1980'lerin başından itibaren Keşmir ve Afganistan'da neredeyse en etkin güç haline gelen Servislerarası İstihbarat (ISI), devlet içinde devlet olarak - Pakistan'ın iç ve dış siyasetini etkileyen ve kontrol eden bir istihbarat teşkilatı olarak tasvir edildi. Öte yandan ISI'nin gücünün katlanarak artmasıyla birlikte, Pakistan’daki askeri elitin yönetimi altında, istenmeyen olarak nitelendirilen kişileri kaçırdıkları ve muhalif grupları tasfiye ettiklerine dair kamuoyuna yansıyan bilgiler hızla çoğaldı.
Bölünmeden sonra Pakistan içindeki hiçbir siyasi güç, ülkenin iç ve dış siyasi gündemini, ordusu ve daha spesifik olarak istihbarat birimlerinden biri olan Servisler Arası İstihbarat (ISI) teşkilatı kadar yönlendirmedi.
11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’nin “Terörle Savaş” doktrinin zirveye ulaştığı dönemde ISI’nin faaliyetleri dünyanın her noktasından etkili gazetecilerin, karar alıcıların ve araştırmacıların ilgisine mazhar oldu. Gerçekleştirilen çalışmaların çoğunlukla ortak noktalarından biri ise, ISI’nin içerisinde kendi ajandalarını takip eden çeşitli hiziplerin var olduğu ve bu anlamda ISI’nin adeta bir “haydut” istihbarat örgütü haline gelerek, Pakistan’ın demokratik gelişiminde en önemli engellerden birini teşkil ettiği yönündeki değerlendirmeydi.
Buna karşılık, Hindistan'ın başlıca istihbarat örgütü ve ISI’nin eşdeğeri olan Araştırma ve Analiz Kanadı (R&AW), bu dönemde uluslararası ilgiye aynı oranda mazhar olamadı. Bu, Hint istihbaratının ve R&AW’ın yetersizliğinden kaynaklanmamaktaydı. Temel neden daha çok, ABD’nin yarattığı doktrinin uluslararası ilişkilerde ve kamuoyu önünde dikkatleri İslamcı militanlara ve terörizme çekmesi, Afganistan’da ABD’nin kendi eliyle yarattığı Sovyet karşıtı koalisyonun başarıyla ulaşması sonrasında “cihat” anlayışı ve küresel terörizm için bölgenin adeta bir eğitim ve üslenme kampı haline gelmesiydi. Ayrıca yapı olarak R&AW’ın, Yeni Delhi ve Moskova arasındaki uzun dostluk yıllarının bir çıktısı olarak, diğer Batılı ya da Batı ortaklı istihbarat örgütlerinden çok, Sovyet dönemi KGB’sine benzemesi de önemli bir faktör olarak ön plana çıktı.
Öte yandan temelde Pakistan Ordusu’na bağlı bir yapısı olan ISI’nin yanı sıra, Pakistan İstihbarat Topluluğu’nun sivil kanadını oluşturan İstihbarat Bürosu (IB) da ISI ile sorumluluk ve faaliyet alanlarındaki ortaklıklar bakımından önemlidir. Değerlendirmelere göre IBI, ISI’den çok daha mütevazı ve dar kapsamlı bir yapıya sahip olsa da, kontrespiyonaj ve Pakistan'daki diplomatik misyonlarını izleme işlevinin yanı sıra ISI ile ortaklaşa olarak çeşitli muhalif politikacıları takip etmek, telefonlarını dinlemek, gazeteciler arasından muhbir devşirmek ve hepsinden önemlisi siyaseti manipüle etmekle de ilgiliydi.
Pakistan'da askeri sıkıyönetim ilk kez 1958'de Eyüp Han yönetiminde ISI'yı siyasi alana taşıdı. ISI, bu dönemde Eyüp Han tarafından üç rol ile görevlendirildi:
(a) Pakistan'ın çıkarlarını korumak,
(b) Siyasi muhalefeti izlemek,
(c) Pakistan'da askeri yönetimi sürdürmek.
Pakistan Ordusu’nun 1958'den itibaren ISI'nin varlık nedenini, ulus-devletin veya devletin savunması ve güvenliğine ilişkin daha geniş herhangi bir kavramdan ziyade, kendi devamlılığı açısından önemli gördüğü açıktır. Ayrıca Eyüp Han’ın bu görevlendirmesi, Pakistan'daki diğer istihbarat teşkilatları -MI ve İstihbarat Bürosu [IB]- arasında ISI'ye öncelik verdi, çünkü iç ve dış istihbaratın ikiz rollerini tek bir teşkilatta birleştirdi. Birleşik Krallık'ın MI5 ve MI6'sının veya ABD'nin FBI ve CIA'sının aksine, ISI güçlü bir iç rakiple alan savaşı vermek zorunda kalmadı.
