Boğaziçi Direnişi veya Boğaziçililerin haklı talebi, Boğaziçi Üniversitesi’nin kampüslerinden taşıp memleketin dört bir yanına sıçradı, sirayet etti ve destek eylemlerini tetikleyecek konuma geldi. Bunu sağlayan eylemlerin çok elverişli bir zeminde yürüyor olması. Biraz açmakta fayda var:
1) Melih Bulu, yapılabilecek en kötü tercih. Evvela çok niteliksiz bir figür, yanı sıra başarısız siyasi geçmişi ne yaparsa yapsın peşini bırakmaz. Bu başarısızlığında muhtemeldir ki, en önemli etken olan stratejik cahilliği, bugün de önünü kesmeye devam ediyor. Öfkeli insanlara gülümseyip el sallamak, kampüsün içine polis sokturmak, kampüs kapısına kelepçe vurdurmak, televizyon kanallarını gezip ortaya attığı zırvalar kendi kendine çelme takmaktan başka bir şey değil.
2) Eylemin konusu ‘Selahattin Demirtaş’a özgürlük’ filan değil, bu her kanattan destek ve sempati toplamasını besleyen başlıca amil. Herhangi bir Anadolu köyüne gidip ‘en iyi üniversiteyi’ sorsanız, alacağınız cevap olan ‘Boğaziçi’nin başına antidemokratik bir yollarla vasıfsız ve liyakatsız bir figürün kayyum olarak atanmış olmasına tepki gösterilmesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının büyük bir bölümünün aklına yatıyor.
3) Polis şiddeti görenler muhalif bir partinin gençlik kollarından vesaire değil, bildiğimiz puanıyla üniversitesini kazanmış kayıtlı kimlikli düpedüz öğrenci. Gözaltına alınanlar, tutuklananlar… Bunlar HDP Gençlik Meclisi Üyeleri filan da değiller, siyaseten çok geniş bir yelpazeden renkli renkli öğrenciler görüyoruz. Boğaziçi talebesi milliyetçiler gelip TamgaTürk’te konuşuyor, solcular gidip bir başka mecrada… İslamcı bir kızcağızın uğradığı muamele de herkesin malumu… Özetle terörist yaftası hiç olmadığı kadar havada kalıyor.
Elverişli zeminden kastım işte bu, yani meşruiyet kaynağı çok kuvvetli, AKP bunu baltalamakta güçlük çekiyor ve uzun zaman sonra ilk kez baltayı böylesine sağlam bir taşa vurdu.
Ancak Tayyip E. bugün dikkat çeken bir açıklamaya imza attı. Bu muhterem dedi ki; “Yürekleri yetse Cumhurbaşkanı da istifa etsin, diyecekler”.
Bunun üzerine ‘Cumhurbaşkanı da istifa etsin’ şeklinde sayısız sosyal medya paylaşımı yapıldı. Yine –daha önceki ‘TAMAM’, ‘YETER’ gibi sosyal medya kampanyalarına benzer şekilde- muhalif siyasi partilerden müstakil ve AKP’nin yanlışından müphem bir akım doğdu. En azından ilk bakışta böyle yorumlandı.
Fakat bu noktada bir soru sorma ihtiyacı da hasıl oldu. Bu sahiden de AKP’nin bir yanlışı mı, yani Erdoğan istemeden bir pot kırıp kendi kalesine mi gol attı? Şu aşamada ‘evet’ veya ‘hayır’ demek medyumluğa yahut niyet okuyuculuğa soyunmak olur, kanaatindeyim. Ama aksi yöndeki ihtimalin üzerine gitmekten de kendimi alıkoyamıyorum, ruhumun derinliklerindeki komplo teorisyeni bunu kaşıyor.
Tayyip E.’nin muhaliflere ‘Cumhurbaşkanı İstifa’ sloganını kullanışlı bir şekilde hediye etmesi, hem AKP’yi ve Erdoğan’ı nasıl etkiler hem de Boğaziçi Direnişini nasıl etkiler, bu sorulara kafa yoralım.
