"Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;
Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir"
Mehmet Emin Yurdakul
***
Cinayetler, işkenceler, tecavüzler, aşağılık ithamlar, soysuz iftiralar, örümcek ağı bağlamış zihinler ve o zihinlerden irinlerini akıtan ağızlar...
Ülkemiz gün geçtikçe yukarıda yazdıklarım başta olmak üzere çeşitli karanlıklar ile iç içe bir gündem sarmalıyla bütünleşiyor.
Pandemi süreci yeterince hayatımızı çekilmez hale getirmemiş gibi suç ile bu kadar bütünleşik bir yaşamın varlığı gerek birey gerekse toplum zihninde buhranlı bir bulanıklaşma yaratıyor.
Üstelik bir de suçun cezasız kalması, cezasız kalmasa bile hak edilenden oldukça uzak ve hatta suça teşvik edebilecek kadar amorf bir düzlemde olması insanların çeşitli nevrozlar yaşamasının önünü açıyor.
Katiyetle es geçmememiz gereken önemli bir husus da şu; kendileri ne kadar farkında ya da bu durum onları ne kadar ilgilendiriyor bilinmez ama ''dindar nesil yetiştireceğiz'' iddiasıyla yola çıkan mevcut hükümetin politikaları nedeniyle insanların maneviyatla ilişkisi de büyük ölçüde sarsılmış durumda.
Birçok insan düşünsel ve inançsal sorgulama süreci sonucunda değil, sadece benliğin mevcut olana isyanı neticesinde dini yaklaşımlara ya da maneviyata olan ilgilerini kaybetmiş, reddetmiş, inkar etmiş durumdalar.
Bu ani ve etki-tepki bağlamında oluşan değişim de insan psikolojisini doğrudan ve negatif bir şekilde etkileyebilmekte.
Tüm bunların yanında ne acıdır ki ülkemizin büyük bir bölümü tüm bu olanların yanlışlığına dair yüksek perdeden bir çift laf etmekten bile korkar haldeler..
Bir şeylerin değişmeyeceği, değişse dahi bunun çok uzun zaman alabileceği düşüncesi, yanlış ile mücadele etmek ve yanlışı değiştirmek yerine daha depresif, içine kapanık bir ruh hali yaratıyor insanımızda.
Tehlikenin varlığı yeterince alanımızı ele geçirmemiş gibi hala ''aman başımıza bir iş gelmesin'' düşünce kalıbı ile hareket etme hatası büyük kalabalıkların ruhunu istila etmiş durumda...
Ancak derin bir nefes alıp şu soruyu düşündünüz mü hiç?
''Başımıza daha ne iş gelsin?''
Demokratik Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük düşmanı yobaz gerici sözde kanaat önderleri ve avaneleri pervasızca açıklamalarını en yüksek perdeden yapmakta bir sakınca görmüyor!
Mevcut hükümete muhalif her ses belirli bir yüksekliğe eriştiğinde zorba bir şekilde susturulmaya çalışılıyor!
İnsanlarımız geçim sıkıntısını had safhada yaşıyor, ülkemize sığınan göçmenlere gösterilen ilgiyi kendi vatandaşlarına göstermekten uzak bir anlayış ile yönetiliyoruz!
Kontrolsüz bir göç politikası ve ülkemize gelen sığınmacıların hakkında yeterli ön istihbarat çalışması yapılmaması nedeniyle hangi terör örgütünün kaç elemanı ülkemizde bilmiyoruz ve yarın bunların ne gibi bir faaliyette kullanılacaklarından bihaberiz.
Tecavüz ve taciz gibi aşağılık, haysiyetsiz ve iğrenç suçları işleyenler ya bir şekilde suçlarından sıyrılıyor ya da hak ettiklerinin yanına bile yaklaşamayacak basit cezalarla kurtulabiliyorlar. Kadına şiddet, tecavüz, yok sayma, kadını salt cinsel tatmin aracı ya da ev işleri paryası olarak görme bu tavrı ile de övünme alçaklığı gösteren soysuzlar yaptıklarının arkasında durma haysiyetsizliğinden de geri durmuyor.
Yukarıda yazdıklarıma eklenecek daha birçok madde varken daha başımıza ne iş gelebilir?
Yapılan zalimliklere karşı tavır sergilemek en azından yüksek perdeden bir söz söylemek için doğrudan zulme mi uğramak gerekiyor?
Zamanında edilmeyen her söz ve takınılmayan her tavır sonrasında daha büyük tehlikelere yol açmakta, tarih bunu defalarca ispatladı.
Sizce de artık tüm bu zalimliklere karşı bir duruş sergilemenin vakti gelmedi mi?
Toplumumuzun her alanına yansıyan erezyon bizi daha da dibe sürüklemeden önce yüksek perdeden bir itiraz etme, mevcut yanlışlara karşı çıkma vakti gelip geçmiyor mu?
Orhun yazıtlarında der ki;
Zamanı Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölmek için türemiş
Bu sözün bilincine varan her bireyin sesi yeterince yüksek, mücadeleci ve korkusuz çıkacaktır kanaatindeyim.
Tanrı Türk'e Kut Versin!
Emrah Birgül