Türkiye bu aralar yakın tarihini konuşuyor. Bu konuşmaların çoğu siyasi parti liderlerinin ve onları besleyen ve karşılığında beslenen “besleme” tarihçilerin yönlendirmesiyle gerçekleşiyor. Sığ tarihçilerin sloganları, sadece siyasi parti grup toplantılarına malzeme olabiliyor. Hiçbir akademik eser verememiş, piyasada bulunan kitapların içinden dilediğini kopyalayıp dilediğini çöpe atarak oluşturdukları gerçek adı derleme, piyasadaki adı ile “eser”leri ile meşhur tüccarların, cami – ahır ; ki bu meselede son noktayı Menderes’in yıktırdığı camileri yazarak İlber Ortaylı hoca koymuştur; tartışmasından öteye varmayan bu olağanüstü tarihçiliklerinden on yıl sonra Türk milleti nasıl istifade edecek merakla gözlemleyeceğim.
Tarihçilik bir anlamda da ortada olmayan bir eseri günışığına çıkarmak demektir. Hal-i hazırda bulunan kitapları toplayıp, üzerine adını yazmaya bizim burada derlemecilik derler… Yok, eğer bunun adı tarihçilik oluyorsa istidadımın en iyi olduğu kişi olan Hüseyin Nihâl Atsız konusunda, hiçbir cümle eklemeden kopyala – yapıştır yöntemiyle on beş dakikada bir kitap hazırlayabilirim. Böylelikle belki bana da “tarihçi” derler…
Tarihçiliğin, ortada olmayan bir eseri ortaya çıkartmak olduğunu söylüyorum ya; bu biraz da yaşanan alfabe değişikliğimiz sebebiyle eski harfli metinleri yeni harfe aktarmak anlamına da geliyor. İşte bu konudaki güzel bir örnek Uluğ İldemir’in eksiksiz olarak günümüze aktardığı ve Türk Tarih Kurumu Yayınları’ndan çıkan “Sivas Kongresi Tutanakları”…
Tutanaklar, adeta o günü bugüne taşıyor ve yaşananları sanki oradaymış gibi gözünüzde canlandırmayı sağlıyor. Kongre tutanaklarını okuyunca Sivas Kongresi’nin mühim meselelerini de görmüş oluyoruz.
Kongreyi meşgul eden en önemli olay manda (müzaheret) meselesidir. Manda konusu, Kongre kürsüsünde epeyce tartışılmış ve kendine destekçi toplamıştır. Bugün Osmanlı tarihi konusundaki çalışmaları ile bildiğimiz ve siyasi hayatı, bildiğim kadarıyla Sivas Kongresi’nde son bulan İsmail Hami (Danişmend) de müzahereti savunan isimlerden biridir. Rauf Bey’in de (Orbay) bu konuya sıcak baktığını konuşmalarından anlayabiliyoruz. Nitekim Atatürk Nutuk’u yazarken Rauf Bey’in bu söylevlerine önem veriyor ve eserinde bu konuşmaları tenkit ediyor. Döneminde siyasi bir etkisi kalmayan İsmail Hami Bey ve diğer müzaheret savunucuları 1927’de okunan Nutuk’un kapsamı dışında kalmıştır. Bu çok önemlidir.
Kongrenin özellikle ilk oturumlarda tartıştığı bir konu da İttihatçılık konusudur. Dönemi itibariyle adeta “lanetli” görülen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin devamı olduğu özellikle Dersaadet tarafından ilan edilen Sivas Kongresi Heyeti, çareyi “Biz İttihatçı değiliz” manasına gelen bir yemin metni hazırlayıp bu metni okumada bulur. Teklifi ortaya atan Fazıl Paşa şöyle diyordu:
“Efendim, harekat-ı milliyenin aleyhinde bulunanlar bizi İttihatçılıkla itham ediyorlar; bu ithamın dahilen ve haricen pek fena tesirat icra edeceğini hiçbirimiz inkar edemeyiz.”
Bu mealde devam eden sözlerinden sonra Fazıl Paşa, ortaya “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağıma…” diye sonlanan bir yemin metni koyar. Metin bir süre tartışılır, sadece İttihatçılık lehine çalışmamak üzerine mi yoksa her türlü fırkacılığın aleyhine mi yemin edileceği konuşulur. Neticede ortaya, aşağıda metnini verdiğim İttihatçılıktan bahsetmeyen yemin çıkartılır ve yemin metni gazetelere neşredilmek üzere gönderilir:
“Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, İslamiyete, devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen kongrenin müzakeresi devamı müddetince ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azim ve iman ile çalışacağıma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah”
İttihatçılığın “hayaleti”nin son bulduğu yer Sivas Kongresi değildir. İttihat ve Terakki’nin üç önemli ismi Talât, Enver ve Cemal Paşalar öldürülmelerine değin TBMM Türkiye’sinin alternatifi gibi görülmüş ve Mustafa Kemal Paşa’nın olası bir başarısızlığı ardından “memleketi kurtaracak çare” olarak bir kesim tarafından benimsenmiştir. İttihatçılığın Türkiye’den tümüyle tasfiyesi ancak İzmir Suikastı sonrası yargılamalarla mümkün olabilecekti.
Söz İttihat ve Terakki’nin önemli isimlerinden açılmışken, Talât, Enver, Mithat ve Mahmut Şevket Paşa’nın kabrinin bulunduğu Abide-i Hürriyet tepesinin bakımsızlığı konusunda da bir çift söz söyleme ihtiyacı hissediyorum. Her ne kadar şu anki durumu Murat Bardakçı’nın yayınladığı, şarapçıların cirit attığı fotoğraflardan daha temiz durumda olsa da, devlet büyüklerinin ve vatanseverlerin mezarlarının daha özenli korunması gerektiğini düşünüyorum.
Özellikle Türkiye’de vatanseverlerin mezarına tükürmek için hazırda bekleyen hainlerin çok olduğu düşünülünce bunun gerekliliği kaçınılmaz oluyor.
2012