Bunlar ve benzeri cümlelerden bir veya birkaçını duymayan Türk kalmamıştır: “Suriyeliler olmasa sanayi biter.” “Suriyeliler olmasa fabrikalarda çalışacak işçi yok.” “Suriyeliler olmasa raflar boş kalır.” Bu cümleleri kuranlar arasında iş insanları, belediye başkanları, milletvekilleri, gazeteciler, televizyonların kadrolu herbokologları ve çeşit çeşit ekran ünlüleri var. Diyorlar ki: “Türkler çalışmak istemiyor, Suriyeliler ağır işlerde çalışıyorlar, devranı onlar döndürüyorlar.” Yani bize Suriyelilerin ülkeye ne kadar faydalı olduklarını anlatırken, aynı zamanda da “Gördüğünüz gibi iş var. Siz beğenmiyorsunuz” deyiveriyorlar. Bir taşla iki kuş. 15 yıl önce de yaşamış olmasak, Türkleri sadece şarap tadımı ve Nişantaşı bölgesinde restoran eleştirmenliği işlerini -onu da binbir nazla- kabul eden ayrıcalıklı bir grup sanacağız. Hâlbuki Suriyeliler olmadan önce de konfeksiyonlar ve fabrikalar doluydu, sanayi tıkırındaydı, bugün olduğu gibi neredeyse her iş kolunda işçi fazlası, bu yüzden de işsizlik vardı. (Türkiye gibi kronik işsizlik sorunu olan bir ülkeye milyonlarca göçmen almanın ne kadar trajikomik bir olay olduğu da herkesin malumu olduğu için, üzerinde durmaya gerek duymuyorum. )
Bu cümleler neden sürekli tekrarlanıyor? Isıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar da diyemeyeceğim, soğumasına müsaade etmiyorlar ki bir daha ısıtmaya lüzum olsun. Çünkü ortada Türk işçisinin ve Türk işsizinin aleyhine ama geri kalan herkesin lehine dönen bir çark var. Bu çarkın ne olduğunu ve nasıl döndüğünü anlamak için bu konuya ayrı ayrı devlet, işveren, işçi ve işsizin bakış açısından bakmak gerekiyor. Tam da onu yapacağız.
Bu cümleler neden sürekli tekrarlanıyor? Isıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar da diyemeyeceğim, soğumasına müsaade etmiyorlar ki bir daha ısıtmaya lüzum olsun. Çünkü ortada Türk işçisinin ve Türk işsizinin aleyhine ama geri kalan herkesin lehine dönen bir çark var. Bu çarkın ne olduğunu ve nasıl döndüğünü anlamak için bu konuya ayrı ayrı devlet, işveren, işçi ve işsizin bakış açısından bakmak gerekiyor. Tam da onu yapacağız.
Türk Sermayesinin Durumu
Türkiye’de Şubat 2021-Şubat 2022 Üfe oranı %105,01 ve Tüfe oranı %54,44 olarak açıklandı. Bu ne demektir? Basitçe, bir tüketici geçen yıl 100 liraya doldurduğu sepeti 154 liraya doldururken bir üretici geçen yıl 100 liraya aldığı hammaddeyi, üretim malını 205 liraya alıyor. Üretici, anlaşıldığı üzere mal alırken kendisine yansıyan zammı, tüketiciye yansıtamıyor. Bunda serbest piyasanın getirdiği rekabetin payı olduğu kadar, Türkiye’deki tüketicinin cüzdan durumunun da etkisi var elbet. Üreticinin üstündeki yüksek vergileri de unutmamak gerekir. İş yeri sahipleri stopaj, gelir vergisi, katma değer vergisi, damga vergisi, geçici vergi gibi bir sürü vergiye tabi. 2022 yılında yapılan %50’lik asgari ücret zammı ile de en düşük işçi maliyeti iş yerine yaklaşık 6.000 TL’ye mâl olmaya başladı.
Tüm bu bilgiler ışığında genel tabloya bakalım: Sermayenin geçen yıla oranla aldığı tüm hammaddeler ya da üretim gereçlerinin fiyatı iki katına çıkmış, bu zaman içinde halk daha da fakirleşmiş ve alım gücü düşmüş, bunun üstüne işçi maliyetleri de %50 oranında artmış hâlde. Eski gelirler artık yok, giderler daha çok, üretilen malın satışının garantisi yok, bugün kötü ama yarın daha iyi olacak umudu desen, e o da yok. Sadece 2021 yılında iflasını ilan eden esnaf sayısı 100.000’in üzerinde. Kalanların ciddi bir çoğunluğu uzun bir süre dükkanını kredi ile döndürdü, büyük borçların altına girdi. Özellikle küçük ve bir oranda orta ölçekli esnaf Bağ-Kur primlerini dahi yatırmakta zorlanıyor.
