Devlet neden var, adalet kimin takdiridir, özgürlük için bankada ne kadar paramız olması gerekir, insan hakları lüksün de lüksü müdür?
Elmalı'da iki tane küçücük yavrumuzun üvey anne ve üvey babasının bunun yanı sıra bu iki mahlukatın arkadaşlarının yoğun bir şekilde cinsel ve fiziksel istismarına uğramasının, çocukların babaanneleri tarafından fark edilmesi ile başlayan hukuki süreç sanıkların tutuksuz yargılanma kararı ve davanın ileri bir tarihe ertelenmesi ile şimdilik sonuçlandı.
Çocukların olayları ayrıntılı bir şekilde hem görsel hem de sesli ifade yoluyla anlatması, bu süreçte çocuklara psikososyal destek verilmesi gibi konular yine davanın içeriklerinden.
Öncelikle bu insanların tutuksuz yargılanması hangi aşağılık zihinden çıkan bir karar ise o da bu suçun ortaklarındandır. Bunun yanında mağdur çocuklarımızın avukatları Gülşah Ekin Taş'ın yaptığı açıklamada dikkat çeken bir husus var:
"Sadece ilk celsede tutuklandılar, o da delilleri karartma suçundandı, istismar suçundan dolayı değil. Bu bilgi kirliliğinin düzeltilmesi lazım. Aylardır tutuksuzlar ve başka çocuklar için tehlike arz ediyorlar."
Yine davanın avukatı açıklamasında şu bilgiye yer veriyor:
“Bir yargı paketi geliyor ve bu yargı paketi meclisten geçerse istismarcıların yüreğine büyük bir su serpilecek. Bu yargı paketi diyor ki, çocukların beyanı değil; somut deliller esas alınmalıdır. Mesela bir tanığın olması. İstismarın tanığı olur mu? Suçlular zaten gizli yerler arıyorlar çocukları istismar etmek için. Fiziksel konularla ilgili raporlar somut delil sayılıyor ama ruh sağlıkları ile ilgili raporlar neden sayılmıyor? Bu yargı paketi istismarcıların önünü açabilir. Suçluların hak ettikleri cezayı alması ve çocukların sağlığı için elimizden geleni yapacağız.”
* * *
Yıllardır gerek milletimiz arasında birebir sohbetlerimde, gerekse yaptığım araştırmalar bana bu ülkenin en büyük sorunlarından birinin taciz ve tecavüz olduğunu öğretti. Vakaları duydukça araştırma ve bunlarla ilgili bilgiler edinme ihtiyacı hissettim. Mağdurların sayısı o kadar çok ve o kadar zor psikolojik süreçlerden geçiyorlar ki yaşadıkları psikolojik travmaların yanında kendilerinin sığınacağı bir kapı olmayışı da en büyük sorunlardan biri.
Aile içi taciz, tecavüz çoğu ailenin ilkel ve aşağılık baskıcı yapısından dolayı üstü kapatılacak bir mesele olarak görülüyor.
Ailesinden bu tavrı gören çocuk ya da kadın çoğunlukla suskun kalmak durumunda kalabiliyor. Bazı zamanlarda ise aile çocuğun yaptığı bir hata veya yanlış varmış ve bu olay bunun üzerine gerçekleşmiş gibi bir algı yaratarak kendileri de bu suça ortak olup çocuğun yaşadığı travmayı katmerli hale getiriyorlar.
Kimi zaman çocuk istismarları sıradanlaşmış ve normalleşmiş bir hal içerisinde çeşitli yapılar içerisinde karşımıza çıkıyor. İslamcı Fıkıh-Der'in yatılı Kuran Kursu'nda yaşanılan olaylar bunlardan biriydi.
Bu konuya Vazelin Kokan Bir Cehennem başlıklı çalışmasında özel olarak değinen Barış Terkoğlu'nun yazısından o olayla ilgili bir bölümü sizlerle paylaşmak isterim:
"16 Ocak 2019’da 155’e gelen bir çağrı ile başlayan soruşturma, İslamcı Fıkıh-Der’deki çocuk istismarı irinini patlatmıştı. Çocuklardan Yusuf İslam A’nın babası Engin A’nın tereddütle çaldırıp bıraktığı telefonu, polisler geri aramış ve istismarı açığa çıkarmıştı. Savcılık da istismarcıları gözaltına aldırmış, haklarındaki delillere dayanarak şüphelilerin tutuklanmasını istemişti. Ne garip, son dönemde “çok kolay tutukluyor” denilen kimi sulh ceza mahkemeleri, savcılığın defalarca yaptığı itiraza rağmen, istismarcıları serbest bırakmakta ısrar etti. Neyse ki İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza hâkimleri, yargılama sırasında olayın peşini bırakmadı. 4 çocuğa yönelik cinsel istismar ve fiziki işkenceleri dava sürecinde delillendiren mahkeme, geçen ocak ayında kurs hocası Ömer Işıktekin’i ve eğitmenler Hacı Serkan Bektaş ile Tarık Bektaş’ı toplamda 139 yıl hapisle cezalandırdı.
Üstelik…
Çocukların anlattıklarına göre, karar buzdağının görünen yüzüydü. “İstismara uğrayan 20’yi aşkın çocuk var” sözleri şahit oldukları trajedinin derinliğini ortaya koyuyordu.
