Bir kemiğin ardından saatlerce yol giden itler bile gülecek kimsesizliğimize demiş ya Atsız Ata, ben bu kimsesizliği değiştirmek için bu yoldayım. Atsız Ata'nın ruhu şad olsun...
**
Dinler, inançlar, kutsaliyetler sınırları aşacak şekilde alay edilmemesi gereken meselelerdir kanaatindeyim.
Peki burada belirlenecek olan sınır nedir? Örneğin bir temaşa üstadı sahnede bir espri yapabilir, orası sahnedir, bir oyun sergilenmektedir ve güldürüde birçok kavram üslubuyla ele alınabilir.
Ancak aynı espriyi bir ibadethane içerisinde, ibadet eden insanların yanında yapamazsınız, yaparsanız gösterilecek tepkiye razı olmak zorundasınız. Bazen görünür gücünüzden dolayı size açık açık tepki gösteremeyebilir orada bulunanlar ancak hayat sizin karşınıza bu yaptığınız hatanın sonuçlarını çıkartacaktır.
Bu ülkede kutsalları en çok rahatsız edilenlerden biri de Aleviler olmuş.
Ben anne tarafından Alevilik bağları olan bir insanım. Köklerimizi araştırdığımızda Seyfullah Kasım bin Nizam'a ulaşıyoruz.
İslami litaretüre göre Annem Seyyide, ben de Seyyid'im. Aynı zamanda bioenerji ve benzeri konulara da hakimim.
Çok ilginç bir gerçeklik daha var. Biz Türklerin genelde lakapları olur, çok eski zamanlardan beri benzer alışkanlıklarımız var.
Benim lakabımı ilk kez bulan ve bana 'Dede' diyen değerli dostumun dedesi, Seyfullah Kasım Bin Nizam'ın türbesini yaptıran zat imiş.
Ne güzel bir rastlantı değil mi? Aslında rastlantı değil, bunlar ama siz nasıl istiyorsanız öyle inanın.
Peki tüm bunlar ışığında ne yapmam gerekir?
Tarikat kurayım, insanların paralarını sömüreyim, evliyalık iddiasında mı bulunayım?
Bunlar boş işler, ben şahsi olarak tüm enerjimi en başta inandığım Tanrı, sonrasında milletime harcamaya yemin etmiş bir insanım. Bunun yanında biraz da aileme, dostlarıma ve elbette kendime de lazım tabii...
Peki bu Alevilik-Türklük-Şamanlık meselesi nedir?
İnceleyelim;
Cevri bunda dilli Kuran
Hem erkanlı yollu Kuran
Elimizde “Telli Kuran”
Gideriz Hakkın izinden.
Cevri Baba
**
Bu konu hakkında benden önce de çeşitli araştırmalar yapılmış ve Aleviliğin İslamiyet'ten daha eski bir Tanrı'yı arama ve onun tecellisinin gönüllerde arz-i hal etmesinin yaklaşımı olduğuna dair kuvvetli veriler elde edilmiştir, gelin önce bir onlara bakalım;
''Türkler, binlerce yıllık tarihsel gelişim süreci içinde yeryüzündeki birçok din ile tanışmıştır. Manicilik, Budacılık, Nesturilik, Ortodoks Hıristiyanlık, Musevilik ilk akla gelenlerdir. Günümüzde Orta Asya’da halen Budacılığa inanan Sarı Uygur Türkleri vardır. Gagavuzlar, Çuvaşlar ve Karamanlılar Ortodoks Hıristiyan’dır. Karaim ve Kırımçak Türkleri Musevi’dir. Türkler başlangıçta Şamanizm’e inanmakta idi. Günümüzde Orta Asya ve Sibirya’da Şamanist inanca sahip Türkler hâlâ yaşamaktadır. Alevilik genel olarak bir Türk inanışıdır. Türklerin tarihte geniş bir coğrafyaya yayılmış ve sadece 16 imparatorluk kurmuş olması, birçok farklı kültür ile tanışması sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle Alevilik, birbirinden farklı inanışların harmanlandığı senkretik inanış özelliği yönü ile birçok eski kültür ve din formlarının özelliğini sahiplenmiştir. Şamanizm, Budizm, Mazdeizm (Zerdüştlük), Brahmanizm gibi doğu kaynaklı kültürler en baskın figürlerdir.''*
İslam Peygamberi dini görevi olan anlayışı anlatmaya başlamasının akabinde onun en yakınında olanlardan yeğeni Hazreti Ali onu ibadet ederken görür ve ona ne yaptığını anlatmasını ister.