Küçük ve orta ölçekteki sermayenin bu vahim durumu, doğal olarak onları bir kaçış aramaya itiyor. Türkiye’de sermayenin başında hem yüksek vergi hem de ekonomik durumumuzun vehametinin reçetesi var. Ki başlı başına yüksek verginin ekonominin başına bela olduğu ve düşük vergi ile neredeyse aynı oranda kâr getirdiği bilinir. Vergi oranları arttıkça gelirleri girmekten kaçınma, sahte gider girme, operasyonu yeraltına çekme gibi uyanıklıklar artar. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Durum böyle olunca, Türk sermayesi de kendini kayıtdışılığa itiyor. Vergiden “kaçınma” dünyanın her yerinde çeşitli yollarla uygulansa da Türk sermayesi birçok ülkede rastlanılamayacak düzeyde başka bir gider kısma yolu buldu. Milyonlarca kişinin göçünün neticesinde ortaya çıkan devasa kayıtsız, kaçak işçiler yığını.
Sermaye, bu kaçak işçi yığınını kullanarak kayıtsız ve daha ucuz bir işgücü dalgası oluşturdu. Piyasada bugün bir Türk işçisine verilen parayla neredeyse iki Suriyeli işçi çalıştırılıyor. Sağlık hizmetlerinden bedava yararlandıkları ve 30 yıl sonra Türkiye’den emekli maaşı alma peşinde olmadıkları, bazen de başka bir çareleri olmadıkları için sigortaları yapılmıyor. İşveren böylece, başına gelmiş tüm bu felaketleri dengelemenin bir yolunu bulmuş oluyor.
Sermayenin öteki yüzü olan Türkiye’deki büyük şirketler, resmi işletmeler, bankalarla gün içinde aktif olarak çalışan ya da göz önündeki ticarethaneler ise hem asgari ücret kuralına uymak, hem de iş durumları gereği nakit dışında ödeme kabul edip vergi çarkının içine girmek durumunda. Bu durum resmi bir şekilde çalışan, kanun ve kurallara uyan tüm işletmeleri haksız bir rekabetin içine sokmuş oluyor.
Sermaye kendi derdine düşmüş ve kendini ne pahasına olursa olsun kurtarmaya çalışıyor. İşini ve geleceğini garanti altına alabilmek için -mubah ya da değil- her yolu deniyor. Kaçak işçi konusunda da gördüğü bu zaafı ya da göz yummayı da sonuna kadar kullanıyor. Elbette sermayenin bu konuda denetlenmemesinin hükümet nezdinde de bir sebebi var ve çarkın tamamına hakim olabilmek adına yönetimin sebeplerini de bilmemiz gerekiyor.
Tüm bu bilgiler ışığında genel tabloya bakalım: Sermayenin geçen yıla oranla aldığı tüm hammaddeler ya da üretim gereçlerinin fiyatı iki katına çıkmış, bu zaman içinde halk daha da fakirleşmiş ve alım gücü düşmüş, bunun üstüne işçi maliyetleri de %50 oranında artmış hâlde. Eski gelirler artık yok, giderler daha çok, üretilen malın satışının garantisi yok, bugün kötü ama yarın daha iyi olacak umudu desen, e o da yok. Sadece 2021 yılında iflasını ilan eden esnaf sayısı 100.000’in üzerinde. Kalanların ciddi bir çoğunluğu uzun bir süre dükkanını kredi ile döndürdü, büyük borçların altına girdi. Özellikle küçük ve bir oranda orta ölçekli esnaf Bağ-Kur primlerini dahi yatırmakta zorlanıyor.
Küçük ve orta ölçekteki sermayenin bu vahim durumu, doğal olarak onları bir kaçış aramaya itiyor. Türkiye’de sermayenin başında hem yüksek vergi hem de ekonomik durumumuzun vehametinin reçetesi var. Ki başlı başına yüksek verginin ekonominin başına bela olduğu ve düşük vergi ile neredeyse aynı oranda kâr getirdiği bilinir. Vergi oranları arttıkça gelirleri girmekten kaçınma, sahte gider girme, operasyonu yeraltına çekme gibi uyanıklıklar artar. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Durum böyle olunca, Türk sermayesi de kendini kayıtdışılığa itiyor. Vergiden “kaçınma” dünyanın her yerinde çeşitli yollarla uygulansa da Türk sermayesi birçok ülkede rastlanılamayacak düzeyde başka bir gider kısma yolu buldu. Milyonlarca kişinin göçünün neticesinde ortaya çıkan devasa kayıtsız, kaçak işçiler yığını.
