Tarihteki parlak döneminden bugüne gelebilen nadir fikir adamlarının adam yetiştirme konusundaki duyarsız tavırları sayesinde Türk milliyetçiliği, 2000li yıllardan günümüze değin gelen süreçte tarihinin en kısır dönemini yaşıyor. Romantik tabir ile “yolbaşçı eksikliği” olarak tanımlayabileceğimiz bu sürecin sonu; giderek bencilleşen, kendi fikirlerinden başka hiçbir fikre ehemmiyet vermeyen, geçmiş ile yaşayan ve birbirinden ölesiye kopuk, adına asla topluluk diyemeyeceğimiz bir kitleyi oluşturdu.
Burada mevcut siyasi ve fikri liderlerden hiçbirisini kendisine örnek almayan bu kitleyi taşlamadan evvel “ilk taşı en günahsız olanımız atsın” düsturu ile iğneyi önce kendimize batırmamız, yani biz fikir adamları veya fikir adamı adaylarının özeleştirisini yapmamız gerekiyor.
Türk milliyetçiliği, dogmalara, kalıplara terk edilmemesi gereken lüzum görüldüğü takdirde sürekli kendisini mevcut şartlara göre programlaması zaruri bir fikirdir. Mevcut fikir adamlarımızın en büyük eksikliği veya fazlalığı ya geçmişteki fikirleri bir ayet gibi kabul edip üzerine hiçbir söz söylenmemesi gerektiğini savunmaları yahut geçmişteki tüm fikirleri yok sayıp kendi boş kümesini oluşturma gayreti içinde savrulmalarıdır. İçeriği genişletilebilecek veya güncellenebilecek –izm’ler yerine şahıs – izm’leri ile devam etme taraftarı olan birinci gurup, düşünmeyi terk etmiş, güncel meseleler hakkında “acaba x ne demiş” diyerek kendi fikrinin önüne taraftarı olduğu şahsın fikirlerini koymaya kalkmıştır. Bu fasit daire içinde sıkışıp kalan güruh, “yeni şeyler söylemek lazım” diyenleri tekfir ederek Türk milliyetçiliğini dar bir kalıp içerisinde kalmak zorunda bırakmıştır. Türk milliyetçiliğini kendi egolarını tatmin etmek için kullanan ikinci gurup ise, mevcut ve geçmişteki fikir adamlarının varlığı ile ilgilenmeyerek kendi boş kümelerini icat etmeye kalkmış, sosyal medya mecraları ile tanınırlığını oluşturabilmek adına fikir sistemi adına bir şey üretmeden kendi “namını yürütme” kaygısı içine girmiştir. Milenyum sonrası artan internet kullanımı, yeni meslek gruplarının ve kazanç kapılarının doğmasına sebep olmuştur. Sosyal medya ve video izleme platformlarının yaygınlaşması ile birlikte her dalda olduğu gibi siyasi dallarda da bu “nimetten” yararlananların büyük çoğunluğu ne yazık ki bu mecraları ideolojiyi geliştirme maksatlı değil, “tık” sayısını artırma adına popülizm maksatlı kullanma yoluna gitmiştir. Mahlaslı yabancılar milliyetçiliğin peygamberi ilân edilecek noktaya gelmiş, “şeyh uçmaz mürit uçurur” sözünden hareket edip popülaritenin sarhoşluğu ile yol almaya başlamışlardır.
İşte biz, bu makaleleri yazanlar ve okuyanlar; bu iki gurup arasına sıkışmış bir kitleyiz… Biz; bir yandan tarihte Türk milliyetçiliği fikir sistemine inanmış ve bu binanın oluşumu için bir tuğla bile koymuş insanlara saygı gösteren, binanın yıkılıp yeniden yapılmasına asla rıza göstermeyen ancak her köklü ve tarihi binada olduğu gibi bu binada da gerekirse tadilat yapılabileceğine inanmış olan bir kitleyiz. Ne olduğunu anlatmaktan neyi nasıl yapacağımızı anlatmaya fırsat bulamayan bu kitlenin artık tanımlamaları bir kenara bırakıp ortaya meselelerini ve hedeflerini koymaları gerekmektedir.
Kitlelerin lider ihtiyaçları vardır. Türk milliyetçilerinin de her ne kadar bir kısmının şu anda milliyetçilik ile tamamen zıt bir şekilde bencillik diye niteleyebileceğimiz bir ruh halinde olduğunu gözlemlesem bile aynı şekilde bir lider ihtiyacı mevcuttur. Burada bencillik haline dönüşen ruh halinin kısmen mevcut lider adaylarında özlediği, beklediği özellikleri bulamama halinden oluştuğu düşünülebilir. Buna zamanında bağlandığı ve lider olarak gördüğü kişi ve kurumların, bulunduğu zeminden kaymasının yaşattığı hayal kırıklıkları da eklenebilir.