Bunu gelin yine İslami literatürden bir kaynakla açıklayalım;
Hz. Ali -kerremallahu vecheh- Resûlullah ile Hz. Hatîce’nin (r.a.) namaz kıldıklarını görmüş ve:
“– Nedir bu?” diye sormuştu. Allah Resûlü:
“− Bu, Allah’ın kendisi için seçtiği dînidir. Ben seni tek olan Allah’a îman ve ibâdet etmeye, hiçbir fayda ve zararı olmayan Lât ile Uzzâ’yı da inkâra dâvet ediyorum!” buyurdular. Hz. Ali (r.a.):
“– Ben bu dîni şimdiye kadar hiç işitmedim! Babam Ebû Tâlib’e sormadan bir iş yapamam!” dedi.
Resûlullah Efendimiz, o sıralar teblîğ faâliyetlerini gizliden gizliye devâm ettirdiği için:
“− Ey Ali! Şâyet Müslüman olmayacaksan sana bahsettiğim bu husûsu gizli tut, açığa vurma!” buyurdular.
Hz. Ali (r.a.), o gece bekledi. Allah Teâlâ onun kalbine İslâm muhabbetini bahşetti. Sabahleyin Peygamber Efendimiz’in yanına gitti ve İslâm dîni hakkında suâller sordu. Aldığı cevaplar üzerine, Allah Resûlü’nün buyruğunu hemen yerine getirip Müslüman oldu. Babasından çekinerek, Müslümanlığını bir müddet gizli tuttu. Hz. Ali (r.a.), bu sıralarda on yaşında idi. *
Ebû Tâlib, bir gün oğlu ve sevgili yeğeninin gizli gizli namaz kıldıklarına muttalî olunca, Resûlullah, çok sevdiği amcasını da İslâm’a dâvet ettiler. Ebû Tâlib ise bu dâvete şöyle cevap verdi:
“−Ey kardeşimin oğlu! Benim, atalarımın dîninden ayrılmaya gücüm yetmeyecek! Lâkin sen gönderildiğin şey üzere devâm et! Vallahi ben hayatta olduğum müddetçe sana kimse zarar veremeyecektir!”
Hz. Ali’ye (r.a.) de:
“−Evlâdım! O, seni ancak hayır ve iyiliğe dâvet eder. Sen onun yoluna sımsıkı sarıl, ondan hiç ayrılma!”*
Peki nedir bu atalarının dini, onlar puta mı tapıyorlardı?
Putlar, onların inandıkları Tanrılar ile aralarına koydukları iletişim biçimiydi.
Bugün nasıl türbelere gidilip dilek dileniyor, o zaman da o coğrafyada putlar üzerinden dilek dileniyordu.
Kaldı ki, bir yerlerden vesilelerle dilek dileme meselesinin kökü Şamanizm anlayışla bütünleşir.
Bunun yanı sıra o coğrafyada Hristiyanlar ve Yahudiler başta olmak üzere birçok tek tanrılı din zaten bulunmaktaydı.
Yani tek tanrı meselesini İslamiyet'in çıkarmadığını bilmek için Kuran okumak yeterli sanıyorum.
Hz. Ali görerek, gördüğünden etkilenerek Müslümanlığı seçmiştir.
Duyarak ya da görmeden davet edilerek değil. Yapılanları izleyerek ve sorgulayarak bir sonuca varmıştır.
Bu yüzden dini o dönemin en idealize edilmiş şekliyle yaşamaya gayret etmiştir.
Bu yaydığı ışık istemeyerek de olsa Hz.Hasan ile Hz.Hüseyin'in şehadetine varan yolu hazırlamıştır.
Çünkü sistemin içerisinde doğru işler yapanlar göze batarlar ve sevilmezler.
Ruhları şad olsun...
***
Ezoterizmde şöyle bir yaklaşım vardır, ya siz birinden el alırsınız, ya Tanrı bunu gönlünüze kondurur ya da inandığınız yapı ne ise size bunu sağlar.
Hz.Ali'nin içinde bir ışık vardı o İslam Peygamberinden el alarak bunu Alevilikle bütünleştirdi.
Şamanın ışığı, Müslümanlıkla birleşince ortaya Alevilik anlayışı meydana geldi.
Şamanlık Türklerin öz tanrıyı bulma yaklaşımıdır.
