Tarih boyunca, iktidarlarını sarsan halk hareketlerini sindirmek isteyen muktedirler, yalnızca zor kullanmakla yetinmemiş, aynı zamanda kitleleri bölmek ve itibarsızlaştırmak için türlü oyunlara başvurmuşlardır. Malcolm X’in dediği gibi, "Eğer dikkatli olmazsanız, gazeteler mazlumlardan suçlu, suçlulardan ise mazlum yaratır." Türkiye, geçmişte de halkın anayasal haklarını kullanarak yaptığı gösterilere karşı benzer yöntemlerin sahnelendiğine şahit olmuştur. Örneğin, Gezi Parkı eylemlerinde birileri, anayasal haklarını barışçıl bir şekilde kullanmak isteyen gençlerin arasına yasa dışı örgütlere yerleştirdikleri ajanları sokarak, medya aracılığıyla mağdurları suçlu gibi göstermek için manipülasyon yapmışlardır. Benzer şekilde, deri ceketli ve zincirli fantastik figürlerin başörtülü vatandaşlara saldırdığı ya da camide bira içildiği yönündeki iddialar, yeterli delil sunmadan basına servis edilerek kamuoyunu yönlendirme ve kendi seçmenlerini konsolide etme amacı taşıyordu. Ancak, bu olaylara ait görüntülerin bir Cuma günü yayınlanacağı iddia edilmiş olsa da, aradan yüzlerce Cuma geçmesine karşın böyle bir kanıt sunulamamıştır. Ayrıca o dönem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu iddialarının doğru olmadığını söyleyen cami müezzini Fuat Yıldırımın başına gelenleri hepimiz hatırlıyoruz. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan bu günlerde yaşanan protestolar için “cami avlularının meyhaneye çevrildiğini’’ iddia ederek yine benzer bir yol izlemeye başlamıştır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye’nin dört bir yanında yükselen tepkiler, halkın her konudaki adalet arayışının doğal bir yansımasıdır. Ancak tarih bize gösteriyor ki, bu tür kitlesel eylemler, sadece hükümet baskısıyla değil, manipülasyon ve provokasyonlarla da karşı karşıya kalır. Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi bugün de benzer yöntemlerin devreye sokulabileceğini unutmamak gerekir. O günlerde olduğu gibi, iyi niyetli ve anayasal hakkını kullanan göstericiler arasına karışan karanlık unsurlar, olayları kriminalize etmek için sahneye çıkabilirler. Daha sonra da bu ajanların ortaya çıkardığı şiddet olayları bahane edilerek tüm göstericiler “terörist” ilan edilebilir. Dışarıdan bakan, özellikle sağ görüşlü geniş halk kesimleri, bu oyuna gelir ve göstericileri düşman belleyebilir. Oysa gezide toplanan insanların büyük çoğunluğu, sadece daha özgür, daha adil bir ülke talep ediyordu. Ne var ki, güçlü propaganda mekanizmaları, sahte deliller ve korku politikalarıyla bu sesler boğulmaya çalışıldı.
Bugün de benzer bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Göstericilerin arasına sızan provokatörler, şiddeti teşvik ederek halkın adalet arayışını bastırmak için bahane yaratabilirler. Göstericilerin, aralarına sızan bu ajanları dışlaması ve barışçıl duruşlarını koruması hayati önem taşımaktadır. Çünkü asıl mesele, sadece sokağa çıkmak değil, verilen mücadelenin meşruiyetini muhafaza etmektir. Konfüçyüs’e atfedilen sözdeki gibi, "Karanlığı lanetlemek yerine, bir mum yak." Bu gösterilerin amacı, kaos çıkarmak değil, adaletin ve herkes için adaletin mumunu yakmaktır. Bu da meşruiyet zemininin ana unsurudur.
Öte yandan, bu süreçte en büyük sorumluluk, dışarıdan izleyen, olayları medya üzerinden değerlendiren halk kitlelerine düşmektedir. Özellikle muhafazakâr kesim, manipülasyonlara kapılmadan olayları sorgulamalı, göstericileri şeytanlaştıran söylemlere karşı dikkatli olmalıdır. Bu gençler, herhangi bir ideolojik grubun maşası değil, adalet için bir araya gelen, anayasal haklarını kullanan vatandaşlardır. Onları susturmaya çalışanların temel amacı, toplumun vicdanını bölmek ve bu bölünmeden kendilerine bir iktidar meşruiyeti çıkarmaktır.
Bugün, anayasal haklarını kullanan gençleri savunmak, sadece onların değil, hepimizin geleceğini savunmaktır. Toplumsal hafızamızın bize öğrettiği en önemli derslerden biri de budur: Sessiz kalınan her haksızlık, bir sonraki baskının kapısını aralar. Bugün gözümüzü kapatır, kulaklarımızı tıkarsak, yarın sesimizi duyuracak kimse kalmayabilir. O yüzden göstericiler kadar, onları izleyen halkın da uyanık olması, adaletin yanında saf tutması gerekiyor. Çünkü adalet, sadece adalet talep edenlerin değil, tüm toplumun meselesidir. Bu manipülasyonlara kanmayan bizlerin, kananlara karşı bu çocukları savunması gerekir. Onları anlamaya, anlatmaya ve haklarını korumaya devam etmeliyiz. Bugün, anayasal haklarını kullanan gençleri onların itibarını korumak için savunmalıyız ki manipülasyona uğrayan muhafazakâr kesimi ikna edip çocukların meşruiyetini koruyabilelim. Ancak böylece, propagandanın sis perdesini aralayarak gerçeği görünür kılabiliriz.