ISI geçmiş ile mevcut yapısı itibarıyla, Pakistan'da Sünni İslamcılığı ve yurtdışında da pan-İslamcı cihadı teşvik etmektedir. 11 Eylül sonrası dönemde bu strateji, Pakistan'ı Batı'yla giderek daha fazla karşı karşıya getirdi. ISI'nın pan-İslamcı cihada verdiği destek Afganistan'daki, Güney Kafkasya'daki ve Güney Asya'daki Batı çıkarlarını tehdit ederken, ISI'nın Pakistan'daki Sünni İslamcılığa verdiği destek ve sivil toplum üzerindeki baskısı ülke içerisinde istikrarsızlık ortamına yol açıyor.
Pakistan'ın siyasi seçkinlerinin, ordu ve ISI üzerindeki manipülatif davranışlarının bir bütün halinde Pakistan'daki demokrasiyi baltaladığını söylemek doğru olur. Pakistan'ın çağdaş tarihi boyunca ordunun, Pakistan toplumunun kaderini kontrol etme kapasitesini ve gerçek gücünü elinde bulunduran seçilmiş hükümetlerin arkasında bile ülkenin iç siyasetinde her zaman merkezi bir rol oynadığı zaten tartışılmıştı. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki ordu, başından beri ISI ile el ele verdiği için bunu yapabildi. Ordu gibi ISI de, 1947'den beri Pakistan'ın ulusal güvenliğine yönelik algılanan tehditler nedeniyle çok uzun süre iktidarda kalabildi.
Bölünmeden sonra Pakistan içindeki hiçbir siyasi güç, ülkenin iç ve dış siyasi gündemini, ordusu ve daha spesifik olarak istihbarat birimlerinden biri olan Servisler Arası İstihbarat (ISI) teşkilatı kadar yönlendirmedi.
11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’nin “Terörle Savaş” doktrinin zirveye ulaştığı dönemde ISI’nin faaliyetleri dünyanın her noktasından etkili gazetecilerin, karar alıcıların ve araştırmacıların ilgisine mazhar oldu. Gerçekleştirilen çalışmaların çoğunlukla ortak noktalarından biri ise, ISI’nin içerisinde kendi ajandalarını takip eden çeşitli hiziplerin var olduğu ve bu anlamda ISI’nin adeta bir “haydut” istihbarat örgütü haline gelerek, Pakistan’ın demokratik gelişiminde en önemli engellerden birini teşkil ettiği yönündeki değerlendirmeydi.
Buna karşılık, Hindistan'ın başlıca istihbarat örgütü ve ISI’nin eşdeğeri olan Araştırma ve Analiz Kanadı (R&AW), bu dönemde uluslararası ilgiye aynı oranda mazhar olamadı. Bu, Hint istihbaratının ve R&AW’ın yetersizliğinden kaynaklanmamaktaydı. Temel neden daha çok, ABD’nin yarattığı doktrinin uluslararası ilişkilerde ve kamuoyu önünde dikkatleri İslamcı militanlara ve terörizme çekmesi, Afganistan’da ABD’nin kendi eliyle yarattığı Sovyet karşıtı koalisyonun başarıyla ulaşması sonrasında “cihat” anlayışı ve küresel terörizm için bölgenin adeta bir eğitim ve üslenme kampı haline gelmesiydi. Ayrıca yapı olarak R&AW’ın, Yeni Delhi ve Moskova arasındaki uzun dostluk yıllarının bir çıktısı olarak, diğer Batılı ya da Batı ortaklı istihbarat örgütlerinden çok, Sovyet dönemi KGB’sine benzemesi de önemli bir faktör olarak ön plana çıktı.
Öte yandan temelde Pakistan Ordusu’na bağlı bir yapısı olan ISI’nin yanı sıra, Pakistan İstihbarat Topluluğu’nun sivil kanadını oluşturan İstihbarat Bürosu (IB) da ISI ile sorumluluk ve faaliyet alanlarındaki ortaklıklar bakımından önemlidir. Değerlendirmelere göre IBI, ISI’den çok daha mütevazı ve dar kapsamlı bir yapıya sahip olsa da, kontrespiyonaj ve Pakistan'daki diplomatik misyonlarını izleme işlevinin yanı sıra ISI ile ortaklaşa olarak çeşitli muhalif politikacıları takip etmek, telefonlarını dinlemek, gazeteciler arasından muhbir devşirmek ve hepsinden önemlisi siyaseti manipüle etmekle de ilgiliydi.