Sermaye, bu kaçak işçi yığınını kullanarak kayıtsız ve daha ucuz bir işgücü dalgası oluşturdu. Piyasada bugün bir Türk işçisine verilen parayla neredeyse iki Suriyeli işçi çalıştırılıyor. Sağlık hizmetlerinden bedava yararlandıkları ve 30 yıl sonra Türkiye’den emekli maaşı alma peşinde olmadıkları, bazen de başka bir çareleri olmadıkları için sigortaları yapılmıyor. İşveren böylece, başına gelmiş tüm bu felaketleri dengelemenin bir yolunu bulmuş oluyor.
Sermayenin öteki yüzü olan Türkiye’deki büyük şirketler, resmi işletmeler, bankalarla gün içinde aktif olarak çalışan ya da göz önündeki ticarethaneler ise hem asgari ücret kuralına uymak, hem de iş durumları gereği nakit dışında ödeme kabul edip vergi çarkının içine girmek durumunda. Bu durum resmi bir şekilde çalışan, kanun ve kurallara uyan tüm işletmeleri haksız bir rekabetin içine sokmuş oluyor.
Sermaye kendi derdine düşmüş ve kendini ne pahasına olursa olsun kurtarmaya çalışıyor. İşini ve geleceğini garanti altına alabilmek için -mubah ya da değil- her yolu deniyor. Kaçak işçi konusunda da gördüğü bu zaafı ya da göz yummayı da sonuna kadar kullanıyor. Elbette sermayenin bu konuda denetlenmemesinin hükümet nezdinde de bir sebebi var ve çarkın tamamına hakim olabilmek adına yönetimin sebeplerini de bilmemiz gerekiyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriyeli İşçi Politikası
Türkiye Cumhuriyeti'nın ekonomik anlamda sıkıntılı zamanlardan geçtiği malum. Bu hâlden çıkış reçetesi için yıllar boyu çeşitli yollar denendi, hepsi ele yüze bulaştırıldı. Türk lirasının değersizleşmesinin önüne geçilmesi için bu ülkenin kara günler için kenarda tuttuğu yedek akçesi bile harcandı, fayda etmedi. Baktılar olacak gibi değil, başından beri zaten TL’nin değer kaybetmesine taraf olduklarını, TL değer kaybettikçe ihracatın patlayacağını ve Türkiye’nin yıllar içinde kendisini üretimle toplayacağını, gizli, yerli ve milli üst akıl planlarının bu olduğunu gururla söylediler.
Giden oyları geri getirebilmek ve bir daha seçim kazanabilmek için ülkenin refaha ulaşması, bu refaha ulaşmak için yeni ekonomik modelin işe yaraması, bunun da olabilmesi için yerli üretimin patlama yapması gerekiyor. Ancak üzerinde bu kadar maddi yük olan sermayenin bırakın patlama yapacak hâli, kendini geçindirmekte dahi sıkıntı yaşadığı görülüyor. Bu yüzden devlet, sermayenin üzerindeki kanun baskısını kaldırıyor. Üretim olduğu ve ihracat rakamları yükseldiği sürece, işçi ile patron arasındaki ilişkiye devlet karışmıyor.
Bu hâl ana unsurun aleyhine dahi olsa, getirdikleri milyonlarla işsizlik rekorlar kırıyor, büyük çoğunluk olan işçilerin ücretleri sürekli düşüyor, yan hakları ellerinden alınıyor, sadece ve sadece asgari ücret ve yol, yemek ya da sigorta gibi basit haklarını isteyen işçilerin işleri çeşitli bahanelerle ellerinden alınıyor da olsa, hükümetin ana politikası işçileri korumak değil, kendilerini ve koltuklarını korumak olduğu için Türk işçileri göz ardı ediliyor, sorunları duymazdan geliniyor. Kendilerine göre büyük resim olarak gördükleri hedeflerine ulaşmak için mecbur kaldıkları bu yeni planın Türk işçilerine olan zararına bir kıymet vermiyor, açıktan söylemeleri mümkün olmadığı için, gizliden gizliye “Siz de bu ücretlere ve çalışma saatlerine razı olursanız iş var” diyorlar. Bunu yaparken de koydukları kanunları kendileri dahi tanımıyor, işlerine ne geliyorsa onu yapıyorlar. Hükümet, yeni ekonomik sisteminin başarıya ulaşabilmesi için, Türk işçisini gözden çıkarıyor.
