Aklımıza gelebilecek olay ve durumun artıları ve eksileri var. Bunu insanın veya insanlarca oluşturulmuş cemaat ve cemiyetlerin homojen olmaması, ideolojiler, emeller, çıkarları çatışan çıkar gruplarına mensubiyet gibi bin bir neviden gerekçe ile izaha kalkışmak mümkün. Bu noktada bir olayın yahut durumun bizim için ‘müspet’ olarak ele alınabilecek ve hiçbir ‘menfi’ etkiye mahal vermeyecek neticesinin sizin veyahut onların penceresinden tam zıttı bir şekilde okunması ve etki etmesi de kabildir, tıpkı bunun da tersinin kabil olması gibi.
16 Nisan’da gerçekleşen sözde referandumun neticelerini de böyle ele almak gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti, Türk milliyetçiliği ve Kemalizm gibi kavramlar, değerler ve fikirlerle kavgalı bir güruhun rejim değişikliğin tesis etmek için takiyye ile oynadığı oyunun önemli bir merhalesi olan 16 Nisan, bu noktada mühimdir. Bu hukuksuz oylama, takiyyenin bir parçası olarak sunulduğu şekliyle sistemde değişikliğe neden olmamış, sistemi değiştirmiştir. AKP’nin daha avantajlı gözükse de manevra alanının daraldığı eski siyasi aritmetik, 16 Nisan ile ortadan kaldırılmış ve ittifaklar sistemi inşa edilmiştir.
Şahsi kanaatim, bu sistemin üçüncü bir ittifakı kaldırmayacağı yönündedir. Ancak bu, Cumhur ve Millet ittifaklarının haricinde yeni bir ittifakın kurulmasının veya bunların dağılıp yerlerine ikiden fazla ittifakın ortaya çıkmasının imkansız olduğu anlamına gelmez. İktidar blokunun birden fazla ittifakla hareket edemeyeceği açık olsa da muhalefet blokunun görünürde bölünebileceğini ben de okuyor ve gözlemliyorum. Fakat bu, ittifakların koalisyonundan ibaret bir illüzyondan başka bir şey olmayacaktır.
AKP ve MHP’nin etik dışı ittifak anlayışı, bizzat kendileri tarafından ortaya konulmuş ilkeleri çiğnemiş ve partilerin birbirlerinin yahut bir partinin bir diğerinin içinde erimesini seçmenden saklamaya yönelik bir perde olagelmiştir. AKP, orta ve uzun vadede Cumhur İttifakı’nı değil, partisini büyütme ve genişletme gayreti ve gayesindedir. MHP’nin ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bir başka ajandası olması ise pek tabii olasıdır. Kısa vadede sarf edilecek enerji ise her iki partinin de orta ve uzun vadedeki plan ve programlarını hayata geçirebilmeleri için kendilerine gerekli fırsatları sunacaktır.
Bu partilerin ajandalarında yer alan birbirleriyle ilişkili yahut birbirlerinden bağımsız maddelerin hayata geçmesi yolunda güttükleri politikalar ise görece tutarlıdır. Cumhur İttifakı, inşa ettiği belirli bir sistematiğe sadık hamlelerle siyasi hayatına devam etmektedir. Çatlaklar yaşaması ve bölünmesi, yine ‘görece’ daha zordur. En azından köken itibariyle iki farklı siyasi tabanı temsil kabiliyetine sahip bu iki parti, pek tabii ülke gündemine ve muhalefetin çabalarına bağlı olarak zorluklarla karşılaşmaktadır. AKP-MHP ittifakı, karşılaştığı sınavları genellikle Bahçeli’nin Erdoğan, zaman zaman ise Erdoğan’ın Bahçeli çizgisine yaklaşmasıyla atlatıyor. Bu şiarın kahir ekseriyetle kendi iradeleri dışında oluşan gündemlere bağlı olarak benimsendiğini de söylemek, bu noktada elzemdir. Yine bu konuyu geçmeden muhalefetin uzun yıllardır başaramadığı bir şeyi son zamanlarda hiç olmadığı kadar iyi uyguladığını ve eskisine nazaran ülke gündemini tayin etmekte iktidara nazaran daha başarılı olduğunu da haklarını teslim etmek amacıyla söyleyelim.
