12 Eylül’e kadar Avrupa’da Türk sivil toplum örgütleri denildiği zaman akla ülkücü TÜRK dernekleri veya sol kökenli FİDEF gibi dernekler akla gelirdi.
12 Eylül’den sonra bizzat Kenan Evren cuntasının ön ayak olması ile DİTİB teşkilatı kuruldu.
Süleymancılar dediğimiz cemaatin faliyetleri arttı.
Türkiye gazetesi kök saldı, hem gazete hem de o günlerin propaganda aracı olan kasetlerle evlere girmeye başladı.
Milli Görüş Teşkilatı, Türkiye'deki faliyetlerini hızla Avrupa'ya taşıdı.
Fetullahcılar; Berlin’de faaliyetlerine başladı.
Daha sonra dil kursları, 'Bediüzzaman okumaları' diyerek, küçük mescitler kurarak hızla vatandaşla ilişkiye geçti.
Tabii bu teşkilatların hedef kitlesi; Avrupa'da bayrak ve vatan sevgisi doruğa çıkmış TÜRK insanıydı.
DİTİB ülkücü teşkilatlara ve birey olarak ülkücülere yöneldi, özellikle genel merkez çalışanlarını ülkücülerden oluşturarak, ülkücülere direkt ulaşmayı amaç edinmişti.
Söylemleri de şunlardı:
Siz devleti seversiniz, biz de devleti temsil ediyoruz, ha sizin teşkilatlarınız, ha bizim teşkilatımız, gelin hep birlikte hizmet edelim.
“Aslında her cemaatın iyi özellikleri de vardı”
Örneğin Süleymancı dediğimiz Süleyman Tunahan’ın cemaati, Avrupa’daki Türk gençlerine İslam dinini öğretmekte ve Kuran'ı öğretmede çok başarılıydı..
Gerçi o cemaati ayakta tutan kurslarına gelen çocukların velileri ve onların ödediği aidatlarıydı.
Geleneksel olarak Süleymancılar da milli manevi değerlere değer verdiğini camilerinde anlatırdı.
Fakat Diyanetin bazı yorumlarına itiraz ediyor ve bir nevi cepheleşmenin önünü açıyorlardı.
Disiplinli bir cemaatti, hatta bir Alman yazar Süleymancıların bir toplantısını takip ettikten sonra şöyle bir not düşmüştü:
'Süleymancı cemaatının lideri Süleyman Tunahan’ın damadı Kemal Kaçar (bir dönem de Adalet Partisi'nden milletvekili olmuştu) toplantı salonuna girdi, salon askeri birlik gibi hazırola geçti ve başkanı selamladı, ben sanki içeri Türkeş girdi, kendimi komandoların toplantısında zannetmiştim' diyordu.
Gerçekten onlarda Fetullahcılar gibi abilik müessesi olan bir kuruluştu, yerelde başkanlıkları genel merkez atar, merkezin atamadığı hiç kimse Başkan olamazdı. camilerini kolay kolay dışarıdan gelen kimseye emanet etmiyorlar ve hiçbir şeyi tesadüfe bırakmıyorlardı.
Süleymancıların özelliklerinden biride bildiğiniz gibi kadınlarını hacca asla götürmezler ve tam bir “Ataerkil” teşkilat olmasıdır.
Kadın hoca hanımları vardır, hanımların Avrupa’daki cemaatlar için en önemli tarafı dindar olmaları ve bağışlarda en ön sıralarda, yardım toplamada başarılı olmalarıdır.
Süleymancılar kurban bağışlarında ve zekat fitre toplamada bütün cemaatlardan daha başarılıdır... Çünkü toplanan bağışlardan, toplayanlarda emek hakkı kazandıkları için devamlı bağış toplarlar ve başarılı olurlardı.
Tabii her teşkilatın bölünme yaşadığı gibi, onlarda bir zamanlar başkanları olan Harun Reşit Tüylüoğlu tarafından bölündüler, zaten ileriki günlerde bu zatta Amerika’ya gitmişti.
Cemaatların hamlelerini niçin yazıyorum?
Avrupa’daki bu dini cemaatler, dini öğretiyoruz söylemleri ile Türk milliyetçisi olan insanların "dini öğrenmekten zarar gelmez” söylemleri ile hem çocuklarını hem ceplerini hem de fikirlerini teslim aldılar.
Tabii ki cemaatlerin tamamını ülkemizin düşmanı olarak asla göstermiyorum ama insanlarımızın milli duruşlarını dini söylemlerle asimile ettiklerine defalarca şahit olmuştum.
Zaten Erol Güngör’ün 'İslam'ın Bugünkü Meseleleri' kitabında söylediği gibi:
"Osmanlı'yı kuran Anadolu’daki tarikatlar olduğu gibi, maalesef Osmanlı’yı yıkan da tarikatlar olmuştur."
Tabii ki diğer cemaatların da milliyetçi insanları nasıl saflarına çektiklerini ve hangi ellerin bu işi bilinçli bir şekilde yaptıklarını yazmaya çalışacağım.
Habib Yalçın