap vermektedir. Bu sürecin tarihsel geçmişini bilgilerinize sunmadan önce tehcir ve soykırım kavramlarının tanımını yapmak istiyorum.
Soykırım; "siyasal, ulusal, ırksal ya da dinsel bir nedenle, azınlık durumundaki bir insan topluluğunu soyca yok etmeyi amaçlayan toplu öldürme eylemi" olarak tanımlanmaktadır. Tehcir ise; "göçe zorlama, göç ettirme, göç etmesine yol açma, sürme" anlamına gelmektedir. Gördüğünüz gibi kavramsal olarak iki farklı tanımlama karşımıza çıkmaktadır. Dilerseniz bu tarihsel sürece değinmek suretiyle yaşanılan olayın soykırım mı, yoksa tehcir mi olduğuna karar verelim.
Öncelikle faydalı olacağını düşündüğüm şu anekdotu belirtmeden geçmek konunun özünün anlaşılmasına mani olacaktır. Sanıldığının aksine Ermenilerin soykırım iddiasıyla andığı 24 Nisan 1915 yılında Tehcir Kanunu çıkarılmamıştır, Tehcir Kanunu 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılmıştır. Ermenilerin andığı 24 Nisan 1915 tarihinde İstanbul’daki Ermeni komitaları kapatılmış ve aralarında yöneticilerin de bulunduğu 2345 kişi devlet aleyhinde faaliyette bulunduğu gerekçesiyle Ankara ve Çankırı’daki hapishanelere gönderilmiştir. Dolayısıyla Ermeniler aslında iddia ettikleri gibi soykırımı değil, Ermeni komitacıların tutuklanmasını anarak Türk toprakları üzerindeki emellerini bir nevi ilan ediyorlar.
Osmanlı Devleti girdiği 1. Cihan Harbinde yedi cephede düşmanla savaşırken içeride de Batılı güçlerin tahrik ve desteğini alan azınlık unsurlarıyla çetin bir mücadeleye girdi. Bu azınlık unsurları içerisinde 19. yüzyıla kadar "Teba-yı Sadıka" olarak bilinen Ermenilerin faaliyetleri Osmanlı Devletini oldukça güç durumda bırakıyordu. Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı doğu vilayetlerinde ordu güvenliğini tehdit etmeye ve çeteci Ermenilerin ordumuzu arkadan vurmaya başladığı bilgisi bizzat 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa tarafından İstanbul’a bildiriliyordu. Devletin derhal önlem alması gerektiğini ve bir tehcir kanunu ile bölgedeki Ermenilerin başka yerlere göç ettirilmesi gerektiğini ifade eden Hasan İzzet Paşa tedbir alınmaması halinde orduyu çekmek durumunda kalacağını İstanbul’a bildiriyordu.
Ruslar sıcak denizlere inme gayesiyle durmadan Ermenileri desteklemekte, ABD, İngiltere ve Fransa gibi Batılı devletler de Osmanlıyı parçalama siyasetinin bir gereği olarak açtıkları misyoner okullarında sürekli olarak Ermenilerin asil bir millet olduğu buna bağlı olarak mutlaka bağımsız yaşamaları gerektiği yönünde propaganda faaliyetlerinde bulunuyordu. Bu propagandalara inanan Ermeniler bulundukları yerlerde Müslüman halka zulmetmeye başladı, kimi yerlerde çocuk, kadın ya da yaşlı demeden Müslüman halk Ermeni milislerce öldürülüyor hatta ve hatta işkencelere maruz bırakılıyordu. 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni komitacılarının tutuklanmasına tepki olarak Van başta olmak üzere bazı doğu vilayetlerimiz Ermeniler tarafından işgal edilerek Ruslara teslim edilir. Olaylar artık önlenemez boyutlara gelmiş ve memleketin hemen her yerinde taşkınlıklar ve ayaklanmalar başlamıştır.
Tüm bu olaylara son vermek amacıyla nihayet 27 Mayıs 1915 tarihinde Ermenilerin zorunlu göçü anlamına gelen Tehcir Kanunu çıkarıldı. Kanun; savaş şart ve imkanlarının elverdiği ölçüde, insani duyarlılık ihmal edilmeden, göçle ilgili yasal düzenlemeler dikkate alınarak büyük bir titizlikle uygulamaya konulur.
Tarihsel olayları değerlendirilirken dikkat edilmesi gereken en önemli unsurun; dönemin şartlarını göz önüne almak olduğu unutulmamalıdır. Osmanlı Devleti uzun yıllar boyunca Anadolu’yu ihmal ettiği bilinen bir gerçektir. Dönemsel şartlar itibariyle şose yolların bile bulunmadığı ve yine o yıllarda çeşitli salgın hastalıkların Anadolu’da mevcut olduğu unutulmamalıdır. Pek tabii olarak bu şartlarda Ermeniler yollarda hastalanmış ve de ölmüşlerdir. Fakat iddia edildiği gibi bir soykırım asla söz konusu değildir. Yukarıda soykırım kavramının tanımlamasını yapmıştık, orada ifade ettiği gibi bir durum cereyan etmiş olsaydı bırakın devlet kurmayı yer yüzünde bir tane Ermeni kalmazdı.
Osmanlı Devleti cephede düşman ile savaşırken kendi tebaasından bir milletin onu dönüp arkasından vurmasını kabullenecek bir devlet değildi. O zamanki devlet, devlet olmanın reaksiyonunu göstermiştir. Savaşın gerçekleştiği bölgede düşmanla aynı safta olan unsurların faaliyetleri elbette meşru görülemezdi. Problemin kökü merak ediliyorsa şu sorunun cevabına ulaşmak son derece faydalı olacaktır: Ermeniler neden göç ettirildi?
Türk milleti tarihsel süreç içerisinde Ermeni Sorununun varlığından ASALA terör örgütünün yaptığı eylemler neticesinde haberdar oldu. ASALA, terör faaliyetlerine girişene kadar böyle bir sorundan bihaber yaşıyor ve Ermenilerin lobicilik faaliyetini de görmüyorduk. Ermeniler bu süreçte sözde soykırım iddialarına güçlü müttefikler buldu. Başta ABD, Fransa, İngiltere, Almanya ve Rusya gibi devletler Ermeni iddialarının adeta birer sözcüsü olmuşlardır.
Tehcir uygulamasını dünyada çeşitli ülkeler kullanmıştır. Bunlardan en bilineni Çarlık Rusyası’nın yaptığıdır, topraklarından yaşayan 500.000 ile 1.000.000 arasındaki Yahudi’yi sürekli olarak tehcire tabi tutmuştur. Vicdanlı bir ABD’li tarihçi olan A. T. Chester şunları yazar: "Dünya savaşı sırasında Türkiye’nin kuzeydoğusundan Ermenilerin sürgünü hakkında çok şey duymaktayız. Gerçek şu ki, Türkler Rus işgal tehdidine karşı ülkelerini savunmak için Rusya sınırına bir ordu gönderdiler.(Bu yukarda bahsettiğimiz 3. Ordu) Orduda tıpkı bizim askere aldığımız gibi, Türk vatandaşı olan bütün milletler yer alıyordu. Cephede Ermeniler boş kovan kullandılar ve siperleri terk ettiler. Zaten bu, çok kötü idi fakat Ermeniler bu tür bir ihanetle yetinmediler. Ordunun arkasındaki vilayetlerde çok sayıda Ermeni yaşıyordu ve bu insanlar Türklerin Ruslar tarafından yenilgiye uğratılma şansının çok fazla olduğunu düşünerek, ordu gerisinde isyan etmek ve destek unsurlarını kesmek suretiyle bunu gerçeğe dönüştürmeye karar verdiler." Sözlerine şu şekilde de devam eder: "Diyelim Meksika ile savaş halindeyiz. Bizim zenciler düşman ordusuna katılmakla kalmıyor, geride kalanları da telgraf hattımızı kesiyor, ikmal yollarımızı vuruyorlar. Biz bu zencilere ne yaparız?"
Yıllardan beri türlü şekillerde Ermeni Sorunu ısıtılıp ısıtılıp önümüze birileri tarafından servis ediliyor. Alınan tehcir kararı yukarıda ifade edildiği gibi bir gerekliliğin yansıması olarak tezahür etmiştir ve dönemsel olarak bir zorunluluğun getirisidir.
Son söz olarak, her daim popüler olmak isteyen ve entelektüel olduğunu ispat peşinde koşanların sarsılmaz bir hedefi vardır: TÜRKLÜK. Tehcirin üzerinden yüz değil, bir milyon yıl geçse de alınan karar doğrudur ve iddia edildiği gibi soykırım yaşanmamıştır. Soykırım iddiası taşıyanlar, fikir babalarının eteklerine baksın orada hakikatin fotoğrafını görecekler.
Bu 24 Nisan’da da içimizden yeni Ermeniler çıkacaktır, bu çıkışları mazur görün ya aydın görünmek istemişlerdir ya popüler olmak istemişlerdir ya da paraları bitmiştir. Malum geçim derdi…
Barış Yüksel