Edebi türler arasında şiir her zaman daha fazla ilgimi çekmiştir ama ilk gençlik yıllarımda bazı şiirler kaleme almış olmama, bazen de şiir diye adlandırılmaya namzet şeyler yazmama rağmen bu alanın tam olarak benim alanım olduğunu söylemek güç. Öte yandan, kendimi hikâyeye oldukça yakın hissettiğim ve bu alanda eser vermeye çalıştığım bir dönemin içerisindeyim. Bu sebeple içinde olduğum bu dönemi de göz önüne alarak, hikâye yazmayı ben de denemek istiyorum diyenlerle bir hasbıhal olsun diyerek bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Yazının bundan sonraki kısmında okuyacaklarınız daha ziyade bu minvalde olacaktır. Sözlü edebiyatın uzun asırlar boyunca tek ve ilk kaynak olması sebebi ile Türklerin saz ve söz ile imtihanı sadece türkülerle değil, aynı zamanda şiire ve destanlarla da sürmüş; bu üçü arasında zaman zaman sınırlar kaybolmuştur. Hikâye ise bir nevi destanların ve şiirlerin belirli bir sistem içerisinde nesir halinde neşredilmesi hadisesidir ve çok sonraları ortaya çıkmıştır. Tabii ki Türk'ün genetik hafızasında her zaman var olan söz söyleme arzusu sebebi ile şiir karşısında tam manasıyla yükselemese de özellikle Türkçülük fikrinin serpilmesi ve büyümesi sırasında hikâyelerden oldukça faydalanılmıştır. Benim de çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda etkisinde kaldığım Ömer Seyfettin ve Tarık Buğra’yı da bu çerçeveden fikir ve yazın hayatıma bir kaynak olarak görmekteyim. Peki, herkesin şiir denediği bir çağda herkesin hikâye yazmayı denemesi gerçekten zor mudur? Yoksa şiir hem ahengi hem hissiyatı hem de ruha verdiği coşkunluk ile daha cezbedici midir? Muhtemelen ikinci seçenek daha ağır basmakta ve insanlar bu nedenle şiire daha fazla yönelmektedir. Bu his de bir bakıma doğru sayılır çünkü bir şiirde yer alan çok güzel ve anlamlı bir dize o şiiri güzel kılabilir. O dize bulunduğunda geri kalan kısımlarda olabilecek hatalar okuyan tarafından göz ardı edilebilir. Oysa hikâyede durum tam olarak böyle değildir. Hikâyeler sadece sondaki bir cümle için dahi yazılsa okuyucunun oraya varmak için geçeceği yolların da iyi işlenmesi gerekir. Mesela, Topuz isimli Ömer Seyfettin hikâyesini ilk okuduğumda kumandan ile zabit arasında geçen konuşmada, gelen elçi heyetinin kılıçları üzerine söylenen “Kılıçları ne kadar süslü olsa yine keser!” lafı çok hoşuma gitmiş ve “Keser tabii” demiştim. Çocuk aklımla bu ruhu okşamıştı ve o günden sonra hikâyenin akışını tam olarak hatırlayamadığım anlar olsa da bu bölümü hep aklımda tutmuştum. Yine de beni hikâyenin ortası sayılabilecek o yere kadar getiren de akışın doğru işlenmiş olmasıydı. Uzun yıllar önce, senaryo yazımı ve yazarlık üzerine bir dizi kitap okumuştum. Yine o dönem bazı senaryo denemelerim olsa da senaryo yazım işinin tam olarak bana hitap etmediğini düşünmüş ve o alana çok fazla girmemiştim. Öte yandan yazarlık konusunda okuduğum kitaplardan zihnimde kalanlar, hikâye yazarken fazlasıyla işime yaradı diyebilirim. Bunlardan ilki, yazmanın bir mesai gerektirdiğiydi. Yani insan yazmak için zaman ayırmalı, bu işi “bir araya” sıkıştırmaktan kaçınmalıydı. Bu zaman ayırma işinin çerçevesi de yine genel olarak çiziliyordu. Öncelikle insan yazmayı düzenli hale getirmeliydi ve bunun için günün belirli bir saat dilimini bu işe ayırmalıydı. Mesela her gece saat 8 ile 9 arası gibi. Bu mesaiye de zorunlu bir hal olmadıkça uymalı, keyfi sebeplerden bunu terk etmemeliydi. Kısaca, hayatın her alanında olması gereken “iş disiplini” vurgulanıyordu. Diğer tavsiye ise bu sürelerde özellikle bir yazı veya hikâye yazmak için uğraşmak yerine, o an gördüklerimizi veya aklımızdan geçenleri, ayırt etmeksizin yazmaktı. Mesela “Az önce dışarıdan orta yaşlı bir adam geçti. Ardından birkaç küçük çocuk geçti. Küçük çocuklardan birinin saç tıraşı çok ilginçti” gibi. Bunu yapmanın iki faydasından bahsediliyordu: İnsan zihnini faal halde tutmak ve detaylara dikkat edebilmesini sağlamak, bu notların içinden ilerideki hikâyelere kaynaklık edebilecek pasajlar çıkarmak. Nitekim bu kısım özellikle bana çok faydalı oldu ve hikâyelerimin bazılarında, boş anlarımda aklıma gelenleri veya gözlemlerimi yazıya döktüğüm rastgele yazılardan oldukça faydalandım. Diğer bir tavsiye ise