Peki, iktidar blokunun ittifak mantığını tayinde yarattığı sistematiğe bağlı olarak benimsediği esas metot nedir? El-cevap: Bahçeli’yi öne sürmek. Son olarak milletvekilliği düşürülen HDP’li Gergerlioğlu örneğinde gördüğümüz gibi Bahçeli’nin ön plana çıkması yahut çıkarılmasının Cumhur İttifakı’nın tutarlılık sergileyen yönteminde hem AKP’nin hem MHP’nin işine yarayan kıymetli bir yeri var.
Cumhur İttifakı’nın gücünü muhafaza ederek, bölünmeden varlığını sürdürebilmesi için bazı temel ihtiyaçları var. MHP cephesinden baktığımızda ittifakı koalisyona çevirmemiş olmanın Bahçeli tarafından seçmene sürekli olarak açıklanması yönündeki gereklilik bu temel ihtiyaçlardan biridir. MHP, Cumhur İttifakı’nın tampon bölgesidir. MHP seçmenin bir bölümünün MHP’den sonraki tercihi AKP değil. Erdoğan karşıtlığını hala yaşatan ancak ‘lider-teşkilat-doktrin’ anlayışıyla Cumhur İttifakı çatısı altında kalan bu seçmenin ikinci parti tercihi, politik kimlik itibariyle İYİ Parti ile daha fazla örtüşüyor. 2020 yılında yapılan bir araştırma 24 Haziran’da oyunu MHP’ye vermiş seçmenin yüzde 34’ünün ‘AKP’ye oy vermem’ dediğini ve yine yüzde 30 civarında bir bölümünün ‘İYİ Parti’ye veya CHP’ye oy verebilirim’ şeklinde kanaat belirttiğini ortaya koyuyor. Bu seçmen grubunun yanı sıra MHP, özellikle Devlet Bahçeli üzerinde oluşan ‘devlet adamı’ algısından da faydalanarak AKP’den kaçan, vazgeçen seçmeni Cumhur İttifakı sınırları içerisinde tutma vazifesini de yerine getiriyor. Aynı araştırmada 24 Haziran’da AKP’ye oy vermiş seçmen üzerinden gerçekleştirilmiş seçmen analizi çalışmasına bakıldığında AKP’lilerin neredeyse yüzde 60’ının ikinci partisinin MHP olması bunun en net göstergesi. Peki, AKP’yi iktidarda tutmak için tampon olmayı kabullenme noktasında gösterilen bu fedakarlığın gerekçesi nedir, bu seçmene nasıl açıklanabilir?
Türkiye’nin en partizan ve sadık, yanı sıra politize seçmen kitlesine sahip partilerinden biri olan MHP’nin de ‘asla kırılmaz’ yorumuyla ele alınmaması gerektiğini İYİ Parti’nin kuruluşunda gördük. Onlarca yıldır mührü üç hilale vuran seçmenin büyük bir bölümü gece yattı, sabah kalktı ve İYİ Parti ile yeni bir kimlik kazanmayı kabullenebildi. O halde Bahçeli’nin elinde kalan ve sonraki süreçte AKP’den kazandığı seçmeni konsolide etmek ve tekrar kaybetmemek adına bazı adımlar atması gerekiyor. Yukarıda temas edilen Cumhur İttifakı sistematiği bu noktada devreye giriyor ve az evvel temas ettiğimiz Gergerlioğlu örneği bu noktada bir anlam kazanıyor.