Hocasının ilk tecavüzünden sonra bir intihar mektubu yazan, kaldığı kursun 5. katına çıkan, ancak sonunu getirmeye cesaret edemeyen H.R.Ö’nün yaşadığı çıkışsızlığı annesi şöyle anlatıyor:
“Beraber yemek yiyemiyoruz. Çocuklarımla beraber denize giremiyoruz. Hiçbir şekilde izin verilmiyor bunlara. (…) Çocuğum eve geldiğinde duyuyordum, ağlayarak uyuyordu. Sorduğumda ‘Anlatamam anne, boş ver anne, başka şeyler var anne’ diyerek üstünü örtüyordu.”
Tecavüzler kimi zaman tek, kimi zaman grup halinde, hatta abi-kardeş istismar edilen çocuklarla sürerken, H.R.Ö’nün ifadesindeki satırlar insanın aklından çıkmıyor:
“Ömer Işıktekin benimle beraber olurken vazelin kullanırdı. Vazelin kokusunu duyduğumda, hatta ismini dahi duyduğumda çok kötü oluyorum.”"
* * *
Yukarıda alıntıladığım örnek vaka gibi olaylarda ise artık olay kanıksanmış bir suç haline geliyor. İşin bir diğer kahredici tarafı ise eğer bu işin içerisinde organize yapılar var ise şimdinin suçlusu bir dönemin mağduru olabiliyor. Kanıksanmış bir tecavüz zinciri gibi nesilden nesle aktarılan bir iğrençlikle karşı karşıya kalınabiliyor.
Özellikle sırtlarına muktedirlere dayamış örgütlü yapılardaki olaylar ise bir şekilde sümenaltı edilmeye çalışılıyor.
Ülkede ağzında kültürümüzü, örfümüzü, adetimizi bozuyorlar naraları atarken suçlu kendilerinden olunca üstünü örtmeye çalışan ne kadar çok haysiyetsiz var.
Üstelik duyduğumuz olaylar o kadar az sayıda ki. Çünkü bu ülkede yaygın olan dar zihinli kafaya göre ''elalem ne der'', ''kim bilir sen neler yaptın da yalan söylüyorsun'', ''sus günah'', ''iftira atma x kişisi öyle şey yapmaz'' diye diye bu ülkenin çocukları, kadınları, erkekleri, hayvanları tacizlere, tecavüzlere maruz bırakılıyor, koca bir millet oturmuş olanları izliyoruz.
Oysa çağımızda devletin görevi tam da burada devreye girmektedir. Devlet sadece suç olduğunda ceza vermesi gereken bir yapı değil, o suçu ortaya çıkaran koşulları, yanlışları ve dahi kültürel bozuklukları yapı ve kurumları ile ortadan kaldırmalıdır.
Devletin ''sosyal'' mekanizmaları burada devreye girer. Devletin görevi yetişkin insanların yatak odaları, içki içmeleri, giyim kuşamlarına karışmak değil her vatandaşına, her koşulda sahip çıkacak ve sığınılacak bir yapı olmanın yükümlülüklerini yerine getirmektir.
Toplumda yaşayan çocuklarımızın başına gelen olaylar ve neler gelebileceği hakkındaki bilgilendirici çalışmalar eğitim sürecinde düzgün işletilmesi sağlanacak pedagojik çalışmalarla kontrol altında tutmalıdır.
Gelelim devletin bir diğer görevinde taciz ve tecavüz suçluları eğer yasalardan korkmaz ve bir şekilde özgürlüklerine kavuşabileceklerine inanırlarsa bu aşağılık suçları işlemeye devam edeceklerdir.
Bunun yanında toplumsal psikolojik ve sosyolojik çalışmalarla ''suçun'' ve ''yanlışın'' ne olduğu hastalıklı, travmatik zihinli yığınlara anlatılmak zorundadır.
Biz bu Siyasal İslamcıların düzeninden bıktık.
Her türlü suçun örtbas edildiği bu alçak düzenden etimizle, kemiğimizle tiksindik.
Atatürk yolunda aydınlık bir geleceğe ulaşacak çocuklarımızın sapkın tarikatların elinde ziyan edilmesinden bıktık.
Kadının erkeğin adi bir eşyasıymışçasına ötekileştirilmesinden bıktık.
Hakkını arayan kim varsa susturulmasından, ezilmesinden, öldürülmesinden bıktık!
Sahi Nadira Kadirova'ya ne olmuştu?
Sahi Yeldana Kahraman'a ne olmuştu?
Sevim Tanürek'in hayatını kaybettiği trafik kazasında hangi suçlunun suçu örtbas edilmişti?
Yazıma Arif Nihat Asya'nın Leke şiirinden sekiz dize ile son vermek isterim:
"İhanet oyununda, peşrev çekenler bu kez
Bilsinler ki bu toprak, hainleri hiç sevmez!
Bugün sabreyleyenler, bir gün bezecekler
Tutup başlarını, taşlarla ezecekler.
Atalarımız bize, böyle ferman buyurdu
Ey ecdat sevgisiyle taşan kahraman ordu
Bu hâkimler veremez, hükmünü bu celsenin
Hazır olun Bozkurtlar! Hüküm sırası sizin."
En içten sevgi ve saygılarımla
Emrah Birgül