28 Şubat süreci; kendisinden önce gelen 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbeleri, 12 Mart 1971 ve 27 Nisan 2007 muhtıraları, 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963 ve son olarak 15 Temmuz 2016 darbe girişimlerinden çok farklı olan ve kategorik olarak bu eylemlerle beraber değerlendirilemeyecek bir süreçtir.
28 Şubat; 27 Mayıs 1960 gibi hiyerarşik olmayan ve cunta harekâtı ile ülke yönetimine el koyup, devrin yönetimini yargılayıp en önemli dört isminden üçünü idam sehpasına götüren bir darbe değildir.
28 Şubat; 12 Eylül 1980 gibi hiyerarşik bir şekilde ülke yönetimine el koyan ve devrin iktidarda olsun muhalefette olsun bütün liderlerini siyasetten men eden, dönemin gençlerini idama götüren, idama götürmediklerini de sindirmeye gayret eden bir darbe de değildir.
28 Şubat; 12 Mart 1971 gibi birikmiş başka bir cuntayı devirip kendi cuntası ile dönemin başbakanının istifa etmesini sağlayıp kendi “teknokrat hükümetini” kurmasını sağlayan bir muhtıranın verildiği gün değildir.
28 Şubat; 27 Nisan 2007 gibi internet üzerinden basın açıklaması yayınlayıp cumhurbaşkanı seçimine ne yönde katkı sağladığı anlaşılmayan bir bildirinin yayınlandığı gün değildir.
28 Şubat; 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’te Albay Talât Aydemir’in, 15 Temmuz 2016’da ise Fetullahçı Terör Örgütü’nün idaresi ile başıbozuk, kural tanımayan ve sonunda amacına ulaşamamış bir darbe girişimi de değildir.
28 Şubat döneminin ne olmadığını bu kadar uzun uzadıya anlattıktan sonra, ne olduğu üzerinde durabiliriz.
Bahsi geçen bütün, darbeler, kalkışmalar ve muhtıralar tek bir gün üzerinden değerlendirilebilir; öncesi ve sonrası esas alınarak anlatımı yapılabilir. Ancak 28 Şubat sürecinde adı geçen gün, o tarihte yapılan MGK toplantısı ve alınmaya çalışılan kararlar dışında sembolik bir mânâ taşımaktadır.
1996 Haziranında kurulan ve kamuoyunda REFAHYOL olarak bilinen 54. Hükümet, özellikle Refah Partisi’nden ötürü asker tarafından en baştan önyargı ile bakılan bir hükümetti. TSK içindeki bu kadronun başını Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve İkinci Başkanı Çevik Bir çekiyordu. Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya da bu hükümetten hoşnut olmayan kişilerdi. O dönem, yurtdışı saha araştırmaları adına kurulan ancak ülke içerisinde çalışan Batı Çalışma Grubu da bu hoşnutsuzluğun kurumsallaşmış hâli idi.
Dönemin Refah Partisi milletvekillerinin, gerek güncel gerek eski konuşmalarının basına servis edilmesi ile kamuoyunun bir kesiminde Refah Partisi’ne karşı bir duruş başlamıştı. Merkez medya da “cesur” manşetler ile bu yangına su tutmaktan kaçınıyordu.
Dönemin en popüler simaları, “konuşma kasetleri” servis edilen Şevki Yılmaz ve Hasan Hüseyin Ceylan gibi partililer ile Aczmendi tarikatı (Müslüm Gündüz – Fadime Şahin – Ali Kalkancı) idi. Özellikle “ağa düşürülen genç kız” imajının simgesi Fadime Şahin olmuştu. Merkez medyanın arşivleri incelenirse Şahin’in kitabının boy boy reklamlar ile tanıtıldığı görülecektir.
Refah Partisi kanadı böyleyken, Doğruyol Partisi’nde de “bir yerden talimat alınmışçasına” istifalar başlıyordu. Gazeteler her gün meclis aritmetiğini gösteren tabloları manşete çekiyordu çünkü her gün aritmetik değişime uğruyordu. DYP’den istifa edenlerin adresi genellikle, yine DYP’den istifa eden Hüsamettin Cindoruk’un kurduğu Demokrat Türkiye Partisi (DTP) idi.