Bahçeli, adeta bir kağıttan kaplan. Gergerlioğlu için yaptığı çağrının Şentop tarafından karşılık bulması ve kolluk kuvvetlerinin de derhal harekete geçirilerek Bahçeli’nin istediği doğrultuda hareket edilmesi ne kadar da etkileyici. Biraz daha geriye gidelim, Mümtazer Türköne örneği de buna benzer bir rol teşkil eder. Yine Bahçeli, sıra dışı bir çıkışla beklenmedik bir çağrıda bulunmuş ve yine bu çağrısı karşılık bulmuştu. Bahçeli, ‘kağıttan kaplan’ sıfatını işte tam da bu çıkışları nedeniyle hak ediyor. Aynı şahıs, kısa süre önce siyasetin gündemini meşgul eden Doğu Türkistan ve Andımız konularında da benzer çıkışlarda bulunup benzer çağrılar yapsa, bu kez de iktidar partisinden bu konuların aleyhinde açıklamalarda bulunan şarlatanların tutuklanması yönünde çağrı yapmış olsa bir karşılığı olacak mıydı? Elbette hayır.
Bahçeli, Erdoğan’ın izin verdiği sahada top oynayabilen küçük bir çocuk gibi. Onun söylemek isteyip söylemesinin kendi hanesine ‘eksi’ yazılacağını bildiği konulardaki fevri çıkışları dile getirmekle mükellef. Bu gömleği giyip, bu vazifeyi kabul etmesinin gerekçesi ise ittifakı koalisyona dönüştürmemiş olması nedeniyle oluşabilecek tepkiyi bastırma arzusu: “Bahçeli, Cumhurbaşkanı Yardımcılığı koltuğunda oturmuyor olabilir; MHP’liler Kabine toplantılarına iştirak etmiyor olabilirler. Ancak Bahçeli, o kadar güçlü ki, bir talimatıyla yargısından yürütmesine her mekanizmayı harekete geçirebiliyor.”
AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın bu oyundan çıkarı ise totaliter, marjinal, radikal adımlarını perdelemek. Hem uluslararası aktörlere hem de vatandaşa karşı meşru, suçsuz ve demokratik lider, imajı çizmeye çalışan Erdoğan, aynı zamanda normalin dışına çıkmak istemiyor. Oysaki Türkiye’nin en anormal figürü olan Erdoğan, değiştirilmesi teklif dahi edilemez Anayasa hükümleri ile sabit, Cumhuriyet’in laiklik ve milliyetçilik gibi kırmızı çizgilerini reddeden bir fikri temsil ediyor. Bu yönüyle partisinin tabanının yarısını kendi politik kimliğini ‘milliyetçi’ yahut ‘Atatürkçü’ olarak tanımlayan bir seçmen kitlesinin meydana getiriyor oluşu, Erdoğan’ı arka kapılardan dolanmaya itiyor. Bahçeli perdesi ise kapıdan kapıya dolaşan Erdoğan için bulunmaz bir nimet.