Boğaziçi eylemlerinde, hatta Boğaziçi’ne destek amacıyla düzenlenen bütün eylemlerde binlerce, on binlerce, yüz binlerce kişi ‘Erdoğan istifa’ sloganları da atsa Erdoğan, yine istifa etmez. Arar S.S.’yi, verdirir talimatını, biz de polis şiddeti diye yeni haberler gireriz. Yanı sıra Erdoğan, tabanından ve hatta Bahçeli vesilesiyle tabanlarından mutlu bir lider. ‘Erdoğan istifa’ sloganlarını bu kitlelere ‘bakın dertleri rektör mektör değil, devletimiz, bekamız’ vs. diye zırvalaya zırvalaya onun hep arzuladığı ve bizim de hep lafını ettiğimiz o kutuplaştırma politikasına meze eder.
Boğaziçi’ni nasıl etkiler noktasındaki soru işareti de yukarıdaki cevapta bir nebze karşılığını buluyor esasında. AKP, az evvel ‘sağlam taş’ diye bahsettiğimiz Boğaziçi direnişinde ilk kez bir çatlak sezdi: LGBT. Bütün kabinesiyle, bütün gücüyle, varıyla yoğuyla buraya oynuyor. Ama yetmez, başörtülü öğrenciyi yerlerde sürükleyip tutuklamaya sevk ettiğiniz noktada karşınızdaki kitleyi sadece ‘eşcinseller, sapkınlar’ diye boğamazsınız. O yüzden bir ikinci çatlak yaratma hevesinde, bu da yine yukarıda temas ettiğimiz meşruiyet kaynağıyla alakalı.
Tayyip E., direnişin meşruiyet kaynağını, oturduğu sağlam zemini elinden çalmak istiyor, olabilir mi? Bence olabilir. Direnişteki yetersiz siyasi havayı dağıtmak ve politizasyonun dozunu artırmak, kesinlikle daha büyük, daha geniş katılımlı, daha fazla ses getiren eylemlerin habercisi olacaktır ama bu Erdoğan’ı neden rahatsız etsin?
Boğaziçi Direnişinin başladığı gün Bahçeli’den gelen çıkışta ‘yeni bir Gezi’ benzetmesine başvurulduğunu gördük. Bunu Erdoğan da AKP’liler de sık sık yaptı. Boğaziçi’nin ‘ikinci bir Gezi olmasına izin vermeyeceğiz’ nutuklarını giderek daha fazla duyuyoruz ve öyle görünüyor ki, eylemler sürdükçe duyacağız da…
Erdoğan, Gezi’den çok korktu, hatta hatırlayınız adamcağız kaçıp gitti. Bunu sağlayan çok halis niyetli ve olabildiğince büyük bir eylemdi, yine ülkenin dört bir yanına yayılmış ve yine büyük ses getirmişti.
Ancak Erdoğan gördü, korkmasına gerek olmadığını sezdi. Zira Türkiye, gerekli eylem, direniş pratiğinden mahrumdu. Muhalefet, çok silik kalmıştı ve eylemler yönetilmiyordu, örgütlenmiyordu. Eylemleri tetikleyen sadece Erdoğan’a ve AKP’ye karşı biriken öfkeydi.
Erdoğan, Gezi’yi bir deprem gibi ele aldı. Hatlar kırıldı, stres boşaldı. Bu nedenle Gezi’den sonra geri adım atmak yerine muhalefetin, hatta halkın daha da tepesine bindi. Zira halkın öfkesini bir nebze Gezi’de bıraktığını gördü.
Aradan geçen yıllarda fay hatları yine stres biriktirdi, bu kıymetli bir stres, kullanışlı bir öfkedir. İktidar yıkar, devrim yapar, hesap sorar, ihtimal yaratır… Ama ancak mahir ellerde…
Erdoğan, bu açıdan kendine değil, muhalefete ve onun örgütsüzlüğüne ve örgütlenmedeki kabiliyetsizliğine güveniyor. Peki, onu yanıltmak mümkün müdür? Orasını da yaşayıp göreceğiz.
A. Kutalmış Işık