Bugüne dek aldıkları kararlarla kendilerini ve milletlerini sürekli köşeye sıkıştırdıktan sonra ellerinde pek de seçenek kalmadığından, inanıyor olsalar ya da olmasalar dahi bu yeni sisteme ve çıktıkları bu yola sarılmak zorundalar. Bu süreç içinde düşük ücretlinin yaşadığı sefaleti, elleri mecbur kaldığından sineye çekmek, seçim kaygısı taşıdıkları için de açık açık söylemeden görmezden gelmek durumundalar. Türklerin önüne yaklaşan seçim sandığından çekindikleri için, “Düşük ücretli işçiler için bir cehennem yarattık, bir süre daha böyle gitmek zorunda, idare edin” diyemeyeceklerini kendileri de biliyor, bu yüzden de tam ve mutlak bir inkâr ile durumu yok sayıyorlar.
Giden oyları geri getirebilmek ve bir daha seçim kazanabilmek için ülkenin refaha ulaşması, bu refaha ulaşmak için yeni ekonomik modelin işe yaraması, bunun da olabilmesi için yerli üretimin patlama yapması gerekiyor. Ancak üzerinde bu kadar maddi yük olan sermayenin bırakın patlama yapacak hâli, kendini geçindirmekte dahi sıkıntı yaşadığı görülüyor. Bu yüzden devlet, sermayenin üzerindeki kanun baskısını kaldırıyor. Üretim olduğu ve ihracat rakamları yükseldiği sürece, işçi ile patron arasındaki ilişkiye devlet karışmıyor.
Bu hâl ana unsurun aleyhine dahi olsa, getirdikleri milyonlarla işsizlik rekorlar kırıyor, büyük çoğunluk olan işçilerin ücretleri sürekli düşüyor, yan hakları ellerinden alınıyor, sadece ve sadece asgari ücret ve yol, yemek ya da sigorta gibi basit haklarını isteyen işçilerin işleri çeşitli bahanelerle ellerinden alınıyor da olsa, hükümetin ana politikası işçileri korumak değil, kendilerini ve koltuklarını korumak olduğu için Türk işçileri göz ardı ediliyor, sorunları duymazdan geliniyor. Kendilerine göre büyük resim olarak gördükleri hedeflerine ulaşmak için mecbur kaldıkları bu yeni planın Türk işçilerine olan zararına bir kıymet vermiyor, açıktan söylemeleri mümkün olmadığı için, gizliden gizliye “Siz de bu ücretlere ve çalışma saatlerine razı olursanız iş var” diyorlar. Bunu yaparken de koydukları kanunları kendileri dahi tanımıyor, işlerine ne geliyorsa onu yapıyorlar. Hükümet, yeni ekonomik sisteminin başarıya ulaşabilmesi için, Türk işçisini gözden çıkarıyor.
Bugüne dek aldıkları kararlarla kendilerini ve milletlerini sürekli köşeye sıkıştırdıktan sonra ellerinde pek de seçenek kalmadığından, inanıyor olsalar ya da olmasalar dahi bu yeni sisteme ve çıktıkları bu yola sarılmak zorundalar. Bu süreç içinde düşük ücretlinin yaşadığı sefaleti, elleri mecbur kaldığından sineye çekmek, seçim kaygısı taşıdıkları için de açık açık söylemeden görmezden gelmek durumundalar. Türklerin önüne yaklaşan seçim sandığından çekindikleri için, “Düşük ücretli işçiler için bir cehennem yarattık, bir süre daha böyle gitmek zorunda, idare edin” diyemeyeceklerini kendileri de biliyor, bu yüzden de tam ve mutlak bir inkâr ile durumu yok sayıyorlar.
İşçinin ve İşsizin Durumu
Sermaye batmamak ya da ölçeğine göre eski refahına kavuşmak adına elindeki fırsatları değerlendiriyor, hükümet sürdürdüğü koltuk kavgasını kaybetmemek ve başarısızlıkla anılmamak adına bu kanundışı fırsatları denetlemiyor, böylece olan da Türk işçisine oluyor. Basit ve en temel giderlerini karşılaması için bir taban fiyat olarak konulan asgari ücret bile Türk işçisine çok görülüyor. Kötü giden ekonomik durumumuzun faturası Türk işçilerine kesiliyor.