Muhalefetin Doğu Türkistan, Andımız, İstanbul Sözleşmesi gibi Cumhur İttifakı’nda krize neden olabilecek konuları kaşıyarak ve Bahçeli’ye yüklenerek bir oyun kurmaya çalışmaları, bir noktaya kadar mantık çerçevesi içerisinde değerlendirilebilir. Fakat bunun bir sonuç vermeyeceğini de yukarıda açıkladığımız gerekçelerle görmek gerekmektedir. Bunlara geçtiğimiz günlerde bir TamgaTürk yayınında fikirlerini dinlediğimiz kıymetli dostum Fatih Uçar’ın dikkat çektiği bir konuyu da önemli bir gerekçe olarak ilave etmek lazım gelir. Derin bir kadro yoksunluğu içerisinde bulunan ve mevcutta nitelik yönünden MHP tarihinde hiç görülmediği kadar zayıf bir kadro tarafından idare olunan parti, taşra yapılanmalarında da benzer bir sancıya mahkum edilmiştir. İYİ Parti’nin kuruluşundan sonra zayıflayan kadrolarıyla yoluna devam eden parti, Cumhur İttifakı’nın varlığının adeta bir zaruret olarak sunulmaya devam etmesiyle gelişen süreçte en önemli kaynağı olan gençliği de büyük ölçüde kaybetti. İşte Uçar, bu noktada kadrolarını Cumhur İttifakı’nın dokusuna uygun bir şekilde revize eden MHP’nin geriye dönüş için gerekli olan yeni bir revizyonu sağlayacak olan kadrodan ise artık mahrum olmasına dikkat çekerek ittifakın bu yönüyle de kolay kolay parçalanmasının mümkün olmadığını söylemişti. İlaveten şu cümleleri sarf edebilirim; gençler için vadettiklerinde samimi olmadığını düşündüren hamlelerine rağmen Ülkü Ocaklarından İYİ Parti Gençlik Kollarına akış, zaman zaman şiddetlenerek devam etmektedir. MHP’nin en canlı kaynağı olan gençliğin bir bölümü, siyasi görüşünü partisiz bir şekilde muhafaza etmeye devam etse de gözlemim o yöndedir ki, önemli bir bölümü de apolitize olmuş durumda ve bu milliyetçi siyasetin geleceği için çok ciddi bir tehlike.
Muhalefetin eline geçen fırsatı değerlendirmekte çok başarısız olduğunu da muhakkak belirtmeliyiz. Mesaisinin büyük bir bölümünü Erdoğan’ın nasıl bir oyun kurmaya çalıştığını, onun ne düşündüğünü anlamaya çalışmakla yahut kurulmuş oyunları bozmak için çaba sarf etmekle geçiren muhalefet, şartlar vesilesiyle bütün medya ambargosu ve adaletsizliğe rağmen şu an gündemi belirlemekte daha mahir. Bunu kullanarak daha başarılı ve daha uzun vadeli oyunlar kurmaktan ise çok uzak. Zira Cumhur İttifakı’ndaki tutarlılık ve benzerlik, Millet İttifakı’nın odağında bulunduğu geniş muhalefet kütlesinde maalesef hiç mi hiç bulunmuyor.
Ben, toplumsal muhalefetin Levent Gültekin’in savunduğu şekilde bütün siyasi partilerin bir araya gelip buluşacağı bir mutabakatla yaratılmasının şart olduğunu düşünmüyor, hatta bunun planlananın ve istenilenin aksine menfi netice vereceğini savunuyorum.
Büyükten küçüğe CHP, HDP, İYİ Parti, Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi ve potansiyeli itibariyle Demokrat Parti. Her halükarda HDP’de ve HDP oylarında kitlenen sistemde AKP avantajlıdır. Bu partilerin bu dezavantaja rağmen Türkiye’yi post-AKP’ye kavuşturmak için 'resmiyete dökmeden' toplumsal muhalefeti vücuda getirmesi lazımdır. GP, DEVA ve SP blokunun AKP’den oy çalma potansiyelinin de yardımıyla Kılıçdaroğlu ve Akşener, şifahen bir iş bölümüne gitmelidir. Her muhalefet partisi, her konuda aynı tonda konuşmak ve tepki vermek zorunda değil, hatta her konuda konuşmak ve tepki vermek zorunda da değil. Örneğin CHP tabanıyla İYİ Parti tabanının kendi liderlerinden HDP konusunda benzer açıklamalar duymak istediğini düşünemeyiz.
Meselenin muhalefet ve muhalif ittifak yahut ittifaklar veçhesinde yüzeysel ve kısa örnekler vermekliğimle şimdilik yetineyim ve planladığımın ötesinde bir uzunluğa ulaşan bu yazıya -benzer bir başlıkla devam etme niyetimi belirterek- son noktayı koymuş olayım.
A. Kutalmış Işık