Pakistan'da askeri sıkıyönetim ilk kez 1958'de Eyüp Han yönetiminde ISI'yı siyasi alana taşıdı. ISI, bu dönemde Eyüp Han tarafından üç rol ile görevlendirildi:
(a) Pakistan'ın çıkarlarını korumak,
(b) Siyasi muhalefeti izlemek,
(c) Pakistan'da askeri yönetimi sürdürmek.
Pakistan Ordusu’nun 1958'den itibaren ISI'nin varlık nedenini, ulus-devletin veya devletin savunması ve güvenliğine ilişkin daha geniş herhangi bir kavramdan ziyade, kendi devamlılığı açısından önemli gördüğü açıktır. Ayrıca Eyüp Han’ın bu görevlendirmesi, Pakistan'daki diğer istihbarat teşkilatları -MI ve İstihbarat Bürosu [IB]- arasında ISI'ye öncelik verdi, çünkü iç ve dış istihbaratın ikiz rollerini tek bir teşkilatta birleştirdi. Birleşik Krallık'ın MI5 ve MI6'sının veya ABD'nin FBI ve CIA'sının aksine, ISI güçlü bir iç rakiple alan savaşı vermek zorunda kalmadı.
ISI geçmiş ile mevcut yapısı itibarıyla, Pakistan'da Sünni İslamcılığı ve yurtdışında da pan-İslamcı cihadı teşvik etmektedir. 11 Eylül sonrası dönemde bu strateji, Pakistan'ı Batı'yla giderek daha fazla karşı karşıya getirdi. ISI'nın pan-İslamcı cihada verdiği destek Afganistan'daki, Güney Kafkasya'daki ve Güney Asya'daki Batı çıkarlarını tehdit ederken, ISI'nın Pakistan'daki Sünni İslamcılığa verdiği destek ve sivil toplum üzerindeki baskısı ülke içerisinde istikrarsızlık ortamına yol açıyor.
Pakistan'ın siyasi seçkinlerinin, ordu ve ISI üzerindeki manipülatif davranışlarının bir bütün halinde Pakistan'daki demokrasiyi baltaladığını söylemek doğru olur. Pakistan'ın çağdaş tarihi boyunca ordunun, Pakistan toplumunun kaderini kontrol etme kapasitesini ve gerçek gücünü elinde bulunduran seçilmiş hükümetlerin arkasında bile ülkenin iç siyasetinde her zaman merkezi bir rol oynadığı zaten tartışılmıştı. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki ordu, başından beri ISI ile el ele verdiği için bunu yapabildi. Ordu gibi ISI de, 1947'den beri Pakistan'ın ulusal güvenliğine yönelik algılanan tehditler nedeniyle çok uzun süre iktidarda kalabildi.
Sih Ayrılıkçılığına Destek
1965 yılında vuku bulan Keşmir Savaşı’nın Pakistan’ın yenilgisiyle sonuçlanmasının ardından ISI, Hindistan’a bağlı Pencap eyaletini merkezine alarak yeni bir faaliyete girişti. Bu istihbarat operasyonunun odak noktası, eyaletin özerkliğini Hindistan’a kabul ettirmeye çalışan ayrılıkçı Sihler’di. 15’inci yüzyılda görünür hale gelen Sihler, Hindu çoğunluğun idaresindeki Hindistan’ın en önemli ve dini bakımdan Müslümanlarla beraber farklılık taşıyan yerel halklarından biri konumundaydı.
“Sih Vatanı Hareketi” başı çektiği ayrılıkçılarla bağlarını güçlendiren ISI, kısa bir zaman sonra ayrılıkçı hareketin lideri haline gelecek ve örgütün ismini, bağımsız Sih yurdunu idealize eden “Khalistan” olarak değiştiren Dr. Jagjit Singh Cauhan ile irtibatını daha da güçlendirdi. Öyle ki ISI, Chauhan’ı, 1971 yılında Pakistan Başbakanı Yahya Han’ın misafiri ve “Sih Ulusunun Babası” olarak ülkeye davet etti. Aynı yıl yine ISI’nin temasları sayesinde Chauhan, ABD'ye gitti ve burada Henry Kissinger tarafından karşılanarak, ABD kamuoyunun ilgisini cezbetme imkanı buldu.