Bu yüzden bugün Seyyid dediğimiz birçok kişi de Şaman adetlerini yaşatan Türklerdir.
Fakat aynı zamanda aralarından Arapçılık yapanlar da vardır.
Ben şahsi olarak nasıl ki, büyük Türk medeniyeti idealinin canlanması fikriyatını izliyorsam herkes de çeşitli yollar izleyebilir. Ancak bazen yollar birbirine taban tabana zıt olduğunda ortaya kaotik bir durum çıkabilir. Halledilir elbet. Tanrı büyüktür...
Netice itibarı ile hayat belki de ulu bir Şaman'ın rüyasından ibarettir...
**
Tüm bu çalışmalar göz önüne alındığında diyorum ki;
Bizim öz kültürümüze, adetlerimize, şaman ritüellerimizi günümüze taşıyan Alevilerdir.
Onlara mum söndü gibi aşağılık ve haysiyetsizce iddialar atılmış olmasına rağmen inanç ve mücadeleyle her zaman ayakta kalmayı başarmışlardır.
Selam Olsun!
Tüm bu yazdıklarım benim bilgi dağarcığım ve araştırdığım kaynaklar üzerinden yaptığım şahsi analizlerimdir.
İnsanlar her dinden olabilir ya da dinsiz de olabilirler. Bu kişinin özel meselesidir.
Kimse bu konu hakkında baskıcı bir politika uygulayamaz. Ancak neye inanıyorsanız onun kurallarını ve gerçeklerini bilmeniz önemlidir. Aksi takdirde yolunuzu şaşırırsınız.
Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı. Öncelikle hepinizin bayramını şahsım adına kutlar ve başta Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm Ata ruhlarını saygıyla ve sevgiyle anmaktan onur duyarım.
Sonrasında yukarıdaki yazıya paralel olan bir anı ile yazımı sonlandırmak isterim.
"Yaygın bir söylentiye göre, şapka devriminden sonra Trabzon’u ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk’e vilayetin sorunları hakkında bir brifing verilmiş ve bu esnada Of kazasından Hacı Ferşat Efendi nâmında bir din hocasının şapka giymemekte direndiği kendisine arzedilmiş.
Atatürk özel bir şapka hazırlatır ve hocanın huzura getirilmesini emreder. Hoca derdest huzura çıkarılır. Atatürk şapkayı getirtir, kendi eliyle hocanın başına koyar ve sorar:— Hoca Efendi, sen şimdi gâvura mı benzedin?Hoca Efendi bir yutkunur, sonra ‘hayır’ diye cevap verir. Hocanın başından aldığı şapkayı bu kez kendi başına koyan Atatürk,— “Ya ben” der; “gâvura benzedin mi?”Hoca Efendi ‘evet’ anlamında başını sallayarak mukabelede bulunur. Hiç beklemediği bu cevap karşısında hayrete düşen Atatürk:— “Nasıl olur?!” der; “bir serpuşun şer’î hükmü bir baştan diğerine değişir mi?”Hoca Efendi, durumu şöyle izah eder:— Ben şapka giymeye zorlanıyor ve kerhen giyiyorum. Size gelince, devletin başısınız ve hiçbir mecburiyetiniz yokken giyiyorsunuz. Serpuş aynı olsa da durum farklı ve dolayısıyla hüküm de farklıdır.Hocanın samimiyet ve cesaretini takdir eden Atatürk, hocaya devletten aylık maaş bağlanmasını emreder. Hocanın bizzat Atatürk tarafından tahsisi emredilen bu maaşı hayatının sonuna kadar almaya devam ettiği söylenir.Merhûm Hacı Ferşat Efendi’nin Cennetlikl akabıyla anılan mahdumunu el-Ezher’deki talebeliği yıllarında tanımış ve “Bu rivayetin aslı var mı?” diye sormuştum. Hatırladığım kadarıyla doğrulamıştı."*
En içten sevgi ve saygılarımla.
Emrah Birgül
Kaynaklar
*ALEVİLİKTE ESKİ TÜRK DİNİ (GÖKTANRI İNANCI) VE ŞAMANİZMİN
ETKİLERİ Orhan YILMAZ
*(İbn-i İshâk, s. 118; İbn-i Sa‘d, III, 21)
*(İbn-i Hişâm, I, 265)
*(Osman Z. Soyyiğit,Küçük Hâfız, s. 50-51, İstanbul, 1999)