Gazze Şeridi’nin yönetimini elinde bulunduran Hamas’ın, iç siyaset açısından oldukça çalkantılı bir dönemden geçen İsrail’i “gafil” avladığı saldırıları sonrasında, her dönemin kaynayan kazanı Orta Doğu, yine ve yeniden sıcak çatışmalı bir döneme girmiş bulunuyor. Hamas’ın hedef gözetmeksizin sivillere yönelik geniş kapsamlı terör saldırılarına, İsrail’in aynı sertlikle sivil-terörist ayrımı yapmadan Gazze Şeridi’ni yoğun bombardımana tabii tutarak karşılık vermesi uluslararası toplumu da ikiye böldü. Uzun süren bir çözümsüzlüğün kurbanları ise, çatışmaların alevlendiği her dönemde iki taraftan da masum siviller olmaktadır.
Gazze Şeridi’ndeki en eski hastane durumunda bulunan ve Kudüs Anglikan Piskoposluğu’nun yönettiği El Ahli Arap Hastanesi’nin, İsrail bombardımanına hedef olması ve yaşanan sivil kayıplar sonrasında, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de çeşitli protesto gösterileri gerçekleştirildi. İsrail’in İstanbul Başkonsolosluğu önünde gerçekleştirilen gösterilerde, İstanbul Valiliği’nin basın açıklamasına göre, protestocu kalabalığın içindeki bir grup, konsolosluk binasına girmek için harekete geçti ve Türk polisine, çevre binalara taşlı, sopalı, meşaleli ve havai fişekli saldırıda bulundu. Yine İstanbul Valiliği’nin açıklamasına göre, olaylar sırasında 43 Türk polisinin yaralandığı belirtildi.
Aynı saatlerde Malatya’da bir grubun, Kürecik Radar Üssü’ne doğru konvoy halinde hareket etmesi de Türk Jandarması’nın vaktinde önlemiyle, ülkemiz için vahim sonuçlar doğurmadan engellendi. Bu olay sırasında da, protestocu grubun Türk Jandarması’yla yaşadığı gerginlik de gözden kaçmamalıdır. Her iki olay, Hamas-İsrail çatışmasının Türkiye’deki olası tehdit edici yansımalarına dair önemli ipuçları vermektedir.
Türkiye'ye Dönük İstikrarsızlaştırma Faaliyetleriyle İran
1979 İslam Devrimi sonrası dönemde İran’daki molla hiyerarşisinin dış politika kurgusundaki temel aksiyonu, “devrim ihracı” oldu. 1989 yılında ölümüne kadar Ruhullah Humeyni, hem karakter yapısı hem de devrimin ülkede entegrasyonu adına devrim ihracı ve agresif dış politikanın merkezindeki isim konumundaydı. Humeyni’nin ölümünden sonra İran, devrim ihracı politikasında aynı söylemsel sertliği sürdürmese de bölgedeki gerilimin temel kaynağı olmaya devam etti. O tarihten günümüze dek, molla rejiminin bölgede nüfuzunu artırma çabalarında en önemli hedeflerinden biri de Türkiye ve Azerbaycan oldu.
İran özellikle 1990’lı yıllar boyunca Türkiye’de espiyonaj ve terör faaliyetlerinin desteklenmesi yoluyla ülkemizi istikrarsızlaştırma çabalarında önemli bir rol oynadı. Türkiye’ye karşı saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemde ayrılıkçı terör örgütü PKK’nın kendi toprakları içerisinde yuvalanmasına göz yuman İran, yine 90’lı yıllarda Hizbullah terörünün de en önemli destekleyicilerinden biri durumundaydı.
Bu noktada dikkat çekilmesi gereken bir husus ise PKK ve Hizbullah arasındaki ideolojik farklılık, tarafların birbirine dönük şiddet eylemleri ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki hakimiyet mücadelesidir. Dini motifli aşırıcı bir terör örgütü olan Hizbullah ve Marksist-Leninist kökenli etnik ayrılıkçı bir terör örgütü olan PKK arasındaki bu katı ideolojik/örgütsel farklılık, İran’ın, Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması adına her iki terör örgütünü de desteklemesine herhangi bir engel teşkil etmemiştir.
İran’ın aynı pragmatist ve reelpolitik istikrarsızlaştırma ajandasını, Azerbaycan özelinde de görmek mümkündür. İran, kendisini İslami bir rejim olarak sunmasına rağmen Azerbaycan-Ermenistan anlaşmazlığında daima Ermeni tarafında olmaktan imtina etmemiştir. Yine terör örgütü PKK özelinde, bu örgütün bir başka kolu ve doğrudan molla rejimi karşıtı bir yapılanma olan PJAK’a karşı sert bir tutum gösteren İran, Türkiye’ye dönük faaliyetleri söz konusu olduğunda ise PKK’ya yuvalanma ve silahlanma desteğini esirgememiştir.