Devasa bir işgücünün ülkeye çok kısa bir süre içinde alınması, nitelikli ya da değil her işçinin refahını etkiledi. Kayıt dışı işletmelerde işi olan Türk işçiler, maliyetleri düşürmek adına işlerinden bir bahaneyle atılıyor, işi olmayanlar da yeni işler bulamıyor. Türkiye bir sermaye darboğazına girdi ve bu işçi fazlasıyla çıkacak gibi de durmuyor.
Suriyeli işçiler için de durum iç açıcı değil. Halihazırda ülkede kırıp geçen bir işsizliğin olması, işçinin çok sermayenin az olması, özellikle orta yaş ve üstü yabancı işçilerin doğru düzgün Türkçe konuşamaması, çalışma izinlerinin de olmaması ve iş seçeneklerinin de az olması gibi sebeplerle asgari ücretin altına çalışmaya da razı oluyorlar.
Greve çıkmaları, isyan etmeleri, haklarını istemeleri de mümkün görünmüyor. En azından asgari ücret ve yasal haklarını talep edecek olsalar, işverenlerinin gözünde hiçbir avantajları kalmayacak, işverenler daha iyi iletişim kurup anlaşabilecekleri Türkleri işe almaya başlayacaklar. Oluşan bu ekonomik durumda Suriyeli işçiler de bir çıkmaza girmiş durumda.
Büyük bir çoğunluğun hayatını etkileyen bu yeni gerçekliğimizde Türk işçileri ya sefalete ya da işsizliğe mecbur bırakıldı. Piyasanın durumu, asgari ücreti karşılayamayacak vaziyette. Öte yandan asgari ücret dahi geçinmeye yetmiyor. Türkiye’de asgari ücretle çalışan bir aile ferdinin ailesine bakabilmesi şimdi değil, zaten yıllar önce bile bir anı olarak kalmıştı. Ancak aile geçindirmeyi bırakalım, bekar bir işçinin yaşama maliyeti dahi 5.587 TL olarak açıklanıyor. Belirlenen asgari ücret tek kişinin yaşama maliyetine yetişmezken, Türk işçisine o asgari ücret bile çok görülüyor. Türkiye’nin yönetimi değişmeden çıkışın görünmediği bu yeni sefalet düzeninde Türk işçisi sorunlarıyla ve sıkıntılarıyla bir başına bırakılmış hâlde.
Devasa bir işgücünün ülkeye çok kısa bir süre içinde alınması, nitelikli ya da değil her işçinin refahını etkiledi. Kayıt dışı işletmelerde işi olan Türk işçiler, maliyetleri düşürmek adına işlerinden bir bahaneyle atılıyor, işi olmayanlar da yeni işler bulamıyor. Türkiye bir sermaye darboğazına girdi ve bu işçi fazlasıyla çıkacak gibi de durmuyor.
Suriyeli işçiler için de durum iç açıcı değil. Halihazırda ülkede kırıp geçen bir işsizliğin olması, işçinin çok sermayenin az olması, özellikle orta yaş ve üstü yabancı işçilerin doğru düzgün Türkçe konuşamaması, çalışma izinlerinin de olmaması ve iş seçeneklerinin de az olması gibi sebeplerle asgari ücretin altına çalışmaya da razı oluyorlar.
Greve çıkmaları, isyan etmeleri, haklarını istemeleri de mümkün görünmüyor. En azından asgari ücret ve yasal haklarını talep edecek olsalar, işverenlerinin gözünde hiçbir avantajları kalmayacak, işverenler daha iyi iletişim kurup anlaşabilecekleri Türkleri işe almaya başlayacaklar. Oluşan bu ekonomik durumda Suriyeli işçiler de bir çıkmaza girmiş durumda.
Büyük bir çoğunluğun hayatını etkileyen bu yeni gerçekliğimizde Türk işçileri ya sefalete ya da işsizliğe mecbur bırakıldı. Piyasanın durumu, asgari ücreti karşılayamayacak vaziyette. Öte yandan asgari ücret dahi geçinmeye yetmiyor. Türkiye’de asgari ücretle çalışan bir aile ferdinin ailesine bakabilmesi şimdi değil, zaten yıllar önce bile bir anı olarak kalmıştı. Ancak aile geçindirmeyi bırakalım, bekar bir işçinin yaşama maliyeti dahi 5.587 TL olarak açıklanıyor. Belirlenen asgari ücret tek kişinin yaşama maliyetine yetişmezken, Türk işçisine o asgari ücret bile çok görülüyor. Türkiye’nin yönetimi değişmeden çıkışın görünmediği bu yeni sefalet düzeninde Türk işçisi sorunlarıyla ve sıkıntılarıyla bir başına bırakılmış hâlde.