11 Ocak 1997’de Sincan Belediyesi, “Kudüs Gecesi” olarak bilinen, konuşmaların ve kısa bir tiyatro oyununun gösterildiği bir etkinlik düzenliyor, bu etkinlikte Hamas ve Hizbullah liderlerinin posteri salona asılıyor ve İran Büyükelçisi etkinlikte bir konuşma yapıyordu. Bu olayın üzerinden iki gün geçmeden Sincan’da “tatbikat için nakil” bahanesi ile caddede tanklar yürütülüyor ve Belediye Başkanı Bekir Yıldız görevden alınıyordu. Bu yürütülen tanklar da asker kanadında “demokrasiye balans ayarı” olarak adlandırılıyordu.
İşte 28 Şubat 1997’ye böyle gelindi…
28 Şubat tarihli MGK toplantısı, en uzun süren toplantılarından biri olarak tarihe geçmiştir. Asker kanadı Erbakan’a yoğun eleştiriler yaptıktan sonra, hazırlamış oldukları bir karar metnini imzalamaları için hükümete sunmuştur. Metinde eğitimin sekiz yıl kesintisiz olması, tarikat ve cemaatlerin kapatılması, yeşil sermaye olarak bilinen holdinglerin denetlenmesi, kaçak Kuran kurslarının kapatılması gibi talepler yer almaktaydı. Bildiri o gün imzalanmadı ve Erbakan zaman kazanma yöntemini denedi. Bu süreçte DYP’den istifalar hız kesmiyordu. Meclis aritmetiği çok değişmişti.
Erbakan’ın bir süre sonra, bu metin dışında içerik olarak 28 Şubat metnine benzer başka bir metin hazırlayıp imzalaması, Refah Partisi kanadında da hoşnutsuzluk oluşturmuştu. Bu hamleye rağmen Refah Partisi hakkında kapatılma dâvâsı açılıyordu.
Basına, hâkim ve savcılara, TSK tarafından “irtica brifingleri” veriliyor; TSK’nın gerekirse yasal hakları gereği silah bile kullanabileceği üstüne basa basa vurgulanıyordu. Bu brifinglerin bir benzeri de valilere yapılmak istenmiş ancak dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’in engellemesi ile askerin bu isteği gerçekleşememişti. Akşener bu hamlesinden dolayı dolaylı yoldan ağır ve çirkin bir biçimde tehdit ediliyordu. Akşener’in bir başka cesur tavrı ise Emniyet Genel Müdürü değişiminde yaptığı gece yarısı operasyonu ile görüldü ve bu tavrı ile 28 Şubat sürecinin en dik duruşlu kişilerinden biri sayıldı.
Necmettin Erbakan bu hamlelere direnememiş ve en sonunda hükümetin istifasını sunmuştu. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, teamül gereği hükümet kurma görevini ikinci parti olan DYP’ye vermesi beklenirken Demirel, görevi ANAP’a veriyordu. Tarihe ANASOL-D olarak geçen Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve Demokrat Türkiye Partisi hükümeti bu şekilde kuruluyordu.
Askerin hükümete müdahil olma çabaları bu hükümetin kurulmasından sonra da devam etti. “Bin yıl süreceği” ifade edilen bu süreç elbette o kadar sürmedi ve etkisi 2000’li yıllara girinceye kadar hissedildi. Bu etkinin 28 Şubat’ı destekleyen kadroların aleyhine gelişmeler doğurduğu ve “kazanım” olarak gördükleri her şeyi zaman içerisinde kaybettikleri gerçeği, post modern darbe olarak adlandırılan sürecin yapıldığı dönem görece başarılı ancak uzun vadede tamamen başarısız olduğu sonucunu bize vermektedir.
Kağan Bahadır Küçükalcan