Ülke genelinde Trabzonlulara karşı genel bir tavır oluştuğunu söylemek mümkün. Eleştiri ile başlayan ve nerede ise artık bir hakaret haline dönüşen bu durumu görmemek mümkün değil. Bu yazı, bu konuyu işlemeyecek ama bu konuda hakkın teslim edilmediğini, bu düzeyde bir eleştirinin aynı şekilde karşılık bulma tehlikesinin mümkün olduğunu da söylemek zaruretini hissediyorum. Üstelik bunu, “sen ayrısın” şeklinde bir durum ile normalleşme sınırları içine çekmek de mümkün değil. Bu durum, söz konusu Trabzonspor olduğunda ise daha farklı bir boyuta geçmekte. Burada işin içerisine bambaşka motivasyon unsurları giriyor ve söylemler sertleşiyor. Peki, nedir bu Trabzonspor meselesi? Bu yazıda biraz da Trabzonsporlular açısından olaylara bakacağım ve yorumu okuyucuya bırakacağım. Hikâyeyi bir defa da kurt anlatsın.
Trabzonspor’un Avni Aker Stadı’nda başlayan hikâyesi şimdi Akyazı’da devam ediyor. Bizden öncekiler kadar olmasa da şanslı sayılabilecek bir nesle mensup olduğumu düşünüyorum çünkü Avni Aker’i gördük, yaşadık, orada güzel maçlar seyrettik, yetenekli oyuncuları canlı izleme şansına eriştik. Tartan pist sebebiyle sahaya uzaklardan baktığımız anlar, maraton tribündeki direklerden sahayı yarı buçuk gördüğümüz zamanlar da oldu ama hepsi güzel anların ve anıların öznesidir. Kendi adıma kazanım olarak görüyorum.
Her yapı gibi bir gün Hüseyin Avni Aker Stadı da ömrünü doldurdu ve yıkılması gündeme geldi. İşte asıl mesele de tam bu noktada ortaya çıktı. Yeni yapılacak stat aynı yerde mi yükselecekti yoksa yeni bir yerde, yeni bir stat mı planlanıyordu? Toki’ye verilecek söylemleri, Millet Bahçesi olacak sözleri ve daha pek çok şey. O dönem için akla gelen alternatifler oldukça fazlaydı. Tabii ki bunu öğrenmek çok sürmedi. Stat başka bir yere yapılacaktı ve yıkılan stadın yerine ne olacağı belirsizdi. Neticede bu alan, Avni Aker’den geriye bir şey kalmadan, dümdüz edildi. Bir tribünün bir kısmı ve çıkış tünelinin olduğu alan bırakılmıştı ama zamanla o da “demir aşınması sebebi ile tehlike arz ediyor” denilerek yıkıldı ve Hüseyin Avni Aker Stadı, resmen tarihin sayfalarına emanet edildi. Bu, buradaki anıların gitmesi demek değildi ama bir şehrin hafızasının, birkaç kepçe ile harap edilmesi de doğrusu hoş değildi. Bunu engellemek isteyenlerin görüşleri ise hiç önemsenmedi. Verilen sözler, sunulan proje, yapacağız, edeceğiz söylemi ise pembe bir tablo çiziliyordu. Bu tabloya göre, Akyazı’ya geçişle birlikte her şey bambaşka olacak ve klasman atlayacaktık. Peki, ne oldu?
Avni Aker Stadı’nın yerinde bugün Millet Bahçesi var. Oysa bu stadın arazisini dümdüz etmeden önce bir kısmını tarihi bir anı olarak korumaya almak, stadın koltuklarını ve bazı başka şeyleri hem anı hem de kulübe gelir getirici bir şekilde satmak zor mu diye sormuştuk? Zormuş ki bunların tamamının yıkım işini üstlenen firmaya verildiği belirtildi. Yani anılar, birer moloz yığını haline döndü. Birkaç kepçe, bir tarihi dümdüz ederken, giderek sesi kısılan bir feryattan başkası duyulmadı. (Burada bir parantez açmak gerekiyor. Şu anda Millet Bahçesi’nin ilk etabı olarak yapılan alanda bulunan tribün, daha sonradan inşa edilmiş ve Avni Aker ile doğrudan hiçbir ilişkisi olmayan “nostaljik” bir tribündür). Diyeceksiniz ki Akyazı ne oldu? Çamur oldu, kurban pazarı oldu, bazen zulüm oldu, bazen trafik oldu. Tabii ki sevinç de oldu ama en çok bunlar oldu. Stadın yapımından sonra Trabzonspor taraftarı, kulübüne tahsis edilmemiş, Milli Emlak ile İl Spor arasında kime ait olduğu tartışması süren bir statta misafir olmaya devam etti. Halen ediyor. Eklentileri tamamlanmamış, gidiş yolları düzenlenmemiş, çevre düzenlemesi yapılmamış, “tuğlasını örelim de içine girelim, zamanla eksiklerini hallederiz” denilen bir apartman dairesi şeklinde kullanıma açılan bir “Kompleks” içerisinde. Zaman ise verilen sözlerin sözde kaldığını göstermekten ileri geçmedi. Üstelik burada toplanacak saikıyla, Trabzon şehrinin farklı yerlerindeki sahalar da benzer bir akıbeti paylaştı. Her şey Akyazı’ya toplanacaktı ama olmadı. Her şeyin, muhtemelen bir şeyi çıktı.
Bugün, herkes bir şekilde kendine yapılan statlarda maçlarını oynarken, Trabzonspor’un henüz “kendisine tahsis edilmiş” bir stadı yok. Taraftarı yağmurlu havada ayakları çamura batarak stada ulaşmak, maç bitince aracıyla stattan bir saatten fazla bir zamanda ayrılmak zorunda kalıyor. Stada giden dolmuşların akşam maçları için farklı fiyat talep ettiği iddiaları, Büyükşehir Belediyesi’nin sefere koyduğu otobüslerin maç günü yeterli gelmediği gibi iddialar / sorunlar da mevcut. Yani, elle gelen düğün bayram demediği gibi, halen tutulmayan sözlerin tutulması için de kavga eden bir kitle mevcut. Peki, bu kitleye nasıl bir destek veriliyor? Elbette, özellikle deplasmanlarda birilerinin adamı olmak üzerinden tezahürat ve küfürler ve siyasetten basına her yerde bu söylemleri en sert şekilde dillendirmek şeklinde. Bu muazzam destek sayesinde Türk futbolunun kurtuluşu için de ilk eşik geçilmiş oluyor. Sahi, oluyor mu?
Türk futbolunun kurtuluşu, Trabzonspor’un bazı taleplerinden vazgeçmesinden, “aynen kardeşim benim” diyerek, sistem ile tam bir barış sağlamasından mı geçiyor? Bu sorunun cevabını gerçekten merak etmek ile birlikte, hiçbir zaman karşılığını bulamayacağını da biliyorum. Zira bu mesele, yazının girişindeki konudan kesinlikle bağımsız değil. Keşke olsaydı da konuşulabilseydi.
Belki, başka yer, başka zaman…
Veysel Çıtlak