Sana kim buyursun, emretsin, ezsin?
Sen ondan usanma, o senden bezsin
Sen gezemiyorsan söyle kim gezsin
Dik başınla yurdun dağı-taşını?
Memleket senindir - kaldır başını!
Bahadırhan Dinçaslan
Bir önceki yazımda* sığınmacı sorunu ile ilgili çeşitli konulardan bahsetmiştim. Yazının yayınlandığı tarihten sonra bu konu hakkında birçok yeni vaka yaşandı. Hepimizin haklı olarak siyasetten talepleri var. Hükümetin bu kontrolsüz sığınmacı meselesine karşıt bir duruşu olmadığı malum. Muhalefetteki partilerdense henüz bu konu hakkında gerekli projeleri duyduğumuz söylenemez. Ancak hem aldığım duyumlar hem de olması gereken bu olduğu için yakın zamanda yeni projelerin geleceğini biliyorum. Yeni partilerden bu konuyu merkeze almış olanlar da var elbette ancak açıkçası onların da parti politikaları başta olmak üzere çeşitli yaklaşımları zihnimde bazı soru işaretleri oluşturuyor.
Aktif partili siyaset ülkemizde doğası gereği çok dolambaçlı ve karışık yollara sahip bir zeminde. Bu dolambaçlı yollarda başı dik ve inandığı doğrulardan ayrılmayanları gönülden takdir etmekle beraber, siyasetin mevcut yapısı gereği bu insanları içerisinde fazla barındırmamak istediği de bir gerçek. Toplumumuzun aktif siyasetle ilişkisi de hastalıklı tavrını sürdürüyor. Ne devlet ne de partiler ne de kanaat önderleri kul olunacak tanrılar değildir. Zamanında insanların uğruna birbirlerini öldürecek kadar ileri gittikleri siyasi partiler, kanaat önderleri bugün yok. Tarihte hikayelerini okuduğumuz nice devlet varlığını sürdürmüyor. Hükümet başta olmak üzere kitlelerin "Hocaefendi" olarak andığı şeref yoksunu karakter bugün terörist sıfatıyla ABD'de. Peki eskiden var olup bugün varlığını sürdüren, en temel ortak bağımız nedir? İslamiyet? İslamiyet bir döneme kadar yoktu, bir dönemden sonra da herkesi kapsayan bir çizgiye taşınmadı. Bizlerin mazide, şimdi ve gelecekte dünya üzerindeki diğer topluluklardan ayıran özelliğimiz Türklüğümüzdür. Buna şöyle bir yeknesak anlayışla karşı çıkanlar oluyor. "Efendim milliyetçilik kavramı Fransız İhtilali ile dünyaya yayılmıştır, ondan önce millet mi vardı nereden çıkıyor bu betimlemeler?"
Öncelikle milletler kökleri, tarih arenasındaki varoluşları, dilleri, töreleri gibi mevhumlarla anılırlar. Modern milliyetçiliğin tarihi ile millet olabilmek farklı durumlardır. Bu ikisinin ayrımına iyi varmak lazım.
İkinci montofonluk ise şöyle aksediliyor, "Bir sürü etnisite, topluluk yaşamış, nereden biliyorsunuz Türk olduğunuzu, bu ülkede Türk sayısı 0.0001."
Öncelikle Türk olmak ne menem bir şeydir, onu özetleyelim. Türklere ait dillerden birini konuşan, Türklük aidiyetini hisseden, Türklüğün yararına bir hayat biçimi benimsemiş ve aksi yönde bir beyanı bulunmayan kişiler Türktür. Bu Türk'ün coğrafyamızdaki en net yaklaşımıdır. Ek olarak elbette soydaşlık hukuku da Türklüğün tanımı içerisinde yeralabilir. Dünya Türklüğünü anarken sık kullanılan bir kavramdır. Ancak soydaşlık salt belirleyici yaklaşım olamaz. Öyle olsaydı farklı ülkelerde doğup, farklı ülkelerin hizmetinde, Türklere karşı faaliyet yürüten "soydaşlarımız" bizden sayılabilirdi. Bu yüzden soydaşlık vardır ama kültürel daire ile birlikte bir anlam taşır.
Tabi şu da var emperyal devlet politikaları sebebiyle Türk Dünyası içerisinde yer alıp dil ya da kültür açısından yeteri kadar Türklükle bütünleşememiş soydaşlarımız olabilir benim zaviyemden bu insanlar da elbette Türktür ve emperyalist devletlerin politikaları ile baş başa bırakılmamalıdır.