ISI’nin Sih ayrılıkçılar konusunda yaptığı başarılı hamleler sonrasında Pakistan, 1971 yılında Bangladeş’in bağımsızlığını ilan ettiği ve Hindistan’ın da katıldığı savaşa ilişkin, İslamabad’ın acımasızlığı ve katliamları yönünde geliştirilen Hint propagandasına, Pencap eyaletindeki ayrılıkçı Sihlere karşı Hint insan hakları ihlallerini kamuoyuna duyurarak karşı koyma imkanı buldu.
“Sih Vatanı Hareketi” başı çektiği ayrılıkçılarla bağlarını güçlendiren ISI, kısa bir zaman sonra ayrılıkçı hareketin lideri haline gelecek ve örgütün ismini, bağımsız Sih yurdunu idealize eden “Khalistan” olarak değiştiren Dr. Jagjit Singh Cauhan ile irtibatını daha da güçlendirdi. Öyle ki ISI, Chauhan’ı, 1971 yılında Pakistan Başbakanı Yahya Han’ın misafiri ve “Sih Ulusunun Babası” olarak ülkeye davet etti. Aynı yıl yine ISI’nin temasları sayesinde Chauhan, ABD'ye gitti ve burada Henry Kissinger tarafından karşılanarak, ABD kamuoyunun ilgisini cezbetme imkanı buldu.
ISI’nin Sih ayrılıkçılar konusunda yaptığı başarılı hamleler sonrasında Pakistan, 1971 yılında Bangladeş’in bağımsızlığını ilan ettiği ve Hindistan’ın da katıldığı savaşa ilişkin, İslamabad’ın acımasızlığı ve katliamları yönünde geliştirilen Hint propagandasına, Pencap eyaletindeki ayrılıkçı Sihlere karşı Hint insan hakları ihlallerini kamuoyuna duyurarak karşı koyma imkanı buldu.
Pakistan'ın Nükleer Silah Programı
1974'te Hindistan, ilk nükleer denemesi olan Pokharan-I’i gerçekleştirdi. Butto hükümeti, Çin ve Kuzey Kore'den nükleer malzeme ve füze teknolojisinin “gizli tedarikini” yürütmek için ISI içinde bir bölüm kurmuştu. Bölüm, nükleer silah programının kuruluşunu gizlemek için hem Suudi Arabistan'dan hem de Libya'dan fon aldı. Son olarak ISI, nükleer teknolojiyi Avrupa'dan çeşitli bilgi casusluğu yöntemleriyle kaçırmaya başladı.
Yine aynı yıl Pakistanlı bilim adamı Abdül Kadir Han, bir yolculuk sonrasında Başbakan Zülfikar Ali Butto ile tanıştı. Her zamanki gibi Butto, ISI'den, Han’a dair detaylı arka plan ve özgeçmiş bilgisi istedi. ISI’nin Han hakkındaki raporu pek olumlu değildi zira onun olgunluktan yoksun olduğunu ve kişisel başarılarını abartma eğiliminde olduğunu belirtmekteydi. Öte yandan ISI, Pakistan’ın nükleer silah edinme çabaları dahilinde Han’ın bazı kritik nükleer teknolojilere erişimi olduğunu da kabul etti. Han ve Butto arasındaki görüşme, Pakistan'ı nükleer silah edinme yolundaki ilk işaret fişeğiydi ve tam yirmi yıl sonra Han, ülke çapında “Pakistan Bombasının Babası” olarak övgülere mazhar oldu.
Pakistan’ın nükleer silah programında da ISI’nin çok önemli katkıları oldu. Afganistan’da mücahitlerin direnişine yaptığı katkıların ardından 1992-93 yılları arasında ISI Direktörü olarak görev alan Cavid Nasir, bu konuda en öne çıkan isim durumundaydı.
1992 yılında Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’a bir ziyaret gerçekleştiren Nasir, Rus yapımı R-19 roketlerinin, nükleer başlık taşıyabilen asgari 900 kilometre menzilli ve Kuzey Koreliler tarafından Nodong adı verilen balistik füzelere dönüştürüldüğü bir tesisi ziyaret etti. Bu ziyareti sırasında Nasir’in, ABD yapımı yerden-havaya kızıl ötesi güdümlü FIM-92 Stinger füzelerini planlarını da Kuzey Kore’yle bir pazarlık için götürdüğü öne sürüldü. Öte yandan izole duruma getirilmeye çalışılan Pakistan ve Kuzey Kore arasındaki bu gezinin ilk olmadığı bilinmektedir. 1971 yılında Bangladeş’in bağımsızlığını kazandığı savaş sonrasında Başbakan Zülfikar Ali Butto’nun Pyongyang’a resmi bir ziyaret gerçekleştirdiği kamuoyuna yansımıştı.