Kendisi ile yüzde yüz aynı fikirde olan birisini bulmak, Türk milliyetçiliği gibi geniş kapsamlı bir fikir hareketinde imkânsıza yakındır. Tarihten misal alarak gidelim; fikirlerine yüzde yüz katıldığınız veyahut her sözünün altına imza atabileceğiniz bir isim var mı diye düşünelim. Cevabınız “evet” ise bir önceki misalde anlattığım birinci kategoriye mensupsunuz demektir ve dâhil olduğunuz kitle -izm ideolojisi kitlesidir. Türk milliyetçiliği ise içerisinden Sadri Maksudi’yi de Nihâl Atsız’ı da Alparslan Türkeş’i de Mümtaz Turhan’ı da çıkarmış bir fikir hareketidir. Bu saydığım isimlerden birini, hatta üçünü birden milliyetçi tanımı içerisine görmeme hâlini normal karşılayıp, “benim milliyetçiliğim seninkini döver” kavgasına girişmenin bu harekete bir faydası yoktur ve geçmişte de olmamıştır. Geçmişte yaşanan ve iki milliyetçi ismin birbirini tekfir edercesine ortaya koyduğu tezler, uzun vadede baktığımızda milliyetçilik binasına konulan tuğlalardan ziyade ustabaşılarının kavgası olarak görünmektedir. Sonuç boşa harcanan mesaidir.
Ne yazık ki bu saydığım isimlerden hiçbirini tanımayan, tanısa da sadece ismini duymaktan ibaret kalan bir kitle de mevcuttur. Atsız’ı sadece şair ve romancı zanneden, Sadri Maksudi’yi sadece Atsız ile olan münakaşa makaleleri sayesinde duymuş, Türk milliyetçiliğini üç-beş slogan ve romantik Göktürkçe yazılardan ibaret bir şey zanneden bir kitlenin varlığı bizi sadece üzmemeli, aynı zamanda düşündürmeli de…
Türkiye genelinde giderek yaygınlaşan az okuyup çok izleme hastalığının bir ürünü olarak ne yazık ki Türk milliyetçiliği içerisinde de bu gurubun nüfusu ve nüfuzu artmaktadır. Ana fikri, hammaddesi “Türk’ü sevme” olan bir fikrin giderek kendisinden başka hiç kimseye değer vermeme, yüzü görünmeyenleri ilahlaştırma hâline dönüşüyor olması üzücü bir durumdur. Yirmi yıllık süreçte yaşanan savrulmaları, kavramların içinin boşaltılma operasyonlarını görüp “biz kimin milliyetçiliğini yapıyoruz” noktasına gelip milliyetçilikten kopma noktasına varmış azımsanmayacak bir kitlenin mevcudiyetini inkâr edemeyiz.
İşte burada, güncel meseleler hakkına söz söylemek yerine romantik milliyetçiliği dava haline getirmeye çalışan, fikir üretmek yerine geçmişin tatlı anıları veya acıları ile hayata tutunmaya çalışan “fikir adamları” iğneyi kendisine batırmalıdır. Ortada kavram kargaşaları veya içinin boşaltılma operasyonları sayesinde ciddi bir entelektüel eksiklik mevcuttur ve bu durum kendisini 21. Yüzyıla entegre edememiş bir binanın içerisinde depremi bekleyen ve birbirinden kopuk bir Türk milliyetçisi ailesini oluşturmuştur.
(Devam edecek...)
2/2: Bahadırhan Bey'den farklı düşündüğüm nokta bir İngilizce makalesinde okuduğum, hatrımda kaldığı kadarıyla şu cümlesi: Bugün bu coğrafyada birçok şey yapabiliyorsak Atatürk kültü sayesindedir. Bahadırhan Bey'in söylediği hem doğru hem yanlış bence. Neden? Evet, Atatürk kültü, Türkiye'de birçok şeyin değişimi için önemli bir şey oldu. Ancak Vatan ve Hürriyet Fırkası kurmuş, o kıvılcım gibi genç sonra Atatürk oldu. Bu statikleşme demek, koruma için. Ve bu atalet doğurur. Şöyle ki: Türkiye güç odaklı bir korku kültürü. Burada değerler, prensipler ve kişiler değil, kişi kültleri egemen. Necip Fazıl bile Atatürk düşmanlığı için Ulu Hakan diye bir kült yarattı. Tarih metodolojisi noktasında zayıf bir dizide, gündelik siyasete bulanmış, anakronik birçok sahne haberlere konu oldu geçen senelerde. Yapmamız gereken Atatürk kültüne yaslanmak değil, bu bir kolluk gibi. Ölmeyiz, ama bu kollukta kaldığımız sürece hiçbir zaman yüzemeyeceğiz. Yapmamız gereken kişi kültü anlayışını, meylini yıkmak.
1/2: Yazara teşekkür ederim. Ben şahsen milliyetçi muhafazakar bir kimseyim. Paris'te akademik çalışmalarını sürdüren bir solcunun makalesindeki kavramı alarak bir çerçeve oluşturmaya çalışan Bahadırhan Bey'de gördüğüm güzel farkındalıklar: 1. Birey olmanın önemi. Ben olamamış bir insan Biz de olamaz, 'mış gibi fedakarlık retorikleri altında çok insanınn ulvi değerleri bir kılıf ve kalkan olarak kullandığına çokça şahit olduk. 2. Serbest piyasa ekonomisine verilen önem. Kurallı, adil rekabet ve fırsat eşitliği temelli, sosyal adaleti de önemli gören bir serbest piyasa anlayışı milletimizi büyütecektir. 3. Farkettiğim bir şey; Bahadırhan Bey, bir makalede kullanılan Seküler Milliyetçi kavramını aldığından olsa gerek bazen bu kavramı kendi sınırlarını aşacak şekilde kullanıyor. Birçok cümlesinde seküler kelimesi yerine aklı selim, rasyonel, mutedil kelimeleri konsa anlam değişmiyor. Benim kendisinden farklı düşündüğüm nokta şu, yer yetmediği için diğer yorumda devam edecek: