Türkiye, 12 Eylül darbesi sonrasında ideolojisiz siyaset ile tanıştı. Her ne kadar muarızları tarafından “siyasal İslamcı” yahut “sağcı” (sağcılık kısmen doğru olsa da) olarak nitelendirilse de Turgut Özal ve Anavatan Partisi, eğilimleri birleştirme politikası ve biraz da “Kenan Evren’in desteklemediği adayı destekleme” güdüsü ile 1983 seçimlerinde başarıya ulaştı.
Özal her ne kadar eğilimleri birleştirme düşüncesi ile hareket etmiş olsa da Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi seçmenlerinin oylarını toplayabilmişti. Milletvekili ve belediye başkan adayları da bu partilerin eskilerinden mürekkepti. ANAP’ın son dönem başarısızlığı ve eski liderlerin siyasi yasaklarının kalkması ile birlikte merkez siyaset seçmeni farklı partilere dağıldı. ANAP oyları da yavaş yavaş eridi. İdeolojisiz siyasete verilen ilk ara, ANAP’ın çöküşü ile başladı.
AK Parti’nin siyaset sahnesine çıkışı da kısmen bu doğrultudaydı. Milli Görüş gömleği ile iktidar olamayacaklarını, olsalar bile muktedir olamayacaklarının bilincinde olan yenilikçi kanat iktidar olmanın anahtarını eski bir yöntemde yani eğilimleri birleştirmekte bulmuştu. Sağ ve sol partilerin bölünmüşlüğü, ortaya çıkan Genç Parti rüzgârının bu bölünmüşlüğü körüklemesi ile AK Parti, Erdoğan’ın İstanbul seçiminin öyküsüne benzer bir şekilde aradan sıyrılarak tek başına iktidar oldu. Eğilimleri birleştirme politikası zamanla kutuplaşmadan beslenme politikasına dönüştü ve iktidar bu şekilde perçinlendi. İdeolojisiz siyasete verilen ikinci ara, AK Parti’nin kendi tercihi doğrultusunda yaşandı.
31 Mart seçimleri ve öncesinde şunu gördük. Seçmen, ideolojik fikri bir kenara bırakabildi ve dünün ülkücüleri (hatta belki de bugünün ülkücüleri) CHP adayına oy verebildi. CHP de ideolojik yoğunluğu fazla olmayan veya “fazla CHP’li olmayan” aday tercihi ile bu birleşmeyi sağlayabildi. Örneğin Ekrem İmamoğlu türbede dua eden, Yasin okuyan, halkla bir araya gelebilen bir kişiydi. Mansur Yavaş ülkücü, Muhittin Böcek siyasete ANAP ile giriş yapmış isimlerdi. Bilhassa son genel seçimde İYİ Parti’ye oy veren seçmenin eli, rahatlıkla bu adaylara gidebildi. Zira artık İYİ Parti seçmeni geçişken eğilimlere açık hâle gelmişti ve parti seçmenini konsolide etmeyi başaramazsa sonraki seçimlerde de istediği partiye oy verebilecek özgürlüğe MHP-İYİ geçişi ile kavuşmuştu. Bu durum da başka bir yazı konusu olabilir. Zira geçişken seçmene sahip olan İYİ Parti’nin sonraki seçimlerde oyunu koruyamama tehlikesi gün gibi ortadadır.
Belediye seçimleri sonrası bilhassa Mansur Yavaş örneğinde şunu gördük. Günlük siyasi tartışmalardan uzak duran, Ankara’daki vatandaşlarının evine ekmek girip girmediği ile ilgilenen, ne Ayasofya ile ne faiz lobisi polemiklerine giren, herkes camide ön safı paylaşma peşindeyken Ankaralının evine et girmesi için uğraşan, politikacı olmayan bir belediye başkanı… Eğilimleri birleştirme sloganı ile ortaya çıkmadan eğilimleri birleştirebildi ve taraflı-tarafsız herkesin takdirini kazandı. Yavaş’ın zihin dünyasının, ideolojik fikrinin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Yavaş hiçbir icraatında bu ideolojik fikri gözümüze sokmadan ilerledi ve belki de başarısını buna borçlu…
Başta da belirttiğimiz gibi AK Parti’nin 2002’de iktidara geliş öyküsünde yer bulan ve gömlek çıkarma olarak tabir ettikleri iktidara geliş formülünün zamanla kutuplaşmadan beslenme politikasına dönüştürmesinin seçmen üzerinde ilk etapta başarılı etki bıraktığını söyleyebiliriz. Ancak neredeyse yirmi yılda bir görülen bu ideolojik politikalardan bunalma ve ekonomik kaygılarla oy tercihlerinin değişmesi eğiliminin önümüzdeki seçim için bir yol işareti olduğu artık su götürmez bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.
Kağan Bahadır Küçükalcan