Yine aynı yıl Pakistanlı bilim adamı Abdül Kadir Han, bir yolculuk sonrasında Başbakan Zülfikar Ali Butto ile tanıştı. Her zamanki gibi Butto, ISI'den, Han’a dair detaylı arka plan ve özgeçmiş bilgisi istedi. ISI’nin Han hakkındaki raporu pek olumlu değildi zira onun olgunluktan yoksun olduğunu ve kişisel başarılarını abartma eğiliminde olduğunu belirtmekteydi. Öte yandan ISI, Pakistan’ın nükleer silah edinme çabaları dahilinde Han’ın bazı kritik nükleer teknolojilere erişimi olduğunu da kabul etti. Han ve Butto arasındaki görüşme, Pakistan'ı nükleer silah edinme yolundaki ilk işaret fişeğiydi ve tam yirmi yıl sonra Han, ülke çapında “Pakistan Bombasının Babası” olarak övgülere mazhar oldu.
Pakistan’ın nükleer silah programında da ISI’nin çok önemli katkıları oldu. Afganistan’da mücahitlerin direnişine yaptığı katkıların ardından 1992-93 yılları arasında ISI Direktörü olarak görev alan Cavid Nasir, bu konuda en öne çıkan isim durumundaydı.
1992 yılında Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’a bir ziyaret gerçekleştiren Nasir, Rus yapımı R-19 roketlerinin, nükleer başlık taşıyabilen asgari 900 kilometre menzilli ve Kuzey Koreliler tarafından Nodong adı verilen balistik füzelere dönüştürüldüğü bir tesisi ziyaret etti. Bu ziyareti sırasında Nasir’in, ABD yapımı yerden-havaya kızıl ötesi güdümlü FIM-92 Stinger füzelerini planlarını da Kuzey Kore’yle bir pazarlık için götürdüğü öne sürüldü. Öte yandan izole duruma getirilmeye çalışılan Pakistan ve Kuzey Kore arasındaki bu gezinin ilk olmadığı bilinmektedir. 1971 yılında Bangladeş’in bağımsızlığını kazandığı savaş sonrasında Başbakan Zülfikar Ali Butto’nun Pyongyang’a resmi bir ziyaret gerçekleştirdiği kamuoyuna yansımıştı.
Bosna Savaşı
Ayrıca Pakistan’ın, Bosna Savaşı sırasında Bosnalı Müslüman gruplara destek vermek üzere yine ISI Direktörü Cavid Nasir’i görevlendirdiği ve Nasir’in bu konuda İran ile iş birliği geliştirdiği bilinmektedir. Zira Rus ve Çin yapımı çok sayıda mühimmat ile silahın bu dönemde Pakistan tarafından Bosnalı Müslümanlara aktarıldı. Yine Pakistan tarafından Afganistan, Keşmir, Malezya, Bangladeş ve Endonezya vatandaşlarından oluşturulan bir grup, “charter” olarak adlandırılan uçak seferleriyle Balkanlara aktarılırken, Arap ve Arap olmayan savaşçılardan oluşan bir başka grup ise Hırvatistan üzerinden Bosna topraklarına sokuldu.
Bu operasyonun yürütülmesi ve koordinasyonundan tamamen ISI’ni sorumlu olduğu bilinmektedir. ISI ile Pakistan Ordusu’nun içerisinde İslami cihat hassasiyetlerine sahip ve Pakistan’ın İslam Dünyası’nın liderliği konusunda daha aktif olması gerektiğini düşünen kliklerin varlığı da değerlendirilmektedir. Bu görüş kapsamında halihazırda Keşmir bölgesi ve Hindistan başta olmak üzere komşu coğrafyalarında pek çok sıkıntıyla uğraşan Pakistan’ın, enerjisini ve kaynaklarını bölerek Balkanlar konusunda ISI’ye verdiği bu görev daha da anlaşılır hale gelmektedir.
Bu operasyonun yürütülmesi ve koordinasyonundan tamamen ISI’ni sorumlu olduğu bilinmektedir. ISI ile Pakistan Ordusu’nun içerisinde İslami cihat hassasiyetlerine sahip ve Pakistan’ın İslam Dünyası’nın liderliği konusunda daha aktif olması gerektiğini düşünen kliklerin varlığı da değerlendirilmektedir. Bu görüş kapsamında halihazırda Keşmir bölgesi ve Hindistan başta olmak üzere komşu coğrafyalarında pek çok sıkıntıyla uğraşan Pakistan’ın, enerjisini ve kaynaklarını bölerek Balkanlar konusunda ISI’ye verdiği bu görev daha da anlaşılır hale gelmektedir.