Tüm bunlarla beraber yukarıdaki örneklete coğrafyamızda 0,0001 Türklük bulanlar normal şartlar altında en büyük "ırkçılık" karşıtı olmalarına rağmen Türk'e rol biçecekleri zaman koyu bir neonazi gibi hemen kan arayışına geçerler. Kaldı ki onlara üzücü bir haberim var Türklüğü onların baktığı zaviyeden bir bakış açısıyla ele alıyor olsaydık dahi bu coğrafyadaki Türklerin onların hayallerinin çok üstünde, kurucu ve sürekliliği sağlayıcı unsur olduğu gerçeğini söylemeliyim.
Çağdaş milletlerin ortak mefkureleri ve tutkuları vardır. Biz de Türk Milleti olarak zaman zaman kesintiye uğrasak da elbette bu yaklaşımlarımız oldu. Ancak son 20 yıllık döneme baktığımız zaman en büyük kesinti ve zararı bu dönemde gördüğümüzü söyleyebilirim.
AKP hükümeti ve birkaç sene öncesine kadar en yakın yol arkadaşları Fethullahçı şebeke bunun için elinden geleni ardına koymadı. Milleti ilgilendiren her konuda birçok kutup oluşması için yürütülen çalışmalar iktidar sürelerini uzatsa da Millet olabilme anlayışımızın dibine dinamit koydu.
Bizler daha önce yazımda* bahsettiğim içselleştirilmiş Milliyetçilik anlayışını gerçekleştirmek isterken onlar tam tersi bir yöntemle ayrıştırılmış millet anlayışını benimsediler. Sıfırdan yarattıkları kavgalar olduğu gibi zemini olan kavgaların da büyümesi için ellerinden geleni yaptılar.
İsterseniz biraz da örneklerle gidelim.
Mevcut hükümet Fethullahçı yapı ile ilgili mücadelede hem gerekli kararlılığı göstermemekte hem de onlardan boşalan makamları farklı tarikat kollarıyla doldurmakla bu Millete ihanet etmektedir.
Bu ülkenin bayrağından marşına, Atatürk'ünden andına kadar her şeyiyle kendini Türklük ekseninde gören Kürt vatandaşlarımız kendilerini çekinmeden ifade edebilen bir çoğunluktaydı. Şahsi bir anektod ile devam etmem gerekirse lise yıllarımda Esenyurt Ülkü Ocakları'na devam eden bir gençken o bölgede yaşayan çok sayıda Kürt arkadaşımız, ağabeyimiz de gerçek bir Türk Milliyetçisi olarak aramızdaydı. Hiçbiri köklerini reddetmiyor aynı zamanda Türklük kimliğinde birleşmekte bir beis görmüyordu. Ki Esenyurt bölgesinde yoğunluk olarak farklı görüşlerin sıklığı yüksek olmasına rağmen oldukça bilinçli ve donanımlı olarak böyle bir tercihte bulunuyorlardı. Bir şeyin sonuna aynı ek getirilince aynı doğrultuda bir ifade oluşmayacağını anlamak zor olmamalı.
Türkçülük; Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün de büyük katkılarıyla kaynaştırıcı, birleştirici bir yapı oluşturmak gayesi güderken Kürtçülük ise tam tersine ayrıştırmacı, ayrılıkçı, düşmanlaştırıcı bir yapıyı barındırıyordu. 2000'lerin başında gerek terör, gerekse sosyal alandaki etkileri gerilemeye başlamıştı ki AKP'nin politikaları sonucu gün ve gün güçlenerek kendi alanını açtı. Toplumun hassas kesimlerine yerleştirilen etki elemanları, teröristten gerillaya evrilen dil, İmralı'nın sürgündeki büyük bir siyasi pozlarına sokulması, çözüm süreci ve elbette tüm bu olanakları kendinde bütünleştiren bir HDP. Çözüm süreci, Dolmabahçe mütabakatları derken AKP'nin bu konudaki ortağı HDP ile yürütülen proje global anlamda beklenen sonucu vermese de iç dinamiklerimizde önemli bir oranda ayrışmaya neden oldu. Global destekçilerine beklenilen veremedikleri için ve hükümetin 6 ayda bir değişen ilkesiz taktiksel politikaları sayesinde şu an bir durağanlık yaşasalar da bu ülkede Kürtçülük politikasına hizmet edenler millet ayrışması devam ettiği sürece yaşam alanlarını sürdürmeye devam edeceklerdir.