yanımızda daima küçük bir not defteri ve kalem bulundurmaktı. Ben bu not defteri ve kalemi aklıma gelen bazı sözleri, ilginç gördüğüm bilgileri veya anları not almak için kullandım. Deftere ulaşamadığım anlarda ise elime geçen herhangi bir kâğıda not alıp, daha sonra buna aktardığım da oldu. Bunlar her ne kadar genel çerçeveyi çizse de “Başka ne yapabiliriz” sorusunun zihnimizde belirmesi de çok zaman almayacaktır. Benim için de böyle oldu ve ben de kendim için bazı egzersizler hazırlayarak bunları uygulamaya çabaladım. Çünkü hikâye kelime bilgisi ve bunları düzgünce işlemenin yanında, öncelikli olarak gözlem yeteneğine ve gözlemin bir sonraki aşaması olan yoruma dayanıyordu. Hikâyeler romanlar kadar uzun ve karışık bir ağa sahip olmadıkları için kurgu kısmı da onlar kadar zor değildir. Buradaki egzersizlerimden ilki karakter kurgulama üzerineydi. Yani hikâyenin karakterleri kimdir, hikâye içinde tuttukları yere göre genel karakterleri nedir? Çünkü hikâye içinde bu karakterleri her zaman detaylı tasvir etmek gerekmese de davranışları veya sözlerini kurgulamak için bu bilgiye sahip olmak faydalıdır. Nihayetinde aynı olay karşısında, farklı kişiler farklı tepkiler vermeye meyillidir. Mesela, açık pencereden evin içine giren kuşa bir çocuğun, evin hanımının ve dedenin tepkileri / söyleyecekleri cümleler ne olabilir? Bunların kafanızda genel olarak bir karşılık bulduğu muhakkak. Peki, çocuğun hırçın olması, evin hanımının munis karakteri, dedenin kayıtsızlığını düşünerek yeniden yorumlarsak nasıl bir sonuca varabiliriz? Yahut çocuğun insanlara karşı hırçın ama hayvanlara karşı uysal olduğunu düşünürsek olayı nasıl yorumlarız? İşte karakterlerin bilinmesi bu manada bize yol gösterebilecek, okuyucuya istediğini veya tam tersine bir sürprizi sunabilecektir. (Okuyucu için şaşırmak da akışın içinde yuvarlanmak kadar etkili olabilir. Bu kurgunun genel mahiyeti ile alakalıdır.) Diğer bir egzersizim ise tasvir üzerineydi. Burada seçtiğim bir mekânın tasvirini yapmak veya orayı bir karakter gözünden yeniden tanımlamak gibi farklı yollar denedim. Hepsinin bir şekilde faydasını gördüm. Sanırım en zorlandığım kısım kişileri tasvir ederken oldu. Her zaman insanlarda farklı bir yan bulmak mümkün olmadığı için bazı karakterlerim ya gerçek hayattan tanıdığım ilginç insanlar oldu yahut da birkaç kişinin özelliklerini birleştirdiğim bir yeni kişi. Mesela Ankara’da geçen hikâyemde özellikle bu egzersizlerimden faydalandım ve tanıdığım kişilerden özellikler kullandım. Bu da hikâyeye kendimce yüklediğim gerçek hayata yakınlık amacına hizmet etmiş oldu. Son bahsedeceğim egzersiz ise rastgele seçtiğimiz üç kelimeden bir cümle kurmak olsun. Bu egzersizde aklıma gelen üç kelimeyi bir kağıda yazıp, bundan bir cümle oluşturabilir miyim diye denedim. Mesela “ev sahibi, kötü, zafer” kelimeleri. Bunlardan “Ev sahibi takım kötü futboluna rağmen sahadan zaferle ayrıldı” cümlesini kurabilirim. “Ev sahibi bu zafer kutlamalarının sonunda kötü bir şey olacağından endişeliydi” diyebilirim. Veyahut “Ev sahibinin bana hediye ettiği eski hançerin üstünde, bazen kötü bir barış kesin olmayan bir zaferden evladır yazıyordu” diyebilirim. Siz de hem bu örnek üzerinden, hem de kendiniz farklı kelimeler belirleyerek bunu deneyebilirsiniz. Tabii zamanla zorunlu kelime sayısını artırıp, daha farklı cümleler kurmaya da çalışabilirsiniz. Bunlar sizi hem düşündürecek hem de cümle kurma konusunda becerinizi artıracaktır. Yazımı buraya kadar okumuş olanlar için son birkaç cümle ile konuyu bağlamak istiyorum. Hikâyede önemli olan akıştır. Akışı bozan cümle çok güzel de olsa, atılması gerekiyorsa atılmalıdır. Hikâyenin sonunun bitip bitmeyeceği, sürpriz olup olmayacağı tamamen size bağlıdır. Bunların birini sürekli metot olarak seçebilir veya hikâyeye göre kullanabilirsiniz. Gözlemlerinizden ve notlarınızdan yararlanmak için, not tutmanız gerektiğini unutmayın. Gözlem yapamadığınız yerler veya kişiler için ise araştırma yapmak ve not tutmak faydalı olacaktır. Ve son olarak, kendinizi mükemmel hikâye yazmaya değil; hikâye yazmaya, hatta o hikâye içinde yaşamaya odaklayın. Gerisi zamanla şeklini alacaktır, acele etmeyin. Güzel hikayeleriniz olsun ve güzel hikayelerde olun…
Veysel Çıtlak