Selam-Tevhid Dosyasının FETÖ Kumpasına Evrilmesi
Yakın dönemde Türkiye’nin varoluşuna karşı en önemli tehditlerden biri ve hatta birincisi durumundaki Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ), İran bağlantılı bir soruşturma dosyasını nasıl kendi kumpasına dönüştürdüğünü de hatırlatmak gerekiyor.
2000 yılında Beykoz’da yapılan operasyonda terör örgütü Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun ölü olarak ele geçirilmesinin ardından incelenen örgüt kayıtları sonrasında, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı’nın “Selam-Tevhid/Kudüs Ordusu” isimli bir yapılanmaya ulaştığı ortaya çıktı. Açık kaynaklara yansıyan bilgilere göre örgüt 1990’lı yılların başında “Selam Kültür Dayanışma Vakfı” etrafında bir araya gelen kişilerden oluşuyor ve iddialara göre İran tarafından desteklenen bir yapı arz ediyordu. Öte yandan örgütün Velioğlu liderliğindeki Hizbullah ile çeşitli bağlantıları olduğu öne sürülüyordu.
Selam-Tevhid’in bazı üyelerinin İran’da silahlı eğitim gördüğü, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı gibi isimlerin katledilmesinde doğrudan rol oynadıkları iddia edilmekteydi.
Kronolojiye göre, dosyanın bir müddet sürüncemede kalmasının ardından 2011 yılında FETÖ’nün yargı kurumlarına sızdırdığı elemanlarının dosyaya dahil olduğu görülmektedir. 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal düzenini, hükümetini ve meclisini ortadan kaldırmaya teşebbüs eden FETÖ’nün, gerçekleştirdiği bu askeri darbe girişimine uzanan yolda: Ergenekon, Balyoz, 17/25 Aralık gibi kurgu davaların önemli mihenk taşları olduğu bilinmektedir. FETÖ, ABD’deki çeşitli hiziplerin yönlendirmesi ve başta Türk Ordusu olmak üzere Türk Devleti’nin çok sayıda kurumunda gerçekleştirdiği sızmalarla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ele geçirmeye yönelik bir planın kurgulayıcısı ve taşeronu olmuştur.
Öte yandan FETÖ’nün, İran karşıtı bir yapıya sahip olduğu da açık kaynaklara yansıyan bir başka unsurdur. FETÖ’nün bu tutumunda hem ABD ve onun dış politika aksiyonlarına olan göbekten bağlılığı, hem örgütün kült yapısı ve ideolojisinin etkili olduğu değerlendirilmektedir. Bu kapsamda Selam/Tevhid dosyası, FETÖ tarafından büyük bir fırsat olarak görülmüştür. Bu açıdan İran’ın Türkiye’deki legal/illegal yapılanma çabaları tabir-i caizse “yumuşak karın” niteliği taşımaktadır.
Molla Rejiminin Pragmatizmi
Türkiye’de kamuoyu ve iç siyasetteki tartışma ve hizipleşmenin yansımalarını Hamas-İsrail gerginliği çerçevesinde de görmek mümkündür. Bu açıdan söz konusu gerginliğin İran tarafından istismara açık olduğu unutulmamalıdır. İran propagandasının açık yürütücüsü çeşitli yapılar ülkemizde serbestçe medyada faaliyet göstermektedir.
Başta Kafkasya ve Suriye olmak üzere bölgesel bir rakip konumundaki İran’ın, Türkiye’yi istikrarsızlaştırıcı faaliyetleri her dönemde mevcut konjonktüre göre yeniden şekillenmektedir. Mevcut gelişmeler içerisinde Türkiye’de faaliyet gösteren İran destekli yapılanmanın, her mezhep ve siyasi görüşten İslami hassasiyetlere sahip vatandaşlarımızı, Tahran’ın kendi bölgesel çıkarları için yönlendirme ya da örtülü faaliyetlerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güvenlik güçleri ve kurumları aleyhine döndürme çabalarına izin verilmemelidir.
Türkiye’nin İsrail Başkonsolosluğu’na dönük protesto gösterilerinde, bir grup tahrikçinin saldırıları sonucu 43 Türk Polisinin yaralanması, Kürecik Radar Üssü’ne yönelik protesto girişimi sırasında protestocular ve Türk Jandarması arasında yaşanan gerilim, ülkemize dönük önemli bir tehlike sinyali olarak değerlendirilmelidir.
1990’lı yıllardan bu yana Türkiye’yi istikrarsızlaştırma çabalarında Tahran’ın, bahsedilen çeşitli örneklerde olduğu gibi bu yolda kullanabileceği araçlar için ideolojik ya da mezhepsel farklılık gözetmeden oldukça pragmatik bir yaklaşım izlediği, fırsat olarak gördüğü her gelişmeyi istismar etmek için çaba gösterdiği unutulmamalıdır.
Bu molla rejimi Türkiye’deki cumhuriyet ve laikliği yıkmak içi her türlü pis işi yaptı. Türkiye’nin yapması gereken rejim muhaliflerini desteklemesi ve laik ve demokratik sistemimizi diğer İslam ülkelerine de ihraç etmektir.