Yardım alan fakirle, yardımlara ulaşamayan fakir arasındaki fark literatüre kazınacak düzeyde yeni ekonomik ayrışmalara adım atmıştır. Bununla beraber ülkede kıpırdayan her taşın önce kendisine yararı olmasını isteyen AKP hükümeti kendi zenginlerini yaratmış, bu zenginler olanca görgüsüzlük, zevksizlik ve çiğlik içeren davranışlarını sürekli insanların gözüne sokarak kendilerine olan nefreti körüklemiştir.
Birçok iş sahibi AKP ve uzun dönem ortaklık yaptıkları Fethullahçılara karşı tavırları yüzünden iş yapamaz hale gelirken, birçok iş sahibi ise onlara yakın olarak birçok "büyük" iş sahibine dönüşmüşlerdir...
***
Ancak tüm bu yazdıklarıma rağmen son dönemlerde bir şeyler oldu ülkemde.
Akp son hamlesiyle bir şeyleri tetikledi, insanlar kendi milletlerinden başka kültürlerin yapılan göçlerle nasıl organize bir kötülük yayabileceğini görmeye başladılar. Üstelik bunu görürken bir yandan kimse doğru düzgün iş bulamaz, para kazanamaz hale geldi. Adalete, kanunlara, bunu uygulayanlara karşı daha mesafeli olmaya başladı.
Şer hayra vesile oldu.
İnsanlar devletin ne olması gerektiğini, milletin olmanın ne olduğunu biraz biraz hatırlamaya başladılar.
Bu saatten sonra eğer doğru tavırlarla hareket edilirse insanların bilinçleri daha da artacak. Arzu ettiğimiz millet için millet ile el ele gelişmeye doğru bir mücadele başlayabilecektir.
Başka kültürlerin istilası, ekonomik buhranlar, yetersiz cezalar, cehalet, eşitsizlik bu milletin kaderi değil ve olmayacak. Ancak toplumsal hastalıklarımızı tedavi etmeli, travmalardan kurtulmalı ve mücadeleyi siyasi partiler ekseninde sınırlandırmamalıyız. Bu memleket bizim toprağımız ve bu toprağın çocuklarının aydınlanması için ne gerekiyorsa onu yapmakla mükellefiz.
Sürekli birbirimizi zalimce dibe çeker bir tavır takınmak yerine onarıcı ve ilerliyici bir tutum izlemeliyiz.
Özümüzü hatırlamalı, Ulu Önder'in yaptıklarını hatırlamalı, geçmişi hatırlamalı ve nihayerinde geleceği hazırlamalıyız!
Bu milletin düşmanı propagandalara karşı durmalı, sesimizi yükseltmeli, yumruklarımızı sıkılı hale getirmeliyiz, kötülüklere karşı yanan bu küçük alevi parlatmalı büyük bir yangınla kötülüğün köhne düzenini yıkılmasını sağlamalıyız.
İşte o zaman değişmeye başlar her şey ve değişimin bir parçası olmanın onuru beşli çetenin milyar dolarları ile ölçülemeyecek kadar kıymetlidir.
Sen ondan usanma, o senden bezsin
Sen gezemiyorsan söyle kim gezsin
Dik başınla yurdun dağı-taşını?
Memleket senindir - kaldır başını!
Bahadırhan Dinçaslan
Bir önceki yazımda* sığınmacı sorunu ile ilgili çeşitli konulardan bahsetmiştim. Yazının yayınlandığı tarihten sonra bu konu hakkında birçok yeni vaka yaşandı. Hepimizin haklı olarak siyasetten talepleri var. Hükümetin bu kontrolsüz sığınmacı meselesine karşıt bir duruşu olmadığı malum. Muhalefetteki partilerdense henüz bu konu hakkında gerekli projeleri duyduğumuz söylenemez. Ancak hem aldığım duyumlar hem de olması gereken bu olduğu için yakın zamanda yeni projelerin geleceğini biliyorum. Yeni partilerden bu konuyu merkeze almış olanlar da var elbette ancak açıkçası onların da parti politikaları başta olmak üzere çeşitli yaklaşımları zihnimde bazı soru işaretleri oluşturuyor.
Aktif partili siyaset ülkemizde doğası gereği çok dolambaçlı ve karışık yollara sahip bir zeminde. Bu dolambaçlı yollarda başı dik ve inandığı doğrulardan ayrılmayanları gönülden takdir etmekle beraber, siyasetin mevcut yapısı gereği bu insanları içerisinde fazla barındırmamak istediği de bir gerçek. Toplumumuzun aktif siyasetle ilişkisi de hastalıklı tavrını sürdürüyor. Ne devlet ne de partiler ne de kanaat önderleri kul olunacak tanrılar değildir. Zamanında insanların uğruna birbirlerini öldürecek kadar ileri gittikleri siyasi partiler, kanaat önderleri bugün yok. Tarihte hikayelerini okuduğumuz nice devlet varlığını sürdürmüyor. Hükümet başta olmak üzere kitlelerin "Hocaefendi" olarak andığı şeref yoksunu karakter bugün terörist sıfatıyla ABD'de. Peki eskiden var olup bugün varlığını sürdüren, en temel ortak bağımız nedir? İslamiyet? İslamiyet bir döneme kadar yoktu, bir dönemden sonra da herkesi kapsayan bir çizgiye taşınmadı. Bizlerin mazide, şimdi ve gelecekte dünya üzerindeki diğer topluluklardan ayıran özelliğimiz Türklüğümüzdür. Buna şöyle bir yeknesak anlayışla karşı çıkanlar oluyor. "Efendim milliyetçilik kavramı Fransız İhtilali ile dünyaya yayılmıştır, ondan önce millet mi vardı nereden çıkıyor bu betimlemeler?"
Öncelikle milletler kökleri, tarih arenasındaki varoluşları, dilleri, töreleri gibi mevhumlarla anılırlar. Modern milliyetçiliğin tarihi ile millet olabilmek farklı durumlardır. Bu ikisinin ayrımına iyi varmak lazım.
İkinci montofonluk ise şöyle aksediliyor, "Bir sürü etnisite, topluluk yaşamış, nereden biliyorsunuz Türk olduğunuzu, bu ülkede Türk sayısı 0.0001."
Öncelikle Türk olmak ne menem bir şeydir, onu özetleyelim. Türklere ait dillerden birini konuşan, Türklük aidiyetini hisseden, Türklüğün yararına bir hayat biçimi benimsemiş ve aksi yönde bir beyanı bulunmayan kişiler Türktür. Bu Türk'ün coğrafyamızdaki en net yaklaşımıdır. Ek olarak elbette soydaşlık hukuku da Türklüğün tanımı içerisinde yeralabilir. Dünya Türklüğünü anarken sık kullanılan bir kavramdır. Ancak soydaşlık salt belirleyici yaklaşım olamaz. Öyle olsaydı farklı ülkelerde doğup, farklı ülkelerin hizmetinde, Türklere karşı faaliyet yürüten "soydaşlarımız" bizden sayılabilirdi. Bu yüzden soydaşlık vardır ama kültürel daire ile birlikte bir anlam taşır.
Tabi şu da var emperyal devlet politikaları sebebiyle Türk Dünyası içerisinde yer alıp dil ya da kültür açısından yeteri kadar Türklükle bütünleşememiş soydaşlarımız olabilir benim zaviyemden bu insanlar da elbette Türktür ve emperyalist devletlerin politikaları ile baş başa bırakılmamalıdır.
Tüm bunlarla beraber yukarıdaki örneklete coğrafyamızda 0,0001 Türklük bulanlar normal şartlar altında en büyük "ırkçılık" karşıtı olmalarına rağmen Türk'e rol biçecekleri zaman koyu bir neonazi gibi hemen kan arayışına geçerler. Kaldı ki onlara üzücü bir haberim var Türklüğü onların baktığı zaviyeden bir bakış açısıyla ele alıyor olsaydık dahi bu coğrafyadaki Türklerin onların hayallerinin çok üstünde, kurucu ve sürekliliği sağlayıcı unsur olduğu gerçeğini söylemeliyim.
Çağdaş milletlerin ortak mefkureleri ve tutkuları vardır. Biz de Türk Milleti olarak zaman zaman kesintiye uğrasak da elbette bu yaklaşımlarımız oldu. Ancak son 20 yıllık döneme baktığımız zaman en büyük kesinti ve zararı bu dönemde gördüğümüzü söyleyebilirim.
AKP hükümeti ve birkaç sene öncesine kadar en yakın yol arkadaşları Fethullahçı şebeke bunun için elinden geleni ardına koymadı. Milleti ilgilendiren her konuda birçok kutup oluşması için yürütülen çalışmalar iktidar sürelerini uzatsa da Millet olabilme anlayışımızın dibine dinamit koydu.
Bizler daha önce yazımda* bahsettiğim içselleştirilmiş Milliyetçilik anlayışını gerçekleştirmek isterken onlar tam tersi bir yöntemle ayrıştırılmış millet anlayışını benimsediler. Sıfırdan yarattıkları kavgalar olduğu gibi zemini olan kavgaların da büyümesi için ellerinden geleni yaptılar.
İsterseniz biraz da örneklerle gidelim.
Tarikatlar Meselesi
2019 yılında eğitim politikası uzmanı Prof. Dr. Esergül Balcı'nın yaptığı araştırmaya göre 2.6 milyon kişinin tarikatlarla veya cemaatlerle organik bağı var. Tarikatların dinamiklerini incelediğiniz zaman bunu her zaman ağızlarıyla dile getirmeseler de iç dinamikleri gereği önceliklerini millet olmaktan önce tarikat olmaya verdikleri açıktır. Kaldı ki bunu alt düzeyde üyelerin bilmesi gerekmez, onlar kendilerini milliyetçi bir oluşum içerisinde bile zannedebilir, oysa tarikatların milliyetçiliği meselelerin ucu kendilerine dokunana kadardır. En yakın zamanda Fethullahçı şebeke ile bunun en somut örneğini gördük.Mevcut hükümet Fethullahçı yapı ile ilgili mücadelede hem gerekli kararlılığı göstermemekte hem de onlardan boşalan makamları farklı tarikat kollarıyla doldurmakla bu Millete ihanet etmektedir.
-Kürtçülük Meselesi
TamgaTürk'te yapılan haberlerde ''Kürtçü Terör'' ifadesi muhakkak dikkatinizi çekiyordur. AKP hükümetinden önce Kürt ve Kürtçünün ayrımı çok net ve belirgindi.Bu ülkenin bayrağından marşına, Atatürk'ünden andına kadar her şeyiyle kendini Türklük ekseninde gören Kürt vatandaşlarımız kendilerini çekinmeden ifade edebilen bir çoğunluktaydı. Şahsi bir anektod ile devam etmem gerekirse lise yıllarımda Esenyurt Ülkü Ocakları'na devam eden bir gençken o bölgede yaşayan çok sayıda Kürt arkadaşımız, ağabeyimiz de gerçek bir Türk Milliyetçisi olarak aramızdaydı. Hiçbiri köklerini reddetmiyor aynı zamanda Türklük kimliğinde birleşmekte bir beis görmüyordu. Ki Esenyurt bölgesinde yoğunluk olarak farklı görüşlerin sıklığı yüksek olmasına rağmen oldukça bilinçli ve donanımlı olarak böyle bir tercihte bulunuyorlardı. Bir şeyin sonuna aynı ek getirilince aynı doğrultuda bir ifade oluşmayacağını anlamak zor olmamalı.
Türkçülük; Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün de büyük katkılarıyla kaynaştırıcı, birleştirici bir yapı oluşturmak gayesi güderken Kürtçülük ise tam tersine ayrıştırmacı, ayrılıkçı, düşmanlaştırıcı bir yapıyı barındırıyordu. 2000'lerin başında gerek terör, gerekse sosyal alandaki etkileri gerilemeye başlamıştı ki AKP'nin politikaları sonucu gün ve gün güçlenerek kendi alanını açtı. Toplumun hassas kesimlerine yerleştirilen etki elemanları, teröristten gerillaya evrilen dil, İmralı'nın sürgündeki büyük bir siyasi pozlarına sokulması, çözüm süreci ve elbette tüm bu olanakları kendinde bütünleştiren bir HDP. Çözüm süreci, Dolmabahçe mütabakatları derken AKP'nin bu konudaki ortağı HDP ile yürütülen proje global anlamda beklenen sonucu vermese de iç dinamiklerimizde önemli bir oranda ayrışmaya neden oldu. Global destekçilerine beklenilen veremedikleri için ve hükümetin 6 ayda bir değişen ilkesiz taktiksel politikaları sayesinde şu an bir durağanlık yaşasalar da bu ülkede Kürtçülük politikasına hizmet edenler millet ayrışması devam ettiği sürece yaşam alanlarını sürdürmeye devam edeceklerdir.
Din ve Sosyal Yaşam Üzerinden Ayrıştırma Meselesi
Ülkemizde irticai faaliyetler dönem dönem artsa da otonom bir laiklik anlayışı sürekli hakimiyeti ele alabilmiştir. Oysa AKP döneminde laiklik çiğnenmiş, üstelik bu konuda da en büyük yardımcıları "yetmez ama evet"çiler, ılımlı sosyalistler, liberal görünümlü devlet tapınıcıları olmuş, "Kemalist vesayeti yıkıyoruz" diye peşine takıldıkları AKP gün ve gün gücünü arttırıp istediği koşullara gelince laik tutuma karşı da mesafesini belirginleştirmiştir. Bu sefer bu destekçileri de kendilerince AKP'ye karşı bir tutum takınmışlardır. Fakat bu kesimin ne zihni ne de kapasitesi birilerine sığınmadan hareket edemeyecek ölçüde olduğu için kimi Batı'dan kimi Doğu'dan ülkelerin garantörlüğü altına girerek bu tavırlarını sürdürmüşlerdir. Onlar bu tavra gelene kadar insanlar birbirinden nefret edecek seviyeye gelmiştir bile...Ekonomik Yaklaşımlar Üzerinden Kutuplaşma
Ekonominin günümüzdeki perişan halinin yanısıra, Akp'nin bu konudaki formülü o kadar başarılıdır ki fakirin bile fakire büyük bir hınçla düşman olmasını sağlamıştır.Yardım alan fakirle, yardımlara ulaşamayan fakir arasındaki fark literatüre kazınacak düzeyde yeni ekonomik ayrışmalara adım atmıştır. Bununla beraber ülkede kıpırdayan her taşın önce kendisine yararı olmasını isteyen AKP hükümeti kendi zenginlerini yaratmış, bu zenginler olanca görgüsüzlük, zevksizlik ve çiğlik içeren davranışlarını sürekli insanların gözüne sokarak kendilerine olan nefreti körüklemiştir.
Birçok iş sahibi AKP ve uzun dönem ortaklık yaptıkları Fethullahçılara karşı tavırları yüzünden iş yapamaz hale gelirken, birçok iş sahibi ise onlara yakın olarak birçok "büyük" iş sahibine dönüşmüşlerdir...
***
Ancak tüm bu yazdıklarıma rağmen son dönemlerde bir şeyler oldu ülkemde.
Akp son hamlesiyle bir şeyleri tetikledi, insanlar kendi milletlerinden başka kültürlerin yapılan göçlerle nasıl organize bir kötülük yayabileceğini görmeye başladılar. Üstelik bunu görürken bir yandan kimse doğru düzgün iş bulamaz, para kazanamaz hale geldi. Adalete, kanunlara, bunu uygulayanlara karşı daha mesafeli olmaya başladı.
Şer hayra vesile oldu.
İnsanlar devletin ne olması gerektiğini, milletin olmanın ne olduğunu biraz biraz hatırlamaya başladılar.
Bu saatten sonra eğer doğru tavırlarla hareket edilirse insanların bilinçleri daha da artacak. Arzu ettiğimiz millet için millet ile el ele gelişmeye doğru bir mücadele başlayabilecektir.
Başka kültürlerin istilası, ekonomik buhranlar, yetersiz cezalar, cehalet, eşitsizlik bu milletin kaderi değil ve olmayacak. Ancak toplumsal hastalıklarımızı tedavi etmeli, travmalardan kurtulmalı ve mücadeleyi siyasi partiler ekseninde sınırlandırmamalıyız. Bu memleket bizim toprağımız ve bu toprağın çocuklarının aydınlanması için ne gerekiyorsa onu yapmakla mükellefiz.
Sürekli birbirimizi zalimce dibe çeker bir tavır takınmak yerine onarıcı ve ilerliyici bir tutum izlemeliyiz.
Özümüzü hatırlamalı, Ulu Önder'in yaptıklarını hatırlamalı, geçmişi hatırlamalı ve nihayerinde geleceği hazırlamalıyız!
Bu milletin düşmanı propagandalara karşı durmalı, sesimizi yükseltmeli, yumruklarımızı sıkılı hale getirmeliyiz, kötülüklere karşı yanan bu küçük alevi parlatmalı büyük bir yangınla kötülüğün köhne düzenini yıkılmasını sağlamalıyız.
İşte o zaman değişmeye başlar her şey ve değişimin bir parçası olmanın onuru beşli çetenin milyar dolarları ile ölçülemeyecek kadar kıymetlidir.