Yıllar önce iş gücü anlaşması ile Türkiye’den binlerce insan Avrupa’ya iş gücü olarak gittiler..
Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İsveç, Danimarka, Avusturya yani her Avrupa ülkesinde Türkler var.
Tabii ilk giden Türkler özellikle özel olarak seçilmiş ve iş gücü ihtiyacını karşılayacak insanlardan oluşmuştur.
İlk giden nesil çok sıkıntılar çekmiştir..
Dil yok, yol bilmek yok..
Sadece iş ve o zaman şartlarında kaldıkları bekar evlerinin yolunu öğrenmişlerdi.
İşten eve, evden işe giderlerdi. Kamu ile işleri olduğu zaman çalıştıkları iş yerinde oluşturulan tercümanlar tarafından işleri halloluyor ve tercümanlar onlar için çok önem arz ediyordu.
Tercümanlar da genellikle Türkçe bilen Yunanlılardan oluşuyordu.
Tabii ki ilk giden daha çok kırsal kesimin insanı, dil öğrenmekle zorlanan, köyünden gelmiş bir çoğu okul görmemiş insanlardan oluşuyordu.
En büyük özellikleri geldiği yerin kültürü örf ve adetleri ile yaşayan ve gerçekten Batılı komşularının “gıpta” ile baktığı evini barkını emanet ettiği insanlardı.
“Türklerin en çok sevildiği zaman dilimi, ilk neslin gittiği zamandır.”
Eğer iyice incelerseniz, ilk gidenlerde yabancı hanımla evlilik daha fazladır..
Sebebi dürüstlük, çalışkanlık ve karekter olarak sevilmeleridir; bu nedenlerle daha sonra Türkiye’den iş gücünü gelmesi ardı kesilmemiş ve artarak devam etmiştir.
Avrupa’ya ilk giden neslin ilk amacı köyünde bir ev yapmak, bir traktör almak ve biraz para biriktirip ülkesine geri dönmekti.
Aylar yılları kovaladıkça alışıyorlar ve topluma entegreyi sağlayarak çalışmaya devam ediyorlardı.
Artık bekar evlerinin yerini Türkiye’den eşlerini getirerek birleşen aileler alıyor ve hızla sosyal hayata katılmaya çalışıyorlardı.
Tabii ki o zamanlarda "Almanya acı vatan" sözü çok kullanılmıştır, bu sözün sebebi eşinden ayrılarak yapılan evlilikler Avrupa’yı acı vatan ilan etmişlerdi.
İlk gidenlerin toplanma yerleri meşhurdur;
Almanya’da "Bahnhof”lar, İsveç’te "santral” dedikleri yani tren istasyonlarındaki kafeteryalardı.
Hafta sonu buluşma dertleşme yerleridir, işsizlere iş bulma yerleri, evi olmayanlara ev bulma yerleriydi.
Zaman geçtikçe ihtiyaçları hasıl oldukça yeni şeyler istiyorlardı.. Cemiyetler kurarak bir çeşit gettolaşmanın önünü açıyorlardı.
Bayram namazı ve cuma namazı kılma ihtiyacı için, fabrika köşelerinde barakalar arasında ihtiyaçlarını gören Türkler, artık mekanlar tutarak bu işleri görmeye çalışıyorlardı.
İlk giden neslin sadece çalışma müsaadesi vardı.. Gayrimenkul satın alma veya iş yeri açma müsaadesi yoktu.
Bu nedenlerle ilk giden Türkler kalıcı değil, geçici olduklarını bile bile çalışıyorlardı.
Almanlarda zaten yabancı iş gücüne şu ismi takmıştı; "Gastarbeiter”, yani misafir işçi statüsünde görüyorlardı.
O zaman zarfında zaten Türkiye’de de bu insanlara “Almancı” veya “gurbetçi” deniyordu.
Bu ne zamana kadar sürdü derseniz?
1982 yılında Almanya gayrimenkul alımını ve iş yeri açma izninin önünü açtıktan sonra işler tamamen değişmiştir.
Şu anda Türklerin üçüncü ve dördüncü nesil dediğimiz insanlarının % 75’i kendilerinin oturdukları ülkede kalıcı olduklarını söylüyor ve ona göre kendilerini ayarlıyorlar.
Birinci nesil zaten tamamen bitti. İkinci nesil ağır ağır emekliye ayrılıyor veya kesin dönüş yapıyor.
Kalan neslin büyük bir kısmı bulunduğu ülkenin vatandaşlığına geçiyor.
Hem çalışıyorlar hem de aklınıza sosyal hayatın neresi gelirse gelsin, mutlaka orada varlar.
Yarınlarda daha da ileri gideceklerine inanıyorum..
60 bin işveren..
150 bin üniversite de okuyan insanımız sadece Almanya’da bulunmaktadır.
Onun için onların adı artık, ne gurbetçi ne de Almancı!
Onların adı:
AVRUPA TÜRKLÜĞÜDÜR!